“Dante’nin Evrensel Krallığı” Evrensel Hukuka Dönüşür mü?

Bundan 700 yıl önce Orta Çağın karanlığında yaşayan Dante Alighieri, 13. ve 14. Yüzyılların mücadeleleri ve çileleri içinde bir hayale kapılmıştı.

Bu büyük hayali kısa ömrüne sığdırmış ve insanlığa hem bir müjde vermiş hem de bir hedef koymuştu: Evrenselleşmiş Krallık!  Laik düşünceye de kapı aralayan bu hayalin gerçeğe dönüşmesine bir adım kalmışken bu hayali söndürecek gelişmeler de aynı dönem içinde yaşanmaktaydı.

Yaşadığı zamanın aydınlığını temsil eden Dante için bugün üniversitelerde kürsüler açılıyor, adı ve felsefesi onurla yaşatılıyor. Onun ideali olan “evrensellik” düşüncesi bugün karşımızda bir gerçeklik olarak duruyor. Kimileri için küresel ekonomik düzenden ibaret olsa da karşımızda duran hakikat evrenselleşmekte olan bir dünyadır.

Ortaçağın toplumsal gerçekliği içinde, bir kralın ya da kilisenin önderliğinde bile olsa evrensellik düşüncesine ilham kaynağı olan Dante’nin düşüncesi 20. Yüzyılda Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler gibi evrensel kuruluşlarla ete kemiğe bürünmüştür. Avrupa Birliğinin ulus devletlerin yetkilerini merkezi otoriteye devreden yapısı ise evrensel krallık düşüncesini daha somut ama bölgesel olarak karşılayan bir yapılanmadır.  İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki kutuplu dünyada kurumsal olarak ilk defa vücut bulan bu düşünce, uluslararası ve ulus ötesi sözleşmelerle bağıtlanan dünyada yepyeni bir dönemi başlatmıştı. Üstelik diplomasi hiç olmadığı kadar gelişti ve uluslararası iletişim ağı devletler ve toplumlar arasında sınırların kaldırıldığı bir bütünleşme imkânı yarattı.

Dante’nin Evrensellik Düşüncesi ile Evrensel Hukuk Arasındaki İlişki

Dante, dünyanın, Evrensel Kralın sınırsız otoritesi altında bir birlik oluşturmasını ve tek siyasal erk etrafında biçimlenmesini öngörüyordu. Bu fikir günümüzde, onlarca devletin bir araya gelerek ortak normlar oluşturması sayesinde hayal olmaktan çıkarak kurumsal bir yapının kurulabileceğini gösterdi. Evet, artık krallar hüküm sürmüyor ancak kralların bırakmak zorunda kaldığı yetkiler halkların seçtiği hükümetler tarafından temsil ediliyor.

Evrensel Krallık kuramı, aynı zamanda evrensel barışı hedefliyordu. Yaşadığı dönemde insanlığın geleceğinden endişe duyan birçok filozof ve devlet adamı gibi Dante de evrensel barışa büyük bir özlem duymuş, siyaset ve yaşam felsefesini bu özlem temelinde kurgulamıştır.  Aynı dönemdeki imparatorların dünya devleti kurma hayalleri ise evrensel bir barıştan ziyade evrensel bir güce sahip olma düşüncesi idi. İmparatorların bu düşüncesinin aksine, devletlerin sonu gelmez savaşlarla insanları telef etmesi yerine ortak çıkarlar ve barış için çalışmak Dante’nin idealiydi. Nitekim evrensel hukukun temelini oluşturan tüm ulus-ötesi sözleşmeler ve evrensel normlar da barışı hedefleyerek inşa ediliyor. Evrensel barış düşüncesi, çağlar arasındaki derin uçurumlara rağmen halen güncelliğini koruyor ve bu barışı kuracak güç ve otoritenin nasıl bir yapılanma olacağı tartışması da zaman zaman alevleniyor.

Ortaçağdaki kilisenin otoritesini baz alarak ortaya çıkan bu fikir gerçek anlamda dinler ve uluslar üstü bir yapı olarak Bileşmiş Milletler teşkilatında kurumsallaşmış ve devletlerin otoritelerini kısmen de olsa sınırlayabilmiş, dinsel olmayan bir iktidarın evrenselleşmesi dünya tarihinde ilk defa gerçek bir teşkilata dönüşmüştür. Bunun bölgesel versiyonu olan Avrupa Birliği ise organizasyon yapısı daha güçlü olan bir yapı olarak ulus devletlerin etkisini en üst düzeyde kısıtlamıştır.  Devlet olmanın asli unsurlarından olan para basma hakkı Avrupa Birliğinde ilk defa devlet üstü bir kuruma devredilmiş bulunuyor. Bir süre sonra Küresel bir para birimine geçmek imkânı hala tartışılmakta.

Eleştirilerin odağında olsa da dünya ölçeğinde evrenselliği sağlayacak otorite olarak Birleşmiş Milletler, Güvenlik Konseyi ve askeri güç olarak da Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra küresel çapta askeri güç olarak sadece NATO kalmış bulunuyor.  Öte yandan, hukuk güvenliğini sağlamak üzere; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi sonucunda kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Roma Sözleşmesi ile kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi, Birleşmiş Milletler’e bağlı olarak kurulan Lahey Adalet Divanı ve Luxemburg’da kurulmuş olan Avrupa Birliği Adalet Divanı bulunuyor.

Küresel bir yargı sistemi, küresel çapta yasa yapma hakkına sahip parlamento kurulması ve çıkarılacak yasaların icra yetkisine sahip uluslararası mahkemeler tarafından uygulanması halinde evrensel krallığın fiili olarak kurulmuş olduğu sonucuna varabileceğiz. 

Laiklik ve Evrensel Düşünce

Dante’nin içinde yaşadığı çağın atmosferine uygun olarak kilisenin hegemonyası üzerinden hareket etmesi fikirlerinin laik düşünceden uzakta olduğu anlamına gelmemektedir. Ortaçağın bu hayalperest ozanı çağdaş laiklik kavramının yaratılmasında öncü sayılabilecek bir rol oynamış ve laik düşünceye kapı aralamıştır. Devleti dinin etkisindeki bir erkten ziyade güç ve otoritenin adalet dağıtan ve barışı sağlayan bir mekanizmaya dönüşmesini arzulaması laik düşüncenin de nüvesini teşkil etmiştir. Yoksa dinsel bir otoritenin dünyaya hükmetmesi düşüncesi bulunmamaktadır.  Aynı dönemde dünyanın diğer bölgelerindeki düşünsel kısırlık ile kıyaslandığında kilisenin hegemonyası altında yaşarken de olsa önemli bir hayalin peşine düştüğü kabul edilmelidir. Bugün tüm insanlığın birleştirici gücü hukuk olmak zorundadır.

Evrensel Krallığın günümüze uyarlaması evrensel normlar ve yasalar ile sağlanmak üzeredir. Bu normların olmazsa olmazları; Devletler Hukukunun İç Hukuka Üstünlüğü İlkesi, Uyuşmazlıkların Barışçıl Yollarla Çözülmesi İlkesi, Yargı Bağımsızlığı, İnsan Hakları, Çevre Hakkı, Su Hakkı, Kadın Hakları, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Hukukun Üstünlüğü, Yaşam Hakkının Korunması, Mülkiyet Hakkı, İşkence Yasağı, Irkçılığın ve Ayrımcılığın Yasaklanması ve Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi ve benzeri ilkelerin müeyyideye bağlanmış bir şekilde uluslararası hukuk tarafından korunmasıdır. Uluslararası Hukuk bu normları koruduğu ve geliştirdiği ölçüde evrenselliği, barışı ve dünya çapında huzuru koruma yolunda ilerleme sağlanabilecektir.

Dante’nin romantizmi aydınlanma devrinde temelleri atılan demokratik toplum kurumları ile ve 20. yüzyılın ete kemiğe bürünen evrensel norm ve kurumları sayesinde hayatın gerçekleri ile buluşmaya başlamıştır. Savaşlarla kan gölüne dönen dünyanın kasırgasını dinginleştirmek isteyen çağımız insanı milyonlarca insanın öldüğü ikinci dünya savaşı sonrası nihayet enternasyonal bir çabaya girişmek zorunda kalmıştır.

Devletlerin asıl görevinin özgürlüğü, adaleti ve barışı sağlamak olduğu küresel toplumun nihayet aklına gelmiş, insan ırkı birlik ve hukuk içinde hareket etmesini sağlayacak mekanizmalar da bundan sonra kurulmuştur. Hukuk artık evrensel bir boyut kazanmaya başlamış, ilk uluslararası mahkemeler de bu dönemde kurulmuştur. Uluslararası mahkemeler tarafından yapılan ilk yargılamaların insanlığa karşı işlenen suçlar ve savaş suçları olması da buna paralel bir gelişmedir. Özellikle 2. Dünya Savaşından sonra tüm uygarlıkların ve ülkelerin benimsediği, uluslarüstü kurumlarca geliştirilen ve kaleme alınan evrensel değerler ve uygarlık kriterleri gelişmiştir. Bu durum tarihte ilk defa meydana gelmektedir ve insanlığın uzun tarihi içinde yepyeni bir gelişmedir. Bugün artık laik düşünce olmaksızın evrensellik iddiasının ileri sürülemeyeceği, evrensel olmayan bir düşüncenin de barışı getiremeyeceği genel kabul görmüş bir teoridir. Dünyada savaşların ve iç çatışmaların en çok olduğu bölgelerin laik düşünceden uzak ülkeler olması bu teoriyi doğrulayan en önemli unsurdur.

İnsanlığın ve Evrensel Hukukun Önündeki Açmazlar

Dünyanın nüfusu ilk defa bu kadar artmış, teknoloji ve iletişim ilk defa bu kadar gelişmiş, internet ve telekomünikasyon sayesinde dünya küçük bir köye dönüşmüş, insan elinin değmediği alan neredeyse kalmamıştır. Bu nedenle, geçmiş yüzyıllarda yapılmış tüm devlet ve medeniyet yorumlarını bir kenara bırakarak bu yeni duruma göre dünyayı yeniden yorumlamak gerekmektedir.

Çünkü kısıtlı kaynaklar, doğa, toprak, su, ormanlar gibi varlıkların azalması, buzulların erimesi, ekolojik dengenin bozulması, Moğolistan ve Sibirya gibi bölgeler dışında tüm topraklarda yerleşimin yaygınlaşması ve popülasyonun artması ile dünyadaki kaynaklar azalmakta, çevre kirlenmekte, ekonominin gelişmesine rağmen yaşam kalitesi azalmaktadır. Nüfusun artmasına, doğanın tüketilmesine rağmen iletişimin güçlenmesi insanlığın birleşerek ortak noktalar ve ortak çözümler bulmasını kolaylaştırabilecektir. Özellikle salgın ve ekolojik felaketler çağında bu uzlaşmanın ve iletişimin sağlıklı bir şekilde kurulması büyük önem taşımaktadır.Bu durum aynı zamanda çıkar çatışmalarının ve kavgaların artmasına da neden olabilecektir.

Bu noktada çözüm, uluslarüstükurumlar vasıtası ile tüm insanlığı kapsayacak yasaların yapılması ve tüm dünyaya uygulanacak kuralların belirlenmesidir. Bu yasalaşma sözleşmelerle kısmen yapılmıştır. Uluslararası mahkemelerin sayısı artırılmalı, acilen bir Çevre ve Doğa Hakları Mahkemesi kurulmalıdır. Uluslararası mahkemelere icra yetkisi verilerek daha etkin hal getirilmesi ve devletlerin bu mahkemeler karşısında evrensel hukuka aykırı hareket edemez hale getirilmesi ve uluslararası hukuka uygun hareket tarzına göre yapılandırılması gerekecektir.

Artık kötülükler de iyilikler de küresel hale gelmiş bulunuyor. Moda, sanat, insan hakları mücadelesi, kadın hakları hareketleri, çevrenin korunması ve birçok alan küresel bir mesela haline geldi. Buzulların erimesinin tüm küreyi tehdit ettiğinin ayırdına varan bir uluslararası toplum oluştu. Çevresel atıkların denize bırakılmasının başka ülkelerin insanını zehirlediği artık biliniyor ve devletlerarası bir soruna dönüşebiliyor. Romanya’dan bırakılan atıkların Trakya çevresini zehirlediği herkesin malumu. Bilim insanları, sadece iki nesil sonra insanların büyük çoğunluğunun ciddi su sıkıntısı yaşayacağını söylemekte. Amazonların tahrip edilmesinin tüm dünya için bir tehdit olduğunu bilen bir uluslararası toplum var karşımızda.

Bir yandan evrensel normlar gelişirken bir yandan da kötülükler sistematik hale gelmekte ve iyilik ile kötülüğün savaşı devam etmekte. Üstelik dünya siyaset sahnesinin zirvelerinde bu savaşı açıkça görüyoruz. Dünyanın güç merkezi olan ABD’yi dört yıl boyunca yöneten Donald Trump hem seçilmeden önce hem de seçildikten sonra dünyanın tüm demokratik değerlerine açıkça ve pervasızca saldırarak kendine siyaset alanı açabildi. Tüm diplomasi kurallarını, tüm retorikleri ve normları altüst etmeyi göze alarak ilerlemesine rağmen toplumdan destek alabileceğini gösterdi. Fakat her halükarda; tüm dünyaya kötü bir kültür ve umutsuzluk yayan, faşist, ırkçı ve kanunsuzluk yapmaktan kaçınmayan siyasetin tasfiye edilmesi olumlu bir gelişmedir. Topal ördek iken bile Açık Semalar Sözleşmesinden çekilebilen siyasal saldırı püskürtülmüş gibi görünse de toplumların derin katmanlarında bu savaş devam ediyor ve edecek. 1984’ün Büyük Birader’inin merkezi kamera sistemine teslim olmak ya da olmamak insanlığın önünde bir tercih olarak duruyor.  Evrensel normlarla çalışan bir hukuk düzeni mi kurulacağına yoksa totalitarizmin pençesinde insanlığın tüm değerlerini yok eden vahşi bir rant zincirine mi teslim olacağına dünya toplumları karar verecek. İnsanlık hangisini tercih edecek?  Evrensel hukuku, her türlü teknolojik vasıta ile denetlenen baskıcı bir rejim olarak tasarlamak da mümkün, birey olmayı seçmiş insanlarından oluşan ve ortak norma saygılı bilinçli dünya yurttaşlığını kuran yeni bir düzen olarak da.

Dante’nin Evrensel Krallık hayalinin gerçeğe dönüşmesine sadece bir adım kaldı. Kötülüğün sıradanlaşmasına alışmadan dirençle iyiliğin ve insanın özüne uygun olanın peşinde koşacağız. Tek ırk insan ırkıdır diyerek yolumuza devam edeceğiz. Umudumuz binlerce yıllık birikimin ışığında oluşan evrensel normların egemen olduğu yepyeni bir dünya ve yepyeni bir insanlık olmaya devam edecek. Sümerli yargıçların yaydığı ışığı 21. yüzyılda bile köreltmeye çalışan faşist zihniyete rağmen! Evrensel normlar oluşturmanın yanında yerel anlamda hukuka ve normlara uygun davranan bir toplum inşasının önemini de unutmayarak.

İbrahim Aycan, Hukukçu

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.