Almanya I. Dünya savaşından yenik olarak çıkmış; savaş tazminatlarını ödemek zorunda olduğundan ve kömür havzalarına Fransızların el koymuş olmalarından dolayı soğuk ve açlık ile karşı karşıya idi.
14 Eylül 1930’daki parlamento seçimlerinde gene SPD (%25) 143 koltuk ile birinci parti oldu. Adolf Hitler’in nasyonal sosyalistleri (NSDAP) Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (%18) 107 koltuk ile ikinci parti oldu. KPD Alman komünist partisi (%13) 77 koltuk ile üçüncü sırada idi. Bu resme rağmen (11.8% ) ve 68 koltuk ile (Zentrum partisi) Merkez sağ dinci Katolik Partisi Almanya’nın kaderini çizecek parti olacaktı.

Merkez sağ Katolik Zentrum partisinde toprak aristokrasinden gelen, Franz von Papen, 1921-1932 arasında Reichstag (Parlamento) üyeliğinde bulundu. Kralcılar, Katolik Merkez Partisi’nin aşırı sağ kanadından olan Papen’in eski soylular, büyük iş çevreleri ve Alman ordusu ile bağlarını sağladı. Von Papen, bu sayede Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg tarafından 1932 yılında Şansölyeliğe getirildi ve daha sonra bu parti Franz Von Papen liderliğinde Nazilerin iktidara gelmesine yardım etti.
1932’de Başbakan Franz von Papen ekonomide üç olguya müdahale etti ve ekonomi kısmen düzelmeye başladı; 1) Çalışanların vergileri indirildi, 2) işsizlik sigortasını tekrar işletmeye başlandı, 3) Kamu sektörü inşaat yatırımlarına başladı. Bu arada da Savaş Tazminatlarından bakiye kalan borçlar yeniden yapılandırıldı.
Franz Von Papen ve Alman liberalleri, yani Alman sermayesi, Almanya’nın uluslararası arenada yer alması için, büyümenin sürdürülmesi için sürdürülme-yecek şekilde faizlerin indirilerek silah üretimi ile sanayii büyütmenin aynı anda yapılmasını öneriyordu. Sosyalistler bu sürecin dışında tutuluyorlar, baskın bir milli güç ideolojisi hedefleniyordu. Çünkü egemen siyasi kesim köklerini eski monarşiden alıyor ve büyük Alman sermayesini temsil ediyor; bu nitelikleri ile Hitler’e yakın durabiliyor, siyasal egemenliğin kapılarını destek verdikleri Nazilere açıyorlardı.
Ocak 1933’de Hitler Şansölye oldu ve Franz Von Papen de ekonominin başına geçti. Bu yeni dönemle birlikte büyük şirketler büyük kazançlar elde etmeye başladılar. Mayıs 1933’de Hitler iktidar yanlısı ve sarı sendika niteliğinde bir sendika hariç bütün sendikaların aaliyetlerine son verdi. Nazi Partisi’nin ekonomik hedefinde hızlı büyüme vardı, ama hangi yöntemlerle…

Hızlı büyüme için kaynak lazımdı, demokrasi olmadığı için uluslararası piyasalardan dışlanmışlardı. Nazilerin üst yönetiminin aklında kaynak bulmak için başka ülkeleri işgal planı vardı. Ancak işgal için de hem büyüme khem de kaynak lazımdı. Bu anlayış kendi etrafında dönen ama sürdürülebilir olmayan bir sistemdi. Bu sebeple Nazi ekonomik sistemi büyük bir mafya sistemi olarak inşa edildi. Bu düzen içinde büyük ölçekli özel şirketler kartellere dönüştürüldü. Bu kartellerin çoğu ya silah üreticisi ya da ev aletleri (çamaşır makinası, radyo, buzdolabı, vb.) üreticisi oldu. Küçük şirketler yerine sektörlerin hepsini kapsayan büyük şirket yapıları yaratıldı. Naziler bir de bu süreç üstüne geniş kapsamlı bir özelleştirme programını devreye aldılar. Özelleştirmeler, büyük ölçüde inşaat ağırlıklı olan kamu yatırımları ve silah üretimi için ihtiyaç duyulan fonlara erişim için önemli bir kaynak oluşturmaktaydır.
Bir parti-devletine dönüşen kamusal otorite, hedeflenen işletmeleri vergilendirebiliyor, hatta bu şirketlerin faaliyetlerini durdurabiliyor; belli işletmeler ise bu uygulamalardan muaf tutulabiliyordu. Parti’nin yönetim kademesinde görev yapan “iş insanları” büyük zenginliklere kavuşmakta, Parti üyeliği, kanunsuz ve kural dışı ekonomik faaliyetler açısından güçlü bir koruma kalkanı oluşturuyordu. Bütün bu uygulamalar konuşmanın yasaklanmış olduğu ve zaten tamamı ile denetim altına alınmış olan bir medya ortamında cereyan ediyordu. Parti üyesi olmayanlar için ise ciddi sorunlar söz konusu idi. Tüm adalet sistemi ve mahkemeler parti tarafından kontrol ediliyordu. Bu arada uluslararası çevrelerde istikrarlı bir güven kaybı yaşanıyor, bu gelişme sonucu dış dünya ile ticaret yavaşlıyor ve nihayet durma noktasına geliyor, ekonomik büyüme yerini hızlı bir küçülmeye bırakıyordu.
Serbest piyasa ekonomisi küçüldü. Kim küçülttü? Serbest piyasa ekonomisinin en büyük rakibi olan devlet serbest piyasayı küçülttü. Nasıl küçülttü? Tüm ekonomik faaliyetin devlet bağlantılı, imtiyazlı sermayeye bağlanması ile nerdeyse tüm piyasalar küçülürken, yaratılan ekonomik değer ağırlıklı olarak partili kesimlere aktarıldı. Belli bir kültürel alt yapıdan yoksun olan bu kesimler, ellerine geçen ekonomik imkanları bir sınıf atlama fırsatı olarak görürken, elde edebildikleri tek sonuç burjuva tüketim biçimini taklit etmekle sınırlı kaldı. Dışarıda başka ülkelere, içeride de sistem dışında bırakılan toplum kesimlerine saldırarak burjuva saygınlığını kazanmak mümkün değildi.
Hitleri destekleyen Franz von Papen gördüklerinden pişman olmuştu ama geri dönüş yoktu. Ülkenin içindeki kaynakların tüketilmesi ile sıra bu uygulamaları başka ülke ekonomilerine taşımak amacı ile bu ülkeleri işgal edip, oralardaki kaynaklara, özellikle de enerji kaynaklarına ek koymaya geliyordu. Bu süreç içinde Von Papen ve işbirlikçileri merkez Katolik Partisi Hitler tarafından kısa bir zaman içinde hükümette etkisiz hale getirildiler. Von Papen gördüğü kişisel ve siyasi baskıların gölgesinden zor kurtularak hükümeti ve parlamentoyu terk etti.
Şubat 1933’te Hitler Alman parlamentosunu fesh etti. 3 Şubat’ta Doğu Avrupa’daki yayılmacı hedeflerini kamuoyuna duyurdu. 20 Şubat 1933’te seçim kampanyasını finanse etmeleri için Alman sanayicileriyle görüştü. 27 Şubat 1933’te Reichstag Yangını oldu. Naziler Alman Parlamento binasını kendileri yakmışlar, suçu da muhaliflere atmışlardı. Ülke bu yangın gerekçe gösterilerek kanun hükmünde kararname ile ülke yönetilmeye başlanmış, böylece yasama ve yargı efektif olarak tümüyle devre dışı kalmıştı.
Bu dönemde Nazi Almanya’sı Amerika’ya karşı Rusya’yı oynamak istedi ama sonunda ikisini birden karşısına almak zorunda kaldı. Naziler, demokrasiyi ve demokratik düzenin siyaset kanallarını kısıtladılar ve sadece kendilerinin varlık alanı haline getirdiler. Keyfi yönetim uygulamaları, sadece tepeden, tek karar verici konumuna gelen Hitler’den kaynaklanan yeni bir sisteme oturtuldu. Otokratik Oligarşi tüm liyakatli ve orta sınıfları idari güçten dışladı.
Sonuç olarak:
Aşk, vicdan, hoşgörü , empati, sevgi, pozitif tavır, modern eğitim, kendini kısıtlayıcı geleneklere kurallara ve sonsuz itaat ve sadakata bırakınca, demokrasi, eşitlik, özgürlük, din ve vicdan özgürlüğü sadece uzak hatıralarda kaldı ve geriye sadece kriminal ekonomik uygulamaların damgasını vurduğu, büyük insani yıkımlar ve acılarla yoğrulmuş bir tarih kesiti kaldı.
Yukarıda anlatılan tarih kesitinde 3 isim ve bu isimlerin kişilik özelliklerinin altını bir kere daha çizmek gerekir:
- Adolph Hitler; Almanyanın I. Dünya Savaşı öncesi krallık rejimi ve kuvvetine geri dönmek isteyen kızgın ve cahil onbaşısı;
- Franz Von Papen; dinci, katolik Zentrum Partisinin eski statüye hevesli, sosyalist düşmanı, Prusyalı, Kral sevdalısı lideri; ve,
- Cumhurbaşkanı Hindenburg: Prusya monarşi geleneğinden gelen, I. Dünya Savaşının yenik Alman Genel Kurmay başkanı.
Ulus devletlerin ve demokrasilerin tarih sahnesine çıkmasına direnen, krallık/monarşi geleneğine bağlı; dünyanın geçirdiği tarihsel çelişki ve devinimi kavramakta, okumakta zorlanan, hırslı, kızgın ve ezik 3 kişinin, zafer ve gurur günlerine öykünürken tüm dünyada 45 Milyon kişinin ölümüne sebep olmalarının dinamikleri ve bu dinamiklerin altında yatan hissiyatı zaman zaman hatırlamakta yarar olduğunu değerlendiriyoruz.

Mehmet Kazancıoğlu
İstanbul Intrigues yazarı Berry Rubin. İkinci dünya savaşı sırasında Von Papen Ankara’da Alman Büyükelçisi. Ona Ankara’da Ruslar tarafından bir suikast tertip ediliyor Sırp asıllı suikastçi bombanın pimini heyecandan erken çekiyor ve yalnız kendini öldürüyor. Kitap der ki Türk polisi müthiş bir başarı ile bunu Rusların tezgahladığını çözdü