Sol popülizm PARAZİTLİK sorununu çözebilir mi?

BongJoon-ho’nun yönettiği ve 72. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü kazanan Parazit (Gisaengchoong/2019) filminde sınıfsal eşitsizliğin neden olduğu bir kara komedi/trajedi sergilenir.

  Filmin derinliği, kapitalist sistemin içindeki mücadelenin insanı içine düşürdüğü sert ve keskin gerçekliği yansıtmasına da bağlanabilir.  Parazit, örtülü dille sunulmaya çalışılan bir politik alegori değildir. Daha çok, zengin bir azınlık ve halk arasındaki parazitlik ilişkisinin sembol ve metaforlarla bezenmiş bir hikâyesini sunar. Filmde, hangi tarafın parazit olduğunu da düşünmemiz istenir. Ürettiğinin karşılığını alamayan, aslında çalışkan bir çoğunluk mu yoksa ürettiğiyle orantısız olarak zengin olan ve başka bir sınıfın emeğiyle geçinenler mi parazittir?

Zor durumdaki insanların olağan psikolojik zayıflığının sınıf içi dayanışmayıne kadar zorlaştırdığını da gözler önüne serer.  İşsizlik ve fırsat eşitsizliğinin yoğun olduğu bir rekabet sisteminde toplam zenginliğin çok azına sahip olanlararasında yoğun bir gerilim oluşması varoluş mücadelesinin gerekliliği haline gelir.  Bu sosyal gerçeklik, Frankfurt Okulu teorisyenlerinin yeniden önem kazanmasına yol açan bir yönelimdir.  Psikoloji ve psikanalizin toplumsal ve siyasal alanla giderek daha çok iç içe geçtiği bir durum söz konusudur.

Eşitsizliğin ve sosyal adaletsizliğin yarattığı psikoloji sonucunda toplumların, siyasetin yaşamlarını dönüştürebileceğine ilişkin inancı giderek azalmakta, oykullanma oranları düşmekte, sivil toplum örgütlerine, siyasi partilere veya sendikalara katılım oranları azalmaktadır. Böylesi bir ortamda, sosyalist ilkelere dayanan bir siyaseti savunan veretorik bir taktik olarak sol popülist söylemi kullanan Podemos ve France Insoumise gibi oluşumlar ortaya çıkmakta ve göreceli olarak başarılı olmaktadır. Doğal olarak, dönemlerin değişen koşullarına ve ulusal bağlamlara uyarlanmış yeni taktik/stratejiler gereklidir.

Sosyal adaletsizliğin yarattığı bu psikoloji sağ popülizmin başarısını da kolaylaştırdı. Son birkaç on yıl içinde Avrupa’da radikal sağ popülist hareketlerin ve partilerin yükselişi de gözlemlendi.  Önceleri çok az kişi İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılacağını ya da Donald Trump’ın ABD Başkanı seçileceğini tahmin edebilirdi.  Sosyal bilimciler arasındaki bu yaygın öngörü eksikliği ve radikal sağ popülizmin kalıcı ve artan başarısını tahmin edememeleri eleştirilere neden oldu. Aslında, bu dönüşümler Frankfurt Okulu teorisyenlerinin analiz ettikleri dönüşümlerdir. Onlar, faşizmi tüm gelişmiş kapitalist toplumlarda mevcut olan güçlü sosyo-tarihsel ve sosyal psikolojik eğilimlerin sonucu olarak değerlendirdiler. Adorno’nun söylediği gibi, “Der FascismusistkeinZufallgewesen.[1]”   Horkheimer ve eleştirel teorisyenler, faşizmin modern kapitalist toplumlarda uyuklayan en derin ve en güçlü eğilimlerden kaynaklandığını iddia eder.

Bugün toplumun geniş kesimleri neoliberal küreselleşmeden ve kapitalizmin yeni biçiminden tarihte görülmemiş ölçüde etkilenmektedir. Fordist üretimin yaygın olduğu zamanlarda fabrikalarda çalışan işçi sınıfının başına gelenler, finansal kapitalizmin gelişmesi ve biyo-politika olgusuyla toplumun tüm alanlarına nüfuz etmektedir. Bu durum post-Marksist Chantal Mouffe’ye göre bir fırsat da yaratabilir: Yeni sosyal gerçeklik, demokrasinin radikalleşmesi projesi için kazanılabilecek kesimlerin fazlalaştığı anlamına gelir. Dolayısıyla sadece işçi sınıfı değil, orta sınıf da bu projeye kazandırılabilir.[2]  Öyleyse bu dönüşümlerin sonucunda siyasi fikirler ve sosyal eylem arasındaki ilişki nasıl yapılandırılmalıdır? Bugün siyasi mücadele hangi formda olmalıdır?

Dönüşen Kapitalist Sistem ve Sol Popülizm

Günümüzde zaman zaman başarılı olan sol popülist partilerin, hareketlerin ya da liderlerin (Podemos, Syriza, La France Insoumise, Bernie Sanders, Jeremy Corbyn) düşünsel doktrininin postmodern bir görüşe yakın bir konumlanma içinde olduğunu iddia edilebilir. Bu durum, siyasetin doğasındaki dönüşümün de sonucudur. Geleneksel sınıf sınırlarının her ne kadar kaybolmasa da karmaşıklaşması ve kapitalizmin yaşamın tüm alanlarına sızarak, “kamu” ve “özel” ayrımına son vermesi toplumların haksız ve sömürücü bir ekonomi düzenini kaçınılmaz olarak kabul etmelerini kolaylaştırmaktadır.

Artan eşitsizliğin getirdiği kaygılar, kuşkusuz AntonioGramsci’den bu yana hegemonyanın en somut ve etkili tanımını sunan iki teorisyen olan Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe’un çalışmalarında ele alınmaktadır. Hegemonya ve Sosyalist Strateji (1985) adlı eserlerinde Marksist teoriyi postyapısalcı felsefenin sağladığı anlayışlarla uzlaştırmaya çalışan bir siyasi eylem teorisi kurgulamışlardır. Arjantinli siyaset teorisyeni Laclau, On Populist Reason (2005) adlı eserinde popülizmi çağdaş bir pratik olarak açık şekilde savunur.

Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe’unpost-Marksizmi sadece sınıf kavramına odaklanmayı terk etmeyi önerir:İşçi sınıfı heterojen ve parçalanmışsa, sınıf açısından birliği stratejik bir temeli olmayan sembolik bir birlikten başka bir şey değildir.  Sadece sınıfsal çatışma (burjuvazi/işçi sınıfı) temelinde kurgulanan geleneksel sol dönüşmelidir: Bugün kapitalizmin evrimi göz önüne alındığında, siyaset stratejisi açısından ‘öteki’nin daha farklı biçimde kurgulanması gerekmektedir. Dolayısıyla siyasi sınırlar farklı biçimde oluşturulmalıdır.  Diğer bir deyişle, politik çatışmanın doğasının dönüştüğü ve GiacomoMarramao’nun adlandırdığı gibi “çağdaş çatışmanın çok kutupluluğunun”[3] egemen olduğu dönemde yeni bir anlayış ve hareket tarzı gerekmektedir.

Sol Popülizm ve “Öteki”yle Sınırları Kurgulamak

Popülizm tartışması için ChantalMouffe’unFor a LeftPopulism adlı eseri önemlidir.[4]Mouffe Avrupalı sosyalistlerin “sınıf” üzerine tek taraflı odaklarından vazgeçmelerini ve bunun yerine cinsiyet, ırk, milliyet gibi diğer değerlerin etrafında örgütlenmesi gerektiğini öne sürer. Bu şekilde sol, Stalinistortodoksiye karşı bir “radikal demokrasi” projesini öne sürülebilir ve feministler, ekolojikaktivistler ya da eşcinsel haklarını savunanlar gibi yükselen yeni toplumsal hareketlere ayak uydurabilir.[5]

Chantal Mouffe, sol ve sağ arasındaki çizgilerin bulanıklaştığını ve sosyal demokrat partilerin temel olarak neoliberal küreselleşme karşısında alternatifsizlik fikrini kabul ettiğini ve bunun da post-demokratik duruma yol açtığını ifade eder. Daha açık bir ifadeyle, vatandaşlar oy kullanmaya gittiklerinde merkez sağ ve merkez sol programları arasında temel bir fark göremez.[6]

Parazit filminde de vurgulandığı gibi, çok zengin insanlardan oluşan küçük bir grup ile nüfusun geri kalanı arasında giderek artan bir uçurum oluşmakta ve bu uçurumun psikolojik yansımaları çok derin olmaktadır. Mouffe, bu durumu şöyle açıklar: Toplumların “oligarşizasyonu” olgusuna tanık olunduğunu, özelleştirme politikalarından ve özellikle kemer sıkma döneminden itibarenneoliberal politikaların toplumun geniş kesimlerini etkilediğini öne sürer.[7]

Mouffe’nin“popülist an” olarak nitelendirdiği olgu da önemlidir: Bu sisteme direnişler çoğalmıştır.  Ne var ki bu direniş sadece ilerici şekilde tezahür etmez; radikal sağın yükselişiyle birlikte göçmen karşıtlığı ya da yabancı düşmanlığı gibi gerici şekillerde de tezahür edebilir. Bu bağlamda sağ popülizmin başarısı sorunun kaynağını göçmenler ve yabancılar olarak göstererek ve buna ikna ederek “paraziti” kurgulamasıdır.  Solun buna yanıt olarak yapması gereken bunu daha ilerici biçimlere evirebilmektedir. Bunun için de çağımızda sol popülizm gereklidir.[8]  Dolayısıyla, solun, sınıf bağlamında ifade edilemeyen feminizm, eşcinsel hareket, ekolojik hareketler gibi demokratik talepleri de kapsanması gerekmektedir.  Bu bağlamda popülist karşıtlık,  “oligarşi” ve “halk” arasında çizilebilir. Yeni bir “biz”in ve kolektif iradenin inşası, işçi sınıfının yanı sıra toplumun geniş kesimlerini kazanmayı gerektirmektedir.

Bu, sol popülizmin ana özelliğidir. Kolektif irade inşa etmek için, insanları harekete geçmeye neyin motive ettiğinin kavranması gerekir. Mouffe’ye göre, eşitlik fikri, sosyal adalet fikri ve popüler egemenlik fikri halk psikolojisinin ön saflarında yer alır. Birçok kişi bugün seslerini duyuramamaktan şikayet etmektedir. “Popülist an”ın merkezi budur ve bu direnişlerin kökenindeki taleplere ilerici bir cevap vermek çok önemlidir.Ne tür bir popülizm egemen olacaktır? Mouffe, sağ popülizme karşı savaşmanın tek yolunun bir tür sol popülizm geliştirmek olduğunu savunur. Mouffe’nin “sol popülizm” kategorisinde La France Insoumise, Corbyn ya da Podemos yer alabilir. Bunlar siyasi stratejisi sol popülist strateji olarak tanımlanabilen partiler ya da kişilerdir. Sınırı  “Oligarşiye” karşı “halk” temelinde popülist biçimde kurmaktadırlar.  Örneğin La France Insoumise (Boyun Eğmeyen Fransa) pek çok mücadeleyi birleştirmeyi amaçlar.[9]

Özetle, sol popülizm halk ve oligarşi arasında sınır kuran söylemsel bir yapı olarak anlaşılabilir. Şu anda içinde bulunduğumuz “popülist an’da” sol popülizm demokrasiyi düzeltmek ve derinleştirmek için gereken politika türü olabilir. Bu bağlamda Mouffe’nin vurgulamak istediği siyasette kolektif kimliklerin söz konusu olduğu ve bunların birbirleriyle ilişki içinde anlam kazandıklarıdır.  Dolayısıyla aslında politika bir karşıtlık kurma üzerine kuruludur.  Siyasi sınırı kurgulamak bu nedenle çok önemlidir.  Sol popülizm bugün var olan çeşitli demokratik talepleri karşılamak için “ötekiyle” sınır çizmektedir.  Bu demek oluyor ki, sol popülizm temelde halk ile oligarşi arasındaki politik sınırı kurmak için uygulanan söylemsel bir stratejidir.

Sol popülizmin bir diğer önemli yönü, Frankfurt Okulu teorisyenleri ve özellikle Herbert Marcuse açısından merkezi rol oynayan siyasetteki duygulanım ve tutkuların oynadığı merkezi rolü kabul etmesidir. “Tutkular,” bu bağlamda siyasi kimlikleri oluşturan kolektif kimliklerin üzerindeki ortak etkilerden bahsetmek için kullanılmaktadır. Tutku kavramı, herhangi bir sol popülist projenin özünde bir kolektif iradenin inşasında merkezi bir rol oynar. Bu bağlamda,  Chantal Mouffe’ye göre demokrasinin geleceği, tutkuları harekete geçirerek ve neoliberal düzene bir karşıtlık içinde agonistik bir tartışmaya yol açarak, siyasete ilgiyi canlandıracak sol bir popülizmin gelişmesine bağlıdır.

Sonuç

Hemingway iyi bir yazarın soylu bir komünisti anlatırken bile, onun muhtemelen bir kedi kadar da kıskanç olabileceğini ya da diğer zaaflarını aklında tutmasının gerekliliğinden bahseder.[10] İnsanın zaafları vardır, ancak kötü sosyal ve ekonomik düzenlerde bu zaaflar daha çok belirir. Sağlıklı gıda, temiz hava ve suya bile erişimin zorlaştığı bir sistemin insan mutluluğuna hizmet etmediğini kabul etmek gerekir. Bir idealleştirmeden kaçınarak insanın tüm zaafları içerisinde olumlu yönlerini ortaya çıkarması ve potansiyelini gerçekleştirmesini sağlayabilecek bir düzen solun hedefidir.  Ne var ki sosyal adaletsizliğin arttığı bir düzen insan üzerinde psikolojik yıkıma yol açmaktadır. Bunu Dostoyevski Karamazov Kardeşler’de çok iyi çözümlemiştir:

“Dünya şöyle der: ‘Gereksinimleriniz var, onları karşılayın. Zengin ve güçlü kişi kadar buna hakkınız var. Gereksinimlerinizi karşılamakta tereddüt etmeyin; hatta onları genişletin ve daha fazlasını isteyin.” Dünyada bugünün hâkim doktrini bu. Ve bunun özgürlük olduğuna inanıyorlar. Bunun sonucu zenginler için yalnızlık ve intihar, yoksullar için ise kıskançlık ve cinayettir.’[11]

Günümüz toplumlarında halk içerisinde yaşanan çekişme ve hayat mücadelesi o kadar acımasızdır ki parazitlik ilişkisinin kanıksanması doğal yoldan gerçekleşir. Parazit filminde zengin ailenin bodrumunda yaşayan adamın mecbur olduğu yaşamdan duyduğu memnuniyet ve zengin ev sahiplerine duyduğu minnet aslında Dostoyevski’nin romanlarını hatırlatmaktadır.

Thomas Piketty’nin Kapital adlı eserinde kanıtladığı gibi zengin ve fakir arasındaki uçurumun giderek artacağı göz önüne alındığında sol popülizm için oluşturulabilecek etkili bir ana söylem üst zenginlik sınırı fikri olabilir.  Belli bir servetin üzerinde kazanımın yasaklanması fikri en azından popülist bir zeminde tartışmaya açılabilir.  Etkili olabilecek diğer söylemsel strateji ise zenginlerden alınan verginin arttırılmasıdır. Toplumlardabir sosyal tabakadan diğerine geçiş anlamına gelen dikey hareketliliğin giderek zorlaşması ve azalması üçüncü ana söylemsel strateji olarak ele alınabilir. Zira, günümüz toplumlarında bireylerin ailelerinin içinde bulunduğu sosyal tabakadan farklı bir sosyal tabakaya yükselmeleri giderek zorlaşmakta;  yetenekli ve çalışkan bireyler toplumun üst kademelerinde giderek daha az yer almaktadır.

Dr. Can Büyükbay, Bağımsız Akademisyen


[1][1]“Faşizmbirtesadüfdeğildi.”Kraushaar, Wolfgang (der.) 1998. Frankfurter SchuleveStudentenbewegung.Vol. 2. Hamburg: Zweitausandeins, s.328.

[2]Chantal, Mouffe 2018, For a Left Populism, Verso.

[3]Marramao, Giacomo. The Passage West: Philosophy after the Age of the Nation State. London; New York: Verso, 2012. S.94.

[4]Chantal, Mouffe 2018, For a LeftPopulism, Verso.

[5]Mouffe’nun sol popülizmiyoğuneleştirilere de maruzkalmıştır. Bazıları onun kimlik ve medy amerkezli stratejisinin aslında günümüz dünyasında hâlihazırda mevcut olan eğilimleri yeniden ürettiğini ve mevcut neoliberal dogmaya bir meydan okumayı değil teslim olmayı temsil ettiğini öne sürmüştür.

[6]Anton Jager ve Arthur Borriello 31.03.2019. Is Left Populism a Solution?, https://jacobinmag.com/2019/03/left-populism-mouffe-socialist-strategy [31.01.2020]

[7] For A Left Populism’: An interview with Chantal Mouffe.https://www.redpepper.org.uk/for-a-left-populism-an-interview-with-chantal-mouffe/ [28.01.2020]

[8]For A Left Populism’: An interview with Chantal Mouffe.https://www.redpepper.org.uk/for-a-left-populism-an-interview-with-chantal-mouffe/ [28.01.2020]

[9] For A Left Populism’: An interview with Chantal Mouffe.https://www.redpepper.org.uk/for-a-left-populism-an-interview-with-chantal-mouffe/ [28.01.2020]

[10]Ernest Hemingway, Yazma Üzerine, Bilgi Yayınevi.

[11] Çeviren, Makale yazarı. (The Brothers Karamazov, Fyodor Dostoevsky, Create Space Independent Publishing Platform, 2013)  “The world says: “You have needs — satisfy them. You have as much right as the rich and the mighty. Don’t hesitate to satisfy your needs; indeed, expand your needs and demand more.” This is the worldly doctrine of today. And they believe that this is freedom. The result for the rich is isolation and suicide, for the poor, envy and murder.”

2 Comments

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.