Toplumcu Düşünce’de Geçen Ay

Toplumcu Düşünce yaklaşık dört aydır yayın yapan bir düşünce platformu. 

Retorik siyasetin günlük tartışmalarının ötesine geçerek, izleyicisine belirli bir ufuk vererek düşünce ve siyasal eylem pratiği oluşturma adına üstlendiği misyonu çizgisinden sapmaksızın, ödün vermeksizin sürdürüyor.

Sadece anlamlı ve değerli yazıların yan yana geldiği bir yayın olma hedef ve amacı taşımıyor. Siyaseti bir hakikat ve yaşam döngüsüne geri çağırma işlevi taşıyor.

Bu çağrı ilerici ve dönüştürücü bir siyaset anlayışını oluşturma, bir sosyal adalet ve eşitlik programını hazırlama yönünde müşterek emeği, karşılıklı analizi ve yol haritalarını oluşturacak süreci, toplumun geniş kesimleri ile birlikte üretmek adına oluşmuş bir grubun anlatısıdır.

İşte tam da bu yüzden, kendisini hem toplumcu hem düşünce üretici hem de dönüştürücü siyasete çağırıcı bir misyonla tanımlamıştır.

Toplumcu Düşünce, bugün ülke siyasetinde en çok eksikliği duyulan, halkın sorunlarına doğrudan ve analitik çözümler arayan samimi, sahici bir eşitlikçiliğin gelişimi adına çalışmaktır.

İçeriği, akışı ve yaklaşımı ile basmakalıp yargıları sorguluyor, toplum adına müşterek bir değerler kümesi yaratmak istiyor.

Türkiye derin ve buhranlı bir dönmeden geçiyor. Hem devlet yönetimi tıkandı hem de alternatif siyaset arayışları daraltıldı.

Siyaset özü itibariyle, toplum yaşamının yönetim adına ve yönetim için temsil edilmesi, hak, adalet, refah ve özgürlüğün hakkaniyetli bir şekilde temsil edilmesine olanak veren insani arayışların toplamı ve faaliyeti olmaktan bilerek çıkarıldı.

Siyasetin ne ülke gerçeğinden ne de toplumsal hakikatten kopmaması, dışarıda kalanlar adına söylemde ve payda eşitlenmeyi sağlayacak arzuyu, birlikteliği yeniden tesis etmesi gerekirken, ülkemizde nicedir iktidar tarafından üretilen baskı, eşitsizlik yetişmiş insan yapısının özellikle dışarıda bırakılmasına yol açan bir ağır kamplaşma haline getirildi. Bu bir kutuplaşma değil bir dışarıda bırakılma, bir haksızlık hikayesidir aslında.

Buna karşın daha genişlemeci ve katılımcı bir payda üzerinden gelişmesi gereken muhalefetin ve ana medyadan ve kurumsal söylemle kurulan nispi muhalif medyaya dek, sol, gelecekçi, sosyal demokrat, demokratik sosyalist gibi nice kavramların dışlandığı bir statükocu elit tarafından teslim alındığını, yaşanan bu durumun hem ufku hem ideolojiyi hem de bu ülkeyi yeniden yönetebilecek özgüveni kırdığını görüyoruz.

Toplumcu Düşünce bu itirazın yapıcı bir siyaset ile birleştiği yeni bir düşünsel ve pratik mücadele alanıdır.

Geçen Ay içinde; tam da yukarıda anlattığımız mesele geçtiğimiz ay Aykurt Nuhoğlu’nın yazdığı “İttifak” yazısının ana noktasını oluşturuyordu. Siyasal partiler ile temsil arasındaki dolaysız bağın koptuğu dönemlerde özellikle yeni gelen nesil ile birlikte partilerin hiyerarşik yapısının bir anlam ifade etmeyeceği, topyekun bir yenilenme ve siyasal depremin gelmekte olduğu yönündeki öngörüsü ile bitiriyordu yazısını.   

Kapitalizmin bilinen anlamıyla bittiği öngörüleriyle dolup taşan bir dönemde geleneksel büyük kolektif ve kooperatif olan Mondragon deneyimini enine boyuna kuşattığı “Kolektifler” Kapitalizmin pabucunu dama atacak MONDRAGON DENEYİMİ  yazısında

 Mehmet Uysal benmerkezcilik ve bencilbizclik gibi kavramları sorgulayarak ortak bir yapıyı nasıl kurabileceğimizi öngörüyordu: “Mondragon Kolektifi deneyiminde çok şey var! Üzerinde çok duralım, çok kafa yorup, çok inceleyelim. Bu nedenle, bütün demokratları “kolektifler sistemi” üzerine düşünmeye çağırıyoruz. Özellikle de “nasıl mümkün olamayacağı” üzerine değil, “nasıl mümkün olabileceği” üzerine düşünmeye. Çünkü düşünme olanakları sınırsız olan insan aklı için “imkânsız” diye bir şey olamaz. Mondragon gibi yaşanmış ve başarılı olmuş bir örneğe bakarak da diyebiliriz ki “demokratik toplum” bir ütopya değildir.  Zaten hangi ütopya “ütopya”dır ki…” diyordu.

Bu ay temsil ve siyasal partiler arasında giderek açılan mesafeyi ve gerçeklikten kopuşu anlatan son derece önemli bir diğer yazı da Mehmet Kazancoığlu’dan geliyordu. Türkiye’deki siyasetin temel sancılarından birisi olan temsil edilememe sorununu aşmada ana muhalefet partisi CHP’nin sol ve özgürlükçü değerleri temsil etmesinden dolayı bir sorumluluk duyması gerektiğini ve bu sistemi değiştirmesi gerektiğini söylüyordu. Kazancıoğlu “Temsil edildiğinizi mi düşünüyorsunuz? Bir daha düşünün” başlıklı yazısında “Seçen” ve seçilen arasında giderek büyüyen bu “temsil açığının” giderilmesi, demokratik siyasetin sürdürülebilirliği ve yurttaşların gönenç ve barış içinde yaşamlarının güvenceye alınması için en acil ele alınması gereken bir konudur.  Bu konuda görev tüm siyasal partilere düşmekle birlikte, sosyal demokrat ve özgürlükçü siyaset iddiasını taşıyan ana muhalefet partisinin öncelikli gündemi olmak durumundadır.  Yazıda Ana Muhalefetin önce kendi-iç işleyişinde sonra da ülke siyaseti genelinde konu ile ilgili farkındalığı ve katılımcılığı artırma doğrultusunda samimi ve öncü bir yaklaşım içinde olmasının önemi vugulanıyordu. Bu doğrultuda konunun en çarpıcı şekilde seçim politikalarının bir unsuru haline getirilmesi ve tüm siyasi kademelerde ve platformlarda Siyasette Tam Temsil hedefinin savunuculuğunun kayıtsız şartsız yürütülmesine dikkat çekiliyordu.

Sosyal Demokrat düşüncede yeni vurguya atıfta bulunan çığır açıcı bir yazı da Melih Şengölge’den geldi. Sosyal demokrat siyasetin dördüncü evresinde neoliberal kapitalizmin reddi sağ popülizmin yükseldiği dünyada yeni bir alternatif olacak. Bu konuda iki önemli kadın siyasal ekonomist Mariana Mazzucato ve Stephanie Kelton gibi teorisyenlerin, kamu ekonomisinin girişimci devlet veya kamu adına dengeli dağılabilecek para basma modellerini savunan görüşleri de ülkemizde belki ilk defa ortaya konan düşünceler oldu. Bu konuları bıkmadan gündemde tutmayı sürdüreceğimizi buradan belirtmek isterim.

İskender Özturanlı, Toplumcu Düşünce Genel Yayın Yönetmeni

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.