Dünya siyaseti neoliberal hegemonyanın krizine tanıklık ediyor. Bu süreçte hangi siyasi güçlerin başarılı olacağı ve toplumların kolektif iradesinin ne yöne evrileceği belirsizliğini koruyor.
Bu krizin sonucunda yaygınlaşan sağ popülizm, toplumların ve bireylerin irrasyonel yönlerini kullanarak siyaset stratejisini bireylerin ve kitlelerin en ilkel güdülerine hitap edecek biçimde kurguluyor. Dolayısıyla siyasi çatışma stratejisinin popülizm ekseninde şekilleneceği varsayılabilir.
Kriz ortamında, sosyalist ilkelere dayanan bir siyaseti savunan ve sol popülist söylemi kullanan oluşumların ortaya çıktığını gözlemledik. Değişen koşullara ve ulusal bağlamlara uyarlanmış yeni taktik ve stratejileri uyguladıklarında başarılı ve etkili olduklarınıda saptayabiliriz. Bu hareketlerin teorisyeni olarak kabul edebileceğimiz Chantal Mouffe, 2008 sonrası oluşan neoliberal hegemonik oluşum krizine müdahale etmek için sol popülist stratejiyi önerir. Bu stratejin amacı kolektif iradeyi inşa etmek ve buna bağlı olarak demokrasiyi derinleştirerek iktidara gelmektir.
Sol popülist stratejiden söz ederken, Ernesto Laclau’ya da değinmek yerinde olur. Laclau, siyaseti ve popülizmi değiştirilebilir terimler olarak kullanır ve popülizmi olumsuz anlamından uzaklaştırır. Dolayısıyla popülizm, zamana ve mekâna göre farklı ideolojik biçimler alabilen siyaset yapmanın bir yoludur. Sol popülist strateji, duyguların siyasi kimliklerin oluşumundaki belirleyici rolünü keşfetmek için psikanalizi kullanır. Karşı hegemonya kurmak amacıyla, öznellik konusunu ve kitleleri harekete geçirmenin önemini ele alır. Freud ve Spinoza’dan yararlanarak kolektif süreçlerde libidinal bağların altını çizer ve insan doğasındaki irrasyonel yönlere dikkat çeker.
Bu bağlamda önemli olan nokta sol popülizmin bireylerin irrasyonel tarafına hitap eden stratejiyi yansıtması ve harekete geçirmesidir. Bunu yaparken, politik sınırları doğru kurgulayarak neoliberalizme bir alternatif önerir. Dolayısıyla, sol popülist stratejiyi kitlelerde ve bireylerde bulunan irrasyonel öğenin kökeni ilgilendirmektedir. Sol popülizm aynı zamanda neoliberal hegemonyanın bir sonucu olan post-demokratik duruma karşı çeşitli direnişlerin bir ifadesidir. Her şeyden önce, bu post-demokratik durum, dünya toplumlarının artan oligarşizasyonu arasında, demokratik idealin iki ana unsuru olan eşitliğin ve halk egemenliğinin güçlendirilmesini ana söylemler olarak ön plana çıkarır. Sol popülist strateji, “halk” ve “oligarşi” arasında sınırları kurarak, özellikle gelir adaletsizliği ve seslerini duyuramamak konusunda öfkeli olan kolektif iradeyi yönlendirerek sağ popülizme karşı çok yönlü mücadeleleri birleştirme amacındadır. Şu noktayı da vurgulamak önemlidir: Ana popülist fikir, yani servet ve gücün bir azınlık tarafından tekelleştirildiği, aslında sol görüşü yansıtan bir fikirdir.
1895 yılında Gustave Le Bon, irrasyonel korkuların ya da tutkuların kitleleri ne kadar kolay yanlış yönlendirdiğini göstermiştir. Alt sınıfların irrasyonellik ile özdeşleştirilmesi, hem eski hem de modern siyaset teorisinde gözlemlenmektedir. Sol popülizmin öncüsü olarak kabul edebileceğimiz Freud, kitle veya kitle psikolojisi açısından lider ya da baba figürünün rolünü vurgular. Freud, bireylerin kendi bireysel egoları veya ego ideallerine yönelik olarak bir liderin imajını sahiplendiğinde güçlü bir iç grubun oluştuğunu öne sürer. Sonuç olarak, bir kalabalığın her üyesi aynı ego idealine sahip olduğunda, bu durum üyelerin birbirleriyle özdeşleşmelerini sağlar. Özdeşleşme, grup üreten mekanizmadır. Freud, özellikle bir lider tarafından teşvik edildiğinde, karışık ve düzensiz bir şekilde de olsa kitlelerin bilinç öncesi durumlarını bilince aktarıldığını vurgular.
Kolektif iradenin inşası açısından insanları harekete geçmeye neyin motive ettiğinin kavranması önemlidir. Kitleleri rasyonel hesapların ve irrasyonel güdülerin sentezinin harekete geçirdiğinden hareket etmek doğru görünüyor. O halde, uzun yıllar boyunca sol siyasetin kitlelerin rasyonel karar alma yeteneğine güvenirken, irrasyonel yönünü ihmal ettiğini iddia edebiliriz. Bireylerin ve kitlelerin rasyonel tarafına odaklanan bir sol siyasetin başarı kazanması sanal gerçekliğin güçlendiği bir çağda daha da zorlaşmış görünüyor.
Öyleyse şu soruyu soralım: İnsanların en derin arzuları ve korkularının siyasete yansımasına karşı sol popülizm nasıl bir strateji izlemelidir? Sağ popülizm, insandaki ve kitlelerdeki saldırgan içgüdüleri ve yıkıcı istekleri -bir diğer deyişle Freud’un kullandığı anlamda Thanatos’u- harekete geçirmektedir. Sağ popülizm libidinal güçleri stratejik olarak kullanarak yönlendirmeyi amaçlarken, sol popülizm insanın ve kitlelerin içindeki diğer güçlü bir yaratıcı içgüdü olan Eros’u harekete geçirmeye odaklanabilir. Gerçekten de Frankfurt Okulu’ndan Herbert Marcuse, Freud’a atıfta bulunarak tam da Eros ve Thanatos arasındaki antagonizmi toplumsal değişimin ana etkeni olarak değerlendirir. Sol popülizmin kitleleri en az yıkıcı güç Thanatos kadar etkili olan yaratıcı Eros’a yönlendirmesi önemlidir. Bu ilkel dürtüleri açığa çıkaran sağ popülizme solun vereceği temel stratejik yanıttır.
Liderlerin veya partilerin kitle psikolojini nasıl yönlendirdiği ise sol ve sağ arasındaki farkı aydınlatır. Bu durum kitle psikolojisi konusunda iki farklı yaklaşıma yol açar. Popülist sol, bireysel egonun grup baskılarına direnme yeteneğini güçlendiren grup ya da kitle örgütlerini ve demokratik süreçleri ön plana çıkarırken; popülist sağ, lidere itaati ve gruba uyumu vurgular.
Sonuç:
Duygusal yakınlık ve özdeşleşmeler, politik eylemin itici gücü olarak sol popülist stratejide kullanılabilir. Belirli bir eylem doğrultusunda arzuyu kışkırtan ilişkiler politik söylemde dile getirilmelidir. Solcu bir popülist rotaya doğru arzuları yönlendirmek ve demokratik düzen ve kolektif siyasi kimlikler yaratmak için duygusal yakınlığı harekete geçirmek gerekir. Sol popülist strateji heterojen ve çok boyutlu talepleri güçlü biçimde vurgularken ve hegemonya kazanmaya çabalarken insanların irrasyonel tutkularını ve kurumlara yansımalarını dikkate alabilir. Rasyonel hesaplamalarla her zaman sonuca ulaşmak olanaksız görünmektedir. Gerçekten de kitlelerin sadece rasyonel hareket etmediğini vurgulamakta yarar bulunmaktadır. Ekonominin her ne kadar seçmen davranışlarında belirleyici ve güçlü bir etkisi olabilse de toplumsal kutuplaşmanın arttığı, sınırların keskinleştiği bazı durumlarda bu etki sanıldığı kadar büyük değildir.
Can Büyükbay
Kaynakça:
Büyükbay,Can. 2020. “Sol popülizm PARAZİTLİK sorununu çözebilir mi?“
Freud, Sigmund; MassenpsychologieundIch-Analyse. Die Zukunfteiner Illusion. Frankfurt: FischerTaschenbuch, 1989.
Laclau Ernesto; On Populist Reason. London: Verso. 2005.
Laclau, Ernesto & Mouffe Chantal; Hegemony and Socialist Strategy. London: Verso. 1985.