Günümüz siyasetinde en fazla kullanılan kavramlardan biri “kutuplaşma”dır. Gerekli midir, zararlı mıdır, değil midir? diyerek, yapılan tartışmaların aslında hedeften uzaklaşmak/uzaklaştırılmak için yapıldığını anlamanın zamanı gelmiştir.
Emeğine yabancılaşan insanın, bu durumu yıllarca fark edememesi gibi bir şeydir başımıza gelen. Bir toplulukta düşünce, görüş, sosyal ve siyasal konumlarına göre insanların karşı gruplarda bir araya gelerek yoğunlaşmaları alışılagelmiş bir durumdur. Bunun olması yanlış da değildir. Siz isteseniz de istemezsiniz de oluşan/oluşmuş bir durumdur zaten.
Toplumu kutuplaştırıyorlar; vay efendim nasıl yaparlar bunu? Siyasilerin en çok kullandığı ama en çok da şikayet ettiği ardışık ve bildik cümlelerdir. Oysa ki siyasetin/siyasetçinin temel görevi kendi düşüncesine/tasavvuruna göre çoğalmayı sağlamaktır. Bunu yaparken de doğal olarak farklılıklarını anlatacaktır. Farklılıklar, farklı düşünen grupların oluşmasını ve hareketlenmesini sağlayacaktır.
“Farklılıklar, kutuplaşma anlamına gelmez” itirazları da beraberinde yükselecektir. Buna da itiraz edebilecekler olmayacaktır. Sorun buradan sonra başlıyor zaten. Farklı olanlar, farklı olduklarını tanımlayabilecekleri alanları talep etmeye/kullanmaya başladıkları an, kurulu ve daha önceden sınırları çizilmiş durumla ya da düzenle karşı karşıya geleceklerdir. Burada alınmış mevzilere göre durmak-durdurabilmek için kutuplaşmanın kaçınılmaz zorunluluğu ortaya çıkar. İktidar ya da muhalefet pozisyon ve güçlerine göre tepkilerini geliştirmeye başlarlar. Her ikisi de gövde olduğunu söyleyerek; yapraklara, çiçeklere ve dallara karşı çıkarak kutuplaşmanın en geleneksel olanını savunurlar. Buradan hedefine erişmiş olan iktidardır. Muhalefettekiler ise ekvator boyunca yürüyerek, kutuplara erişilebileceğini bir masal kurgusuyla anlatmaya devam ederler.
“Kutuplaşmayacağız diyerek” benzeşmenin anlamsızlığını düşünmeye, tartışmaya başlayabiliriz artık. Siyaset benzeşerek değil, ayrışarak yapılır. Yoksa insanlığın kazanımlarını bugüne kadar getirebilmesi/geliştirebilmesi mümkün olabilir miydi?
“Kutuplaşmaya karşıyız, demokrasiyi kuracağız” diyerek kurulan cümlelerin tamamı yapılacak işin evsahını ve essahını anlamayanlara ait olup zamanın ruhunu yansıtmamaktadır. Zaman, evrensel değerler üzerinden pozitif bir kutuplaşmanın olması gerektiğini gösteriyor.
KUTUPLAŞMALIYIZ
Önümüzdeki seçimler iki kutup arasında geçecektir. Bu kutupları Millet ve Cumhur İttifakı olarak tanımlamak en hafif deyimi ile kolaycılık olur ki, esasen konuya bu şekilde yaklaşmak siyaset sosyolojisi açısından doğru da değildir. Bugün ülkedeki seçmen tabanı, üst-yapıda ittifaklar olarak tanımlanan ayrışma doğrultusundaki tanımlı seçmen tabanından çok daha geniş sayısal ve niteliksel özellikler taşıyan geniş bir siyasi zeminden oluşmaktadır. Dolayısıyla, seçimin esas belirleyicisi, bu geniş halk tabanının seçimde yapacağı “ağırlık aktarımını” hangi yönde gerçekleştireceği olacaktır. Burada ittifakların tanımlı seçmen tabanları dışında olup da geniş seçmen tabanının çeperlerinde yer alan seçmenin “ağırlık aktarımında” önemli bir fark yaratma ihtimali göz ardı edilmemelidir.
Geçtiğimiz yıllarda sistem değişmiş, belli kesimlere dayalı, “birilerinin” olan ama geniş toplum kesimlerini kucaklamaktan uzak kalan, “birçoklarının” olmayan yeni bir devlet yapısı ortaya çıkmıştır. Sonuç itibarıyla bundan sonraki ilk seçimlerin bu yeni üst-yapı ile geniş toplum kesimlerinin oluşturduğu alt-yapı arasında geçeceğini söylemek çok yanlış olmayacaktır. Bu noktada, seçimler de dahil, genel siyasal duruşta “birilerinin” siyasal üst-yapısı karşısında, “birçoklarının” devletini, halkın devletini savunmak önemli bir kutuplaşma alanı olarak değerlendirilebilir. Böylece “siyasetin gerçeğinden uzaklaşıp, gerçeğin siyasetine ulaşmak” mümkün hale gelecektir.
Demokrasiyi kurabilmek için farklılıklarımızı korurken, düzenin mağdurlarının taleplerini dile getirmekten imtina etmemeliyiz. Siyasal motivasyonu, düzene uyum sağlayacağını ya da uyum sağlama ihtimalleri olanları abartarak gerçekleştiremezsiniz. Eskiden arta kalmış olandan “günün katığını” tedarik edemezsiniz. Eğilmeden, bükülmeden halkın çıkarlarına uygun kamusal bir kutuplaşmanın zamanı gelmiştir.
SİYASETİ SADELEŞTİRMELİYİZ
Kutuplaşmak, siyaseti sadeleştirmek anlamına da gelir. Halkın devleti dediğiniz an siyaseti sadeleştirmiş, kolay anlaşılır hale getirmiş olursunuz. Seçenekleri azaltarak seçimleri kolaylaştırabilirsiniz. Toplumda yönetenler ve yönetilenler, ezilenler ya da ezenler vs. şeklinde geleneksel bir kutuplaşma yaşamın akışı içinde zaten hiç kimsenin yadsımadığı bir gerçeklik olarak mevcudiyetini sürdürüyor. Birilerini gece vakti evinden alır hemen yargılarsınız, birilerini yargılamaya kalksanız bile gerekli izinleri alana kadar dava zaman aşımına uğrar.
Nefret söylemi içermeyen, makul merkezi dışlamayan pozitif bir kutuplaşmayı inşa etmek yani “makbul merkezi” kurmak siyasi bir strateji haline getirilmelidir. Hakikate dayalı bir siyaset, buna özgü bir kutuplaşma ve bu duruma uygun sade bir dil. Evet ihtiyacımız olan da budur: Yalın, saf, taze, mütevazi ve sahici bir siyaset. Ekmek, su ve hava gibi. Akla/mantığa uygun, aranılan, mevcut ihtiyaçlara cevap verebilen beğenilen ve çekim alanı olabilen bir siyaset.
Öte yandan, kutuplaşma derken farklılıklarımızın dile getirileceği ortamların kısıtlanması veya yok edilmesini değil, aksine bu farklılık ve itiraz alanlarını korunmaya ve toplumun gelişimiyle birlikte yenilerinin yaratılmasına özen göstermeliyiz. Siyasallaşma sürecinde sağlanması gereken kutuplaşmada en önemli sorun: Herkesin aynı haklara erişebileceği yüksek hukuk anlayışına sahip çıkmak ve bu anlayışın hakim olacağı hukuksal düzeyi kurmak ve yaşatmaktır. Bu düzey, bütün toplum kesimleri için belli dokunulmazlık alanı/alanları yaratmakla mümkündür, varolan dokunulmazlıkları kaldırarak değil.
Demokratik bir toplumda empati kurmak, akılla davranmak, duyguları yönetmek, ihtiyaçları saptamak, kutuplaşmanın sınırlarını belirlemek için yapılacak bilimsel analizlerin tamamının temelini oluşturur. Kutuplaşmanın yeniden ve yeniden her aşamada üretilmesi, bu yapılırken de yok edici davranışların tuzağına düşülmemesi için gerekli önlemler alınmalıdır.
Sorun olan ve çözülmesi gerekenleri bilmek gerekir. Sorunların pek çoğunda anlaşılabilir, çözümleri konusunda farklı düşünülebilinir. Ülkemizin geleceğinden vazgeçmeyeceğimize göre, kutuplaşma alanı içerisinde bunları savunabilmek/eritebilmek ve çözüme ikna edebilmek pekala mümkündür. Düşüncelerimizi gizleme/erteleme lüksümüz yoktur. Birlikte yaşam için en kırılgan olanları güçlendirmek zorundayız. Aksi taktirde çözdüğümüzü sandığımız her probleme sürekli geri dönerek, hedeflerimizin büyümesini/gelişmesini önleriz.
Üretim, bölüşüm, tanınma ve temsil bütün kimliklerin ortak sorunudur. Ortak ihtiyaçları konuşmak ve kurgulamak, demokratik çözümler üretmek, herkesin nefes almasını ve birlikte hareket etmesini kolaylaştıracaktır. Kutuplaşma içerisinde bir şeyler üretme pratiği yapmak, sorun odaklı düşünmeye çalışmak ve ona özgü çözüm üretmek kutuplaşmanın refleksleri haline getirilebilir.
Demokrasinin var olan yapısal sorunları çözmekte zaman zaman zaafiyete düşüyor olması bilinen bir gerçektir. Bu durum yeni ve belli bir topluma veya coğrafyaya da özgü bir konu değildir. Demokrasi ve sorun çözmenin aslında yüzyıllardır süren bir geleneğin sonuçları olduğunu biliyoruz. Biz “kutuplaşma” derken, demokrasinin en temel değerlerini özümseyememiş siyasi aktörlerimizin niteliksiz ve çarpık bir kutuplaşma anlayışını öne çıkartarak, bu sığ yaklaşımdan beslenmeyi bir üslup haline getirmiş olduklarını göz ardı etmemiz de mümkün değildir.
Eksikliği bir avantaj haline getirmekle mahir olan siyasetçilerimiz “kutuplaşmaya karşıyız” diyerek, sadece kendi varlıklarını sürdürmeye yarayan bir kutuplaşmayı seçenek olarak kabullenmemizi istemektedirler. Sistemden beslendikleri için sistemi değiştirmeden hatta daha da körükleyerek yola devam etmektedirler. Çünkü değişimi yaratacak “yeni olanı kurmayı hedefleyen” bir kutuplaşmanın kendileri için de iyi sonuçlar doğurmayacağını bilmektedirler. Bu nedenle çözüm yukarıdakilerden değil, tabandan gelmeli ve yukarı iteklenmelidir.
İktidar, 19 yıldır sabahtan akşama kadar kutuplaşmayı sürdürmekte, muhalefet ise bu duruma “kutuplaşmaya karşıyız” diyerek benzeşmeye çalışmaktadır. Oysaki geldiğimiz yer, kin ve nefrete dayalı iktidarın sürmesini sağlayan bir kutuplaşmadır. Bütün toplumun çekim alanı olabilecek politikalar üreterek alternatif bir kutuplaşma sağlanabilirdi. Olmadı. Onun yerine yıkıcı bir kutuplaşma örneği ve en yaşamsal özelliklerinden kopartılmış, aksak bir demokrasi uygulaması kaldı elimizde.
DAVETKAR KUTUPLAŞMA
Yalnızca yönetenlerin işine yarayan kutuplaşmayı(!) bitirmek ve demokratik bir düzene geçmek için samimi çalışmalar yapmak zorundayız. Siyasi Partiler Kanunu’nu değiştirmeden ülkesindeki rejimi değiştiren tek ülkeyiz. Bu nedenle hakikatin çok uzağında duruyoruz. Önce “parti-içi kutuplaşmayla” başlamalıyız. Yani parti-içi demokrasiyi isteyenleri çoğaltmalıyız. Siyasetçilerin eğitim düzeyi ve ilişki(ler) sistemi ülkemizdeki siyasal düzeyi olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle kolay olanı seçen siyasilerimizin, ülke geleceğinin kendilerinden daha önemli olduğuna ikna edilmeleri için caydırıcı bir güç oluşturulması gerekmektedir. Parti içerisinde demokrasi isteyenleri çoğaltmak, inançlı, bir o kadar da onurlu üyelerle halka gitmek, “özgür ve demokratik bir ülke vaadi” için çok önemli bir referans olacaktır. Çünkü halkın ikide bir birilerine iktidar sunarak, samimiyet testi yapacak kadar takati ve sabrı kalmamıştır.
Etnik, cinsel, mezhepsel, anomik vs. tepkiler siyasi iktidarlar tarafından kolayca etkisizleştirilmekte ve ortak çözüme katkı yapmamaktadırlar. Bu nedenle “demokrasi, eşitlik, özgürlük, dayanışma, adalet ve barış” gibi evrensel değerlere dayalı bir kutuplaşma sistemi belli bir netlik, açıklık getirecektir. Yeni bir düzen, doğru bir kutuplaşma ile kurulabilir. Hiç kimsenin karşı çıkamayacağı ve yüzyılların geleneğinin oluşturduğu değerler, sorunların çözümüne katkı yapacaktır. Bu nedenle çağrıda bulunmak, davetkar bir kutuplaşmanın sonuç vereceğini inanmak, her zaman sonuç alacaktır.
SONUÇ YERİNE
Davetkar kutuplaşmanın önem ve öncelik sırasını saptamak, bir araya gelindikten sonra daha da kolaylaşacaktır. Hak ihlallerinin çözümüne dönük söylemler başlangıç olabilir. Sonrasında ise var olanı anlatarak değil, yeninin ne olacağını ve nasıl kurulacağını söyleyerek devam edilir. Bunun adına ister çoğalmak, isterseniz evrensel değerler üzerinden kutuplaşmak deyin ama içi boşaltılmış ve raf ömrü dolmuş bir slogan olarak “bölünmeye karşıyız” diyerek, kimliksiz ve kişiliksiz, renksiz ve kokusuz bir siyaseti halka dayatmayın. İşte ancak o zaman üzerimize gelenin trenin ışığı değil, tünelin ucundaki aydınlık olduğunu görebiliriz.
Uğur TUNÇAY
İnşaat, Ulaşım ve Kıyı Liman Mühendisi
Türkiye siyasetinin öne çıkan kutuplaşma konusunu gündeme getiren Sayın Uğur Tuncay’a teşekkür ediyorum.
Kutuplaşma toplumun farklı görüş, umut ve ideolojilerle ayrılması değil bu grupların hiçbir koşulda diğer tarafa geçme ihtimalinin kalmamasıdır. Tehlikeli olan da budur.
Kutuplaşma sürecinin başlaması; Kurtuluş savaşından yeni çıkmış bir ülkenin kurucu liderinin başlatmış olduğu çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmak amacı ve modernleşme sürecinde batıdan geç kalınmış olması, Liderin zamansız ölmesi nedeniyle tam olarak yerine oturmamış demokrasi 2. Dünya savaşı nedeniyle ekonominin kötü gidişatına bağlı geniş halk kitlelerinin iktidardan soğumaları (TBMM bir grup milletvekillerinin dayatmaları) sermaye gruplarının iktidardan pay almak istemeleri nedeniyle alt yapısı hazırlanmadan çok partili döneme geçilmiştir. Düşük olan eğitim seviyesi çok partili döneme geçişle birlikte geriye doğru gitmiş bu gün itibariyle eğitimin içi tamamen boşaltılmıştır.
Çok partili döneme geçişle birlikte Ana yasa ile belirlenen temel hak ve özgürlüklerini bilmeyen halkın siyasi partilerin ideolojik görüşleri yerine etik olmayacak şekilde kitlelerin duygularına dokunarak yapmaları siyasi kutuplaşmayı artırmıştır.
Halkın bilinçsizce duygusal olarak verdiği oylar ülkede her geçen gün ayrıştırma yaptığı gibi dil, din, mezhep, milliyet üzerinden yapılan siyaset nedeniyle kutuplaşma tehlikeli boyuta gelmiştir.
Bu günün Türkiye’sinde eğitimin içinin boşaltılmış olması, ülkede yaşanan ekonomik bunalımlara rağmen halkın hala kendini sömüren ülkenin kaynaklarını sadece belirli gruba aktaranların peşinden gitmeyi sürdürmesi kutuplaşmanın örneği durumuna gelmiştir.
Sonuç olarak Demokratik ve özgür iradenin hakim olması, temel hak ve hürriyetlerin ana yasa ile teminat altına alınması ve siyasi partiler yasasının değiştirilmesi temel husus olmak üzere yeniden tesis ettirilecek hak ve özgürlüklere dokunulmadığı demokratik sistemde bilinçli halkın kutuplaşması ülkenin çağdaşlaşmasında önemli rolü olacağını düşünüyorum.