“Sanan İnsan” ve Salgın

Salgın dönemindeerken bir yazı yazmayı mantıksız bir eylem olarak algılamak olası, çünkü şu anda yaşanan gerçekliğin bütünüyle içindeyiz ve nesnel olarak onu doğru algılamak için yeterli uzaklıktan bakabilecek bir durumda olduğumuz söylenemez.

Diğer yandan, dil ile var olan gerçekliği algılamaya çalışmak insana özgü bir eylem.

O zaman tekrar soralım: Salgın hakkında söylem üretmek zorunda mıyız? Ya da henüz tam da ortasındayken ve hata ihtimalinin büyük olduğu bir dönemde geleceği öngörmeye çabalamalı mıyız? Yine yanıtlayalım: Evet, çünkü söylemlerimizin dönüştürücü gücü var ve onlar eylemlere öncülük edebilirler. Salgın sonrası değişimi yaratacak aktör yine insan olacaktır. Bunun için de değişim zorunluluğunun önce insan zihninde haklılığını kanıtlaması gerekir.

Arınma ve yenileniş dönemlerinde insan bilinci bir uyum ihtiyacı hisseder, bu yeni bilincin kolektif biçimde kabullenilmesi zaman alabilir.İçinde bulunduğumuz dönemde insan ve doğa arasındaki uyumun bozulma süreci doruk noktasına ulaşmış görünüyor. İnsanoğlunun “sandığı” kadar zeki olmadığını gördüğü anlardan birine tanıklık etmekteyiz.

Sanma Eylemi

Dostoyevski’nin insana özgü düşüncesini şu cümlesi güzel özetler: “İnsan her şeye alışan bir yaratıktır ve sanırım bu onun en iyi niteliğidir.”[1]  Peki, insan alışma durumuna nasıl ulaşır?  Bunun şu şekilde gerçekleşmesi mümkün görünüyor: Öncelikle insanı sanan bir varlık olarak nitelendirdiğimizde, insan dış gerçekliği (ya da doğayı) kontrol etmek ve sanma eylemini varoluşun kendisi haline dönüştürmek ister. Varoluş ise her zaman kabullenici yüzünü göstermez. Böylece sanan insan yeni gerçekliğe alışmak zorunda kalır.

Sanma, insan bilincini ve varoluşu açıklama potansiyeli olan muhteşem bir kelimedir. İnsanlığın düşüncesi sosyal gerçekliğe uymuyorsa –bu sosyal bilimler için kritik önemdedir- düşünce, sanma halini alır.  Düşüncelerin dış gerçeklikle aralarında bir uyum bulunmuyorsa ve sanma eylemi yoğunlaşıyorsa  Katharsis (Arınma) süreci gereklidir.  İnsan, sadece Katharsis sürecine girdiğinde kontrol artık insan bilincinde yerini kaybeder ve doğayla bütünleşme gerçekleşebilir.  Katharsis salgın gibi kolektif karmaşa süreçlerinde daha hızlı gerçekleşebilir. Katharsis büyük dönüşümü simgeleyen bir sürecin başlangıcıdır.

Gerçekten de felsefenin ve bilimlerin yapmaya çabaladığı içsel ve dışsal olan arasındaki dengeyi bulmaya çabalamaktır.Christopher Claudwell’in deyişiyle:

“ İnsan ile Doğa’nın mücadelesi, düşünce alanında felsefenin en eski sorunu olan özne- nesne ilişkisi biçimini alan bir maddi harekettir…Toplumda insanla Doğa’nın mücadelesi, bir bütün olarak düşünce alanında gerçeklik (reality) ya da hakikat (truth) olarak yansır. Bu hakikat ya da gerçeklik, yukarıdan inme bir şey değil, yaşayan, büyüyen, gelişen bir karmaşadır.”[2]

Bu karmaşa içerisinde insan düşünen ya da farkında olan bir varlık değildir,sanan bir varlıktır. Bunun sosyal bilimler açısından anlamı büyüktür. İnsan yaşamı emin olmama haliyse, insan varoluşla arasındaki boşluğu fark edemez.  Farkındalık insana özgü bir kavram değildir. Boşluğu doldurma çabası dahi insan doğasıyla uyumlu değildir.

Öyleyse sanma eylemi nedir? İnsanlık durumunun içinde bulunduğu uyumsuzluk halidir. Sanma insanoğlunun yaşama biçimidir; çünkü her zaman insan bilinci ve dış gerçeklik arasında bir boşluk bulunur. Bu boşluk tüm insan varoluşunun hikâyesi olabilir. Varoluşçuların üzerinde durduğu intihar sorunsalı dahi bu boşluğun yansımasıdır.

Sanan insan salgın gibi varoluşsal risklerle arasına mesafe koyar. İnsan zihni bu tür riskleri öteler. Ancak salgının insan bilincini ve düşünüş biçimlerini değiştireceği öngörülebilir. İçinde bulunulan salgın, insanı varoluşa yakınlaştırıp sanma eyleminden çıkarabilir.  Sanma eylemi varoluşun içinde kaybolabilir.  Salgın, sanma eyleminden varoluşa götüren bir araç olarak algılandığında insan yaratıcılığını yeniden doğurabilir.

Sanan İnsanın Yanılgısı

Salgın tehlikesi konusunda hükümetlerin uzmanlar tarafından kendilerine sunulan raporları ciddiye almadıkları görüldü.  Örneğin, Cambridge Üniversitesi’nde The Centre for the Study of Existential Risk (Varoluşsal Risk Araştırmaları Merkezi) merkezinde çalışan uzmanlar salgın gibi biyolojik risklere dikkat çektiler.  Birçok uzman küresel bir salgın tehlikesinin yaklaştığını ısrarla vurgulamaya devam etti.  Ne var ki aslında hükümetlerin, iklim değişikliği gibi varoluşsal risklerden çok somut gündelik sorunlara eğilmekle yetindikleri görüldü. Uzmanlar salgının olma olasılığının çok yüksek olduğunu ifade etseler de karar verici yetkililer gerekli önlemleri almadı.[3]

İnsanoğlunu uyaran ve varoluşsal riski zaman zaman hatırlatan izlerin kendisini sıklıkla hatırlattığı söylenebilir.  Varoluş önceden işaretlerini vermeye başlar.  Ancak insanın yaratmış olduğu statik kurumların verdiği tepkilerin varoluşun hızına ve döngüsüne yanıt vermesi hep gecikir.  Hele hele doğayla uyumu tamamen bozulan bir insanlığın felaketlere tepki vermesi daha da zorlaşır.  Yapılması gerekenler vardır; ancak bu ödün vermeyi gerektirir, insan ise varoluş ile karşıtlık içerisinde elde ettiğini sandıklarını bırakmayı hiç istemez. Tüm toplumlar böyledir.  Kolektif biçimde doğruları belirlediğini sanarak yaşar.

Machievelli’nin bakış açısı da bu süreçte liderlerin ve sanan insanın yönettiği kurumların yetersizliğini kavramak açısından değerlidir. Prens adlı eserinde Fortuna ve Virtù kavramlarına yer verir ve aralarındaki ilişkiyi ele alır.[4]  Machievelli, Fortuna kavramını insanlığın kontrol edemediği tüm olaylar için kullanır. Covid-19 salgını da Fortuna olarak nitelendirilebilir. Machievelli, Fortuna’ya karşı duran insan enerjisini ve eylemini ise Virtù kavramıyla açıklar.

Gerçekten iyi liderlerin olmadığını ve insanların yarattığı kurumların ve siyasetin Fortuna’ya karşı gerekli tepkiyi veremedikleri açık biçimde gözlemleniyor. Salgın sürecine ya da Fortuna’ya karşı gerekli insan enerjisi ve eylemi sağlık çalışanları gibi toplumun yükünü taşıyan kesimlerden geldi.  Her ülkede, insan enerjisini yansıtan birçok örnek ön planda yer aldı.

Bir an durup bu salgının daha ölümcül olduğunun düşünülmesi –ki bu ihtimalin hep olabileceği ihtimali araştırmacılar tarafından vurgulanıyor- aslında yaşamlarımızın kırılganlığının ve sonluluğunun bilincine varmak için değerlidir. Stoacıların negatif görselleştirme pratiği dedikleri bu yöntemle olabilecek daha olumsuz olayların düşünülmesi insanın hep daha fazlasını elde etme isteğini belli biçimde sınırlar.

Ulrich Beck gibi sosyologların risk toplumu( Risikogesellschaft) olarak adlandırdığı modern toplumlarda belirsizlik giderek güçlenmekte ve yeni varoluşsal riskler artan hızla kaçınılmaz hale gelmektedir.  Beck, Politik in der Risikogesellschaft adlı eserinde ekolojik krizleri modernliğin merkezinde değerlendirir ve çevresel risklerin sanayi toplumunun kontrol edilemez biçimde baskın bir sonucu haline geldiğini vurgular.  Kitabında üzerinde durduğu sav şudur: Yeni keşfedilen hastalıklar, virüsler, iklim değişikliği gibi toplumların maruz kaldığı risklerin hep insan-dışı faktörler tarafından yaratıldığı düşünülür.  Hâlbuki yaşadığımız salgında olduğu gibi bu riskler modernleşme sürecinin sonuçlarıdır. Modernliğin bir kırılma yaşayarak, klasik sanayi toplumunun hatlarından çıkan ve risk toplumu olarak şekillenen yeni bir biçime kavuştuğunu savunur.[5]  Sanan insan ise bu risklerin hep var olduğunu, değişmediğini ve kendisinden bağımsız olduğunu öne sürmeye devam eder.Halbuki büyük olasılıkla bu salgın insan eylemlerinin doğrudan sonucu olarak meydana geldi.

Sanan insanın ruhsal bunalımı değer sıralamasının yanlışlığından kaynaklanmaktadır. Erich Fromm’un ileri sürdüğü gibi, zekâsının yardımıyla doğanın denetim altına almayı yaşamdaki en büyük amaç olarak görür.  Değer sıralamasında yaşama, mülkiyetten daha alt sıraya geçer.[6]  Erich Fromm, nevrotiklerin gerçeğin kendi düşünceleri doğrultusunda olması gerektiği konusunda direttiklerini belirtir.  Dolayısıyla sanan insan nevrotiktir. O halde varoluşa nasıl sağlıklı yanıt vermeliyiz?  Erich Fromm’a göre insan dünyayla ondan yararlanmak için değil, Spinozacı temelde yaratıcı anlamda bağ kurmalıdır.[7] Aynı zamanda, sanan insanın salgını gerçek görüntüsü bozulmuş çarpıtılmış biçimde görme durumundan kurtulması gerekir.  Fromm’un da belirttiği gibi: “Bundan başka insan baskı altındayken dünyayı düzmece bir bilinçle tanıyor, gerçek olanları değil de düşünsel imgeleri, gerçekler yerine koyuyor.”[8]

Sanan İnsanın Kurumlarının Dönüşümü

İnsanlığın oluşturduğu kurumlar donuk ve statiktir; ancak bilincin varoluşa uyumuyla evrilirler. İnsanın yarattığı kurumların da doğa ve insan arasındaki uyuma hizmet edecek hale gelmesi gerekir, çünkü insanlığın oluşturduğu kurumsal yapıların yönetemeyeceği kadar büyük bir uyumsuzluğun olduğu açıktır.Yıllarca süren kemer sıkma politikaları nedeniyle zayıflayan sağlık sistemleri, krize yeterli yanıt veremeyen uluslararası kurumların bu sürece hazırlıksız yakalanması bu uyumsuzluğu gözler önüne serdi.

Sanan insanın kurumları açısından öngörüde bulunan ve tartışmalara katılan filozof ve sosyal bilimcilerin düşüncelerini irdeleyelim: Amerikalı filozof ve yazar Martha Nussbaum, Korkunun Monarşisi adlı kitabında liderlerin, insanların varoluşsal endişelerini iktidarlarını sağlamlaştırmak ve demokrasiyi yok etmek için manipüle edebileceğini öne sürer.  Gerçekten de, mevcut durumu sivil haklar üzerindeki kısıtlamaları uygulamak için kullanabilen sağ hükümetler birçok yerde gözlemlenmektedir.  Bu anlamda, devam eden Covid-19 salgını gibi krizler otoriter eğilimlere geçişi de tetikleyebilir.[9]  Nussbaum, krizler ve belirsizliğin korkuyu ve öfkeyi tetikleyebileceğini ve demokrasi için bir risk oluşturabileceğini vurgular.  Dahası, politik olanın duygusal olduğunu ileri sürer ve küreselleşmeninBatı’daki milyonlarca insanda güçsüzlük hissi yaratma sürecini ve bu güçsüzlük duygusunun, kızgınlık ve suçlamaya dönüşmesini ele alır.  Şüphesiz modernliğin getirdiği bu güçsüzlük hissinin salgınla birlikte daha da arttığını gözlemliyoruz.  Suçlanacak bir öteki yaratılması sanan insanın bu süreçteki olağan savunma mekanizmalarından birisini oluşturmaya devam ediyor.

Aynı zamanda, aşağıda da ele alınacağı üzere, otoriterleşme ve biyopolitika olgusu sanan insanın kurumlarından beklenebilecek uyumsuz bir dönüşüm hamlesi olarak filozofların ve sosyal bilimcilerin yoğun biçimde tartıştığı bir konu haline geldi.  Realist uluslararası ilişkiler kuramının temsilcisi Stephan Walt’a göre salgın devleti ve milliyetçiliği güçlendirebilir.  Bu görüşe göre, hükümetlerin birçoğu kriz bittiğinde acil önlemler sırasında kazandığı yeni yetkilerden vazgeçmeye razı olmayacaktır.  Dolayısıyla, Walt, dünya siyasetinin temelde çelişkili doğasının değişmeyeceğini öne sürmektedir. Bunun kanıtı olarak da geçmiş örneği kullanır:   Önceki salgınlar, yeni bir küresel işbirliği çağını başlatmadıysa ve güç için rekabete son vermediyse, Walt’a göre Covid-19 da buna neden olmayacaktır.[10]

Biyopolitika alanındaki çalışmalarıyla tanınan İtalyan filozof Roberto Esposito da biyopolitikanın sürekli hale geleceğini öne sürmektedir.  Esposito da biyoteknolojinin bir zamanlar doğum ve ölüm gibi sadece doğal olarak kabul edilen alanlara müdahale ettiğini, günümüzde ise tüm siyasi uzlaşmazlıkların temelinde siyaset ve biyolojik yaşam arasındaki ilişkinin olduğunu vurguluyor.  İtalyan Filozof Rocco Ronchi de salgının zorladığı acil durum önlemlerinin, “istisnai durumu” evrenselleştirdiğini ve Foucault’nun modern egemen gücün biyopolitik olduğuna yönelik tezini doğruladığını savunuyor.[11]

Covid-19’un etkisini değerlendirirken, söz konusu filozoflar, Foucault’nun on yedinci yüzyılın sonlarında salgının neden olduğu yeni gözetleme ve denetleme biçimlerini anlattığı Disiplin ve Cezalandırma: Hapishanenin Doğuşu adlı eserini temel alıyorlar.  Gerçekten de bu krizin sonunda İtalyan filozofların dışında realist Walt’ın da vurguladığı gibi hükümet ve devletlerin gücünün büyük oranda artması beklenebilir.

Filozoflar, yöneticilerin biyopolitik disiplini uygulamak için salgını kullandıklarından endişe ederken, yönetici sınıfın ise karşıt bir kaygısı olduğu öne sürülebilir.  Filozoflar, sokağa çıkma yasağı gibi bulaşma önleme tedbirlerini bir kontrol mekanizması olarak görürken, yöneticiler ise bunun otoritelerini zayıflatacağından korkuyor.  Bu savın doğruluğunun kanıtı olarak Boris Johnson ve Trump öne çıkan örnekler olarak değerlendirilebilir. Her iki lider de karantina uygulamasına uzun süre direnmiştir.[12]

Sonuç

İnsan ayrıksı bir varlık değildir.  Sadece öyle olduğunu sanan bir varlıktır.  Hiçbir varlığın yalnız olmadığına dair Stoacı bilince yavaş yavaş ulaşmış olmalıyız.  Salgının yayılma hızı hepimizin daha büyük bir bütünün parçaları olduğunu doğruluyor.

İtalyan filozof Rocco Ronchi de yaşanılan travmanın somut gücünün, bütünün her zaman parçada bulunduğunu ve her şeyin bir anlamda, her şeyin içinde olduğunu ve doğada bir istisna oluşturan özerk bölge kalmadığını kanıtladığını vurgular.  Dolayısıyla, kimse, böyle bir zamanda, kendisini kendi başına kurtarmanın mümkün olduğunu düşünemez.  Ronchi’ye göre virüsün erdemleri arasında, daha iyi bir özgürlük fikri üretme yeteneği de vardır.  Bunu belki şöyle yorumlayabiliriz: Fortuna’ya karşı özgür olmak, belirli bir durumda yapılması gerekeni yapmaktır.  Bu felsefi bir soyutlama olarak değerlendirilmemelidir.[13]  Virüsün yarattğı bu erdemi insanların müthiş enerjisinde, binlerce insanın enfeksiyonun yayılmasını yavaşlatmak için gösterdiği ciddiyet ve bağlılıkta somutlaştığını gözlemledik.  İnsan evrenin ayrılmaz bütünlüğünün parçasıdır.  Gerçeği görmek ve ona uyumlu davranmak zorundayız.

Şu an tam fark edilmese de kolektif bilinç dönüşmektedir. Bilinç dönüşümleri farkında olmadan sosyal gerçekliğe egemen olabilir. Aslında bu tür salgınların bir tür psikanalist görevi gördüğünü söyleyebiliriz.  Sanan insanın bilinçdışında yer alan ve onu rahatsız eden patolojileri ortaya çıkarıp arınmasını sağlayabilir.  Covid-19’un getirdiği yeni hayat pratiklerinin insanlarda bir bunalmaya yol açtığı ve bu bunalımın bir Katharsis’e yol açacağına söylemek mümkün.  Bu sanan insanın varoluşla bütünleşmesi için gerekli bir süreç. Programlı bir varoluş hayali sanan insana özgü olsa da varoluş engebelidir.

Richard Sennett Kamusal İnsanın Çöküşü kitabında maske takmanın medeniyetin esası olduğunu belirtir.[14]  Bu söz sanan insanın varoluşla uyumlu hale gelmesinin sembolü olarak ele alınmalı; çünkü artık insanlar toplumsallaşmak için hem soyut olarak hem de somut olarak maske takmaya devam ediyorlar.  Maskenin salgının sembolü haline geldiğini söyleyebiliriz.

Son olarak Wittgenstein’ın Sanan insana yaptığı öneriyle analizi sonlandıralım:

Yaşamın sorunsal olması, yaşamının, biçimine uymaması demektir. Öyleyse, yaşamını değiştirmelisin; yaşamın biçimine uyduğunda, sorunsal olan da yok olacaktır.[15]

Can Büyükbay


[1]Fyodor Dostoyevsky (2012): Ölüler Evinden Notlar. Can Yayınları. s.16.

[2]ChristopherCaudwell (1988): Yanılsama ve Gerçeklik, Pavel Yayınevi.s.170.

[3]Andrew Anthony, What if Covid-19 isn’t our biggest threat? The Guardian, 26.04.2020

https://www.theguardian.com/science/2020/apr/26/what-if-covid-19-isnt-our-biggest-threat [09.05.2020]

[4]Niccolo Machiavelli (2018). Prens. Can Yayınları.

[5]UlrichBeck (1991). Politik in der Risikogesellschaft. Suhrkamp.

[6]Erich Fromm (1978). Psikanalizve Zen Budizm.Çev:IlhanGüngören s. 14.

[7]a.g.e.,s.33.

[8]a.g.e., s.92

[9] Nussbaum, Martha (2018). The Monarchy of Fear: A Philosopher Looks at Our Political Crisis.Hardback.

[10]Walt, Stephen (2020). World Order After Coronavirus Pandemic. https://foreignpolicy.com/2020/03/20/world-order-after-coroanvirus-pandemic/[11.05.2020]

[11]Rocco Ronchi, The virtues of the virus, Coronavirus and philosophers. European Journal of Psychoanalysis.

https://www.journal-psychoanalysis.eu/coronavirus-and-philosophers/  [09.05.2020]

[12]MarcoD’eramo (2020). The Philosopher’s Epidemic.New Left Review 122.https://newleftreview.org/issues/II122/articles/marco-d-eramo-the-philosopher-s-epidemic [08.05.2020]

[13]Rocco Ronchi, The virtues of the virus, Coronavirus and philosophers. European Journal of Psychoanalysis.

https://www.journal-psychoanalysis.eu/coronavirus-and-philosophers/  [09.05.2020]

[14]Richard Sennett (2002).KamusalİnsanınÇöküşü, Çev. Serpil Durak-Abdullah Yılmaz, AyrıntıYayınları.

[15]Ludwig Wittgenstein (1999). Yan Değiniler, çev: OruçAruoba, Altıkırkbeş. s.25. “Dass das Lebenproblematischist, heisst, dass das Lebennicht in die Form des Lebenspasst. Du mussdanndeinLebenverandern, und pass es in die Form, dannverschwendet das Problematische.”

2 Comments

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.