Film belli; Yapımcısı kim olacak?

Film Çevirecekler.  Kim?  Bir önceki ABD başkanı Clinton ailesi ve Obama ailesi! Geçtiğimiz günlerde her iki ailenin yapımcılık işine girmek üzere ayrı ayrı şirketlerini kurdukları ABD medyasında yer aldı. 

Sızan haberlere göre her iki aile öncelikli olarak özgürlük isteyen laik, modern Kürt kadınını kurtuluş savaşçısı olarak, itaatkar, türbanlı (türban onlara göre neyi temsil ediyorsa artık) İslamcı kadına karşı mücadelesini ortaya koyan bir Hollywood filmi çevirme fikirleri olduğu söyleniyor. Yani kendi halklarını, kendi değer ve duyguları ile hazırlayacaklar. Tabii ki Atatürkçü, özgür, laik Cumhuriyet kadınının bu Hollywood prodüksiyonunda baş rolde oynamayacağını tahmin etmek zor değil. 

ABD Askeri Sanayii kompleksinde ve Avrupa’da halklar, tüm riyakarlıklarını ve savaş sebeplerini kendi kamu oylarına doğumlarından itibaren pazarladıkları, pompaladıkları demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi değerleri ile örterler.  Bunun içinde özgür basın, özgür düşünce, eşitlik, insan hakları, bağımsız yargı ve adil seçimler gibi kavramlar da vardır.  Amerikan Yönetimi konuyu en azından kendi kamuoyuna aktarmakta; insanları bu söylem ile savaşa ve silahlanmaya ikna etmektedir.(savaş veya savaş oyunlarının çok büyük maliyetleri olduğundan sebeplerini halkına anlatması gerekir, çünkü bu maliyetler halkın ödediği vergiler ile karşılanmaktadır ve Amerikan halkı ödedikleri vergiler konusunda oldum olası son derecede hassas ve takipçi bir davranış biçimine sahiptir.)

Geçen 4 yıl içerisinde, Türk diplomasisinin CB Erdoğan’ın kişisel iradesine indirgenmiş olması ve Erdoğan karşıtlığı, gerilimli konuşma üslubu ve Rusya ile yakınlaşması gibi nedenlerle, ABD, Yunanistan ve Fransa gibi bazı ülkelerin Türkiye üzerinde düşmanca oyun kurmalarının kolay altlığını yaratmıştır. Sonuç olarak, bizi Batı’dan kültürel olarak, hukuk olarak, insan haklarından, özgür basından ve düşünceden bağımsız yargı ve adil seçim ve temsil gibi kavramlardan uzaklaştıran Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi; ülke içinde Sultanvari, ata-erkil, bilimden uzak, inançlara dayalı, her vatandaşın beşikten ölümüne tüm yaşam haklarını düzenleyen ve siyaset yapmanın sadece kendi hakkı olduğu, demokrasiden ve özgürlükten uzak bir Ortadoğu ülkesi yaratmanın yolunda olduğu gerçeği ile, ABD, Yunanistan, Fransa, Birleşik Arap Emirliği, Mısır, Güney Kıbrıs gibi ülkelerin Türkiye karşısında düşmanca bir cephe yaratmalarına yol açmıştır.(Girit ve Dedeağaçtaki yeni kurulan Amerikan üsleri)

Ayrıca konu olan bu yanlış şartlanmalar, Türkiye’ye yüksek ekonomik maliyetleri de beraber getirmiştir. Bunlara, göreceli ekonomik başarısızlık ve güvensizliğin yarattığı maliyetler de eklenince, ülkenin içine düştüğü durum hem dışarıda ve içeride hiç istenmeyen büyüklükte gerilimlere yol açmıştır.

Halbuki biz biliyoruz ki; 1- İnsan haklarını üstün tutmanın, 2- hukuku üstün kılmanın, 3- özgür basın ve düşünceye yol vermenin, 4- bağımsız yargı ve 5- adil seçim ve temsil gibi kavramları benimsemenin, bu kavramları sahiplenmenin silahlanma veya sıcak çatışma gibi maddi maliyetleri olmadığı gibi, ilgili literatürde “Barış Temettüsü/Peace Dividend” olarak ifade edilen çok ciddi getirileri vardır.

Yukarıda sıralanan bu değerler her zaman savaş ve çatışmanın önüne geçmiştir. İçte ve dışta gerilimlerin had safhada arttığı günümüzde, en akılcı ve ekonomik politika iyiliklerden yana olup, bu beş temel değeri sahiplenmek, bu yönde ciddi olarak ve ivedilikle yeni ve güçlü bir program devreye sokarak hızla bir restorasyon ve normalleşme sürecini başlatmak olacaktır.  Bu sürecin devamında iç siyasetten başlayarak ve sonra cumhuriyetin kuruluş değerleri ve ilkeleri doğrusunda çağdaş politika uygulamalarını uygulanması gerekir.  Burada ilk aşamada uygulanacak olan yol haritası aşağıdaki çerçeve içinde düşünülmelidir:

  • Mısır ve Suriye ile karşılıklı anlayış ve ulusal çıkarların gözetilmesine yönelik iyi komşuluk ilişkilerinin kurulması yönünde çalışma başlatmak
  • Mavi Vatan konseptini bölgemizdeki paydaşların da ekonomik yararlarını da içeren bir bölgesel işbirliği platformu olarak düzenlemek ve korumak; ülkemizin doğal konumundan kaynaklanan kritik ulusal güç unsurlarından biri olarak bölgesel bir barış ve istikrarlı bir kalkınma projesine dönüştürerek güçlü ve sürdürülebilir bir diplomatik ve ekonomik kaldıraç niteliğine dönüştürmek
  • Batı dünyası ile ilişkilerimizi, siyasi düzlemde ulusal çıkar ve beklentilerimizin net olarak ortaya konulduğu rekabetçi bir diyalog zemininde, tutarlı ve istikrarlı olarak sürdürmek; aynı zamanda hızla değişen ve gelişen geniş küresel ilişkiler ağı ile sözüne güvenilir, öngörülebilir ve kararlı bir angajman içinde olmak
  • Görüş ayrılıkları ve çıkar çatışmalarının sıcak çatışma yolu ile değil, konulara eşitler arasında diyalog ilkeleri ve sivil değerler üzerinden çözümlenmesine yönelik yaratıcı, cesur ve kararlı politika yaklaşımları  üzerinden yaklaşmak

Tabii ki, Türk–Amerikan ilişkilerine Türkiye tarafından bakıldığında, FETÖ–Amerika bağlantısı, Amerika-PYD/PKK bağlantıları, hafife alınmayacak kadar ağır ve net olarak Türkiye’nin haklı olduğu konulardır.  Dış politikada hakkını kabul ettirmenin, saygın ve sözüne değer verilen bir oyuncu olarak ilişkileri sürdürmenin en anlamlı yolu, ülke içinde evrensel değerleri benimseyen, kendi yurttaşlarının temel haklarına saygılı, sorunların çözümünde geniş toplumsal mutabakatlar sağlama kapasitesi ve iradesi olan, hukuka saygılı uygulamalar içinde gerilimsiz politikalar yürüten yönetimlerin varlığından geçmektedir. 

Ancak mevcut siyasal iktidarın, Anayasal güvenceler ve demokrasi uygulamaları alanındaki yaklaşımlarının, geniş toplum kesimlerinin ötekileştirildiği ve dış politikanın bir iç politika aracı olarak değerlendirildiği bir ortama yol açtığı gözlemlenmektedir.  Bu görünüm esasen Türkiye’nin jeopolitik öneminin müttefikleri ve komşuları nezdinde ciddi bir zemin kaybı anlamına gelmektedir.  Kabul edelim ki bu durum,  Türkiye’nin tüm imkan ve kaynakları ile uluslararası sisteme katkı veren bir ülke olmak yerine, uluslararası dünyadan kopartılarak, kaynaklarının denetimini kendi dışındaki oyunculara kaptırması yönünde düşürüldüğü bir tuzağı işaret etmektedir.

Bugün ülkemizle ilgili olarak çok sözü edilen jeo-stratejik önem, gelişmiş dünya açısından ülkede demokrasi ve özgürlük varsa, vardır.  Ülkede demokrasi ve özgürlük yoksa, jeo-stratejik önemi oluşturduğu düşünülen unsurların bugünkü mevcut ve geliştirilmekte olan teknolojiler marifeti ile geçerliliğini yitirmesi, işlevsizlik düzeyine inmesi çok muhtemeldir.

Ülke içinde gerilimli politikalar süresiz olarak sürdürebilir politikalar değildir.  Bu noktada ısrarcı olunması durumunda uluslararası camiadan dışlanan, istenmeyen, itibar ve kabul görmeyen bir devlet olarak yalnızca dış ilişkilerde değil, kaçınılmaz olarak “dünya” adına verdiğimiz bu “küçük köyümüzde” yurt içinde de sıkıntılı durumlarla karşı karşıya kalınabilecektir.  Diğer bir deyişle, dış politikada derdini anlatabilmek için arkanda sürdürülebilir, belli bir hukuk çerçevesinin olduğu ve hukukun kural-temelli olarak işlediği, anayasal düzenin geçerli olduğu demokratik bir ülke olması gereklidir.

Bugünlerde gündeme getirilen yeni anayasa yapma fikri, temel hak ve özgürlüklerin, insan haklarını üstün tutmanın, hukuku üstün kılmanın, özgür basın ve düşünceye sahip çıkmanın, bağımsız yargı, adil seçim ve temsilin yerine getirilip üstün tutmanın aracı olarak kullanılır ise Türkiye ekonomi, siyaset, diplomasi ve sosyal her alanda nefes alacaktır. Bu çağdaş politikalar ve düzen içindedir ki, Atatürk Cumhuriyetinin gerçek öyküsünü bu toprakların gerçek insanları yazıyor olacaklar; Türkiye üzerinde kendi uydurulmuş senaryolarını tasarlayan kendinden menkul “rastgele” yapımcılara aradıkları oyun alanları hiçbir zaman açılmayacaktır.

Mehmet Kazancıoğlu

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.