Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 14 Haziran’da 12. Uluslararası İslam Ekonomisi ve Finansı Konferansı’nda yaptığı konuşmada, ekonomik krize karşı İslam iktisadını önerdi ve “faize ve sömürüye karşı çare, haksız kazanca müsaade etmeyen İslami ekonomi ve finans modelidir” dedi. Bu önemli konuşma gün içinde haber bültenlerinde geniş yer buldu.(1)
Konuşmada sarf edilen sözler ilgi çekiciydi, zira siyasal İslam geleneği AKP liderliğine geçtikten sonra İslam iktisadı kavramı pek kullanılmadığı için geniş kitleler bu kavrama aşina değildi. Öte yandan konuşmanın ilgi çekici olmasının bir diğer sebebi de İslam İktisadı kavramının kendisine geniş kitlelerin aksine siyasal İslamcıların oldukça aşina olmasıdır. Aslında kavramın kökleri zannedildiği gibi İslamiyet kadar eski değildir. Hatta 19’uncu yüzyılda dahi İslam İktisadı kavramı tanıma kavuşmamıştır. Peki miladı nedir bu işin diye sorarsanız 20’nci yüzyılın ikinci yarısına kadar gelmek gerekir ki, bu yıllar aynı zamanda Soğuk Savaş yıllarıdır.
İslam’ın temel kaynağı olan Kuran-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in sözleri elbette 20’nci yüzyılın sanayi kapitalizmine ilişkin kurallar bütünü sunmuyordu. Böylece fıkıhçılar devreye girerek, kapitalist üretim ilişkilerinde neyin helal neyin haram olduğunun çerçevesini çizmeye girişti. Bu fıkıhçılar içinde en çok ses getirenlerden biri ve aynı zamanda meseleyi ilk ele alanların başında Müslüman Kardeşler’in ideoloğu Seyyid Kutup gelir. Kutup’un 1949’da basılan İslam’da Sosyal Adalet adlı kitabı bu anlamda siyasal İslamcılar için temel kaynak oldu. Kitapta kapitalizmden ayrı bir üretim biçimi önerilmiyordu. Üretim araçlarının mülkiyeti yine özel şahısların elinde olmalıydı, 20’nci yüzyıl kapitalizminin ruhuna uygun biçimde stratejik alanlarda üretimi devlet üstlenebilirdi. Bu haliyle kitabın özü anti-sosyalistti. Kapitalizmden ayrılan kısım ise faizin haram kabul edilerek alış verişe konu edilmesinin yasaklanmasıydı. Bunun dışında elbette içki ve kumar islam iktisadında yasaktı. Öte yandan Müslüman ülkeler de halihazırda son derece yoksul ülkelerdi. Bu nedenle henüz 1950’li yıllarda borsa, mevduat, kredi gibi meseleler, İslam iktisadının popüler konuları arasında değildir. Ancak bu haliyle meselenin temelini Müslüman Kardeşler atmıştır…
İslam iktisadının teorik temelleri Seyyid Kutup’ta yatarken pratik temelleri için petrol şokunun gelmesi gerekti. 1973’te patlak veren Arap-İsrail Savaşı’nın 11’inci gününde OPEC’in petrol arzını kısarak fiyatları fırlatması o dönem Dünya siyasetinde etkisi belli belirsiz olan Körfez sermayesine can suyu oldu. 1973’te Suudi Arabistan’ın 4,5 milyar dolar olan petrol geliri 5 yıl içinde 8’e katlanarak 34,3 milyar dolara fırlamıştı. Böylece Riyad, Dünya ekonomisi için de önemli merkezlerden biri haline geldi. Suud sermayesi başta olmak üzere Körfez’de yaşanan bu birikim, bir sorunu da beraberinde getirdi! Biriken sermaye Körfez pazarı için çok büyüktü. Sermaye ihracına da şeriat hükümleri faiz yasağı nedeniyle zorluk çıkrıyordu. Yurtdışında gayrimenkul edinmek ise 1970’li yıllar için bugünkü kadar kolay değildi. Böylece daha önce birkaç kez girişilen ancak başarısızlıkla sonuçlanan İslami bankacılık işine Suud hanedanı el attı. İlk katılım bankası böylece petrol şokunun hemen ardından 7 Aralık 1973’te Cidde’de kurulan “İslam Kalkınma Bankası” oldu. Ancak bu banka 7 islam devletinin ortağı olduğu bir tür bölgesel Dünya Bankası gibi çalışıyordu. Konvansiyonel bankacılığa alternatif olarak kurulan en büyük girişim yine Suud ailesinin girişimiyle gerçekleşti, “Faisal Islamic Bank.” Bu bankanın önceki başarısız girişimlerden çok önemli farkları vardı.
1- Arkasında Suud petrol tekeli Aramco vardır; kurucusu doğrudan Suud ailesinin Prensi Muhammed Al Faisal Al Saud’dur (2017’deki ölümünü Türkiye’ye Murat Ülker duyurdu…)
2- Merkezi Suudi Arabistan olsa da hızla Müslüman coğrafyaya yayıldı; 1977’de Müslüman Kardeşler’in en güçlü olduğu ülke olan Mısır’da şubeleşti.
3- Suudi Devleti’nin şeriatı yaymak üzere organize ettiği Rabıta Örgütü’nün (Rabıta’t al allam al İslami) finansal işlerinin de yürütücülüğünü üstlendi.
Faisal Islamic Bank aracılığıyla hızla büyüyen Suud sermayesi Müslüman coğrafyasına girme şansı yakadı. Bu sermaye ihracı ABD’nin de soğuk savaş yıllarında işine gelecektir. Zira islami akımlar komünizme karşı mücadelede dönemin ruhu gereği çokça desteklenir. Nitekim Seyyid Kutup’un İslam’da Sosyal Adalet kitabı 70’li yıllarda Komünizmle Mücadele Dernekleri’nde bedava dağıtıldı.
Faisal Islamic Bank’ın Türkiye’ye gelişi Turgut Özal’ın başbakanlığı dönemine rastlar. Bu kararın alınış tarihini de Başbakanlığının 4’üncü 5’inci yılı gibi düşünmeyin. Özal 14 Aralık 1983’te başbakan oldu; hemen 2 takvim günü sonra, 16 Aralık 1983’te ise özel bir kararnameyle Suud Sermayesi’nin ülkede yatırım yapmasının önündeki tüm engelleri kaldırdı. Özal’ın ilk işi buydu. (2)
Böylece ilk olarak Suud sermayeli Al Baraka Türk, 1984’te Türkiye’de kurulmuş oldu. Al Baraka Türk’ün kurucuları Turgut Özal’ın kardeşi Korkut Özal ve Topbaş’ların babası Eymen Topbaş’tır. AKP iktidarının ilk maliye bakanı olan Kemal Unakıtan ise Al Baraka Türk’ün ilk yönetim kurulu üyelerindendir. Korkut Özal’ın o dönem kurduğu şirketler neredeyse sayısızdır. Petrotrans Nakliyat, Aköz Ticaret, İspa Ticaret o yıllarda kurulan şirketlerden bazıları. Örneğin İspa Ticaret’te Özal’ın ortakları bugün ATV, AHaber, Sabah Medya Grubunun da sahibi, 3. Havalimanı’nın %40 ortağı olan Kalyoncu’lardır.
Al Baraka Türk’le aynı yıl Türkiye’de kurulan bir islami finans kuruluşu daha var; “Faisal Finans”. Yukarıda bahsi geçen Faisal İslamic Bank’ın Türkiye ayağı… Sermaye yine Suudlar’dan. Sahibi Suud Prensi olan bu bankanın Türkiye ayağının kurucusu Salih Özcan’dır. Kendisi aynı zamanda MSP’nin eski vekilidir. İlgi çekici olan ise Özcan’ın Rabıta’nın 41 kurucu üyesinden biri olmasıdır. Dahası Seyyid Kutup’un İslamda Sosyal Adalet kitabını da Türkçe’ye çevirip bastıran Hilal Yayınevi’nin sahibi de Salih Özcan’dır. Seyyid Kutup’unislam iktisadının teorik temellerini atan bu kitabı Türkçe’ye çeviren ise Yaşar Tunagür’dür. Tunagür Cumhuriyet Senatosu’nda hakkında soruşturma başlatılmış bir isim. Soruşturma konusu ise başkan yardımcısı olduğu Diyanet’e Nur Tarikatı üyelerini yerleştirmek. Bu isimler içinde Fettullah Gülen de bulunuyor. Özcan’ın daha da geçmişinde Said-i Nursi’nin talebesi olması var. Hem de alelade bir talebe değil, Nursi’nin “hariciye vekilim” dediği bir isim. Salih Özcan’ın yeğeni de halen AKP’den Şanlıurfa vekilliği yürüten Halil Özcan’dır. Ayrıca Halil Özcan’ın eğitimini Suudi Arabistan Kral Suud Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde bitirmiştir. Ülker grubunun Faisal Finans’ın ortağı olduğunu söylemeden de geçmeyelim. Görüldüğü gibi siyasal islamın fraksiyonlarını birbirinden ayırmak neredeyse imkansızdır, zira finans kaynağı Riyad’dır…
Almanya’daki gurbetçilerden Kombassan için paralar toplanırken de bu kuruluşlar karşımıza çıkar, ülkede birbiri ardına kurulan islami vakıflar fonlanırken de. Paranın kaynağı petrol tekeli Saudi Aramco’dur. Elbette bu para ideolojisiz değildir, bizzat Rabıta’nın fikrini sürdüren taraflara akmaktadır. Uğur Mumcu’nun Avrupa’daki Türk imamların maaşını Rabıta’nın ödediğini ortaya çıkardığı da düşünülürse tarikat-siyaset-ticaret üçgeni daha da belirginleşir. Bu üçgeni fonlayan Körfez sermayesidir. Bu ülkede binlerce kaçak kuran kursu, islami yayın, öğrenci yurdu, dergiler, gazeteler vs. nasıl kuruldu zannediyoruz? Anadolu’daki birkaç KOBİ patronunun mütevazı bağışlarıyla mı? Almanya’da Belçika’da, Hollanda’da Diyanet’in camilerinde Cuma namazı öncesi Kombassan sözcüleri gurbetçileri dolandırmak için konuşmalar yaparken, o camilerin imamları neden hiç ses etmedi zannediyoruz? Milyonlarca gurbetçinin masum dini duygularını kullanarak “paralarınıza zerre haram karışmayacak, bu dövizler Türkiye’ye Faisal Finans aracılığıyla gidecek” diyen dolandırıcılardan Refah Partili’ler habersiz miydi? 70’li yıllarda kasaba esnafları arasında örgütlenen tarikatların, cemaatlerin 90’lı yıllara gelindiğinde holdingleşmesi tesadüf müdür?
Tüm bunların yanı sıra ilgi çekici olan bir diğer mesele ise bugün ülkenin finans yönetimini oluşturan koltukların tümünün yolunun Faisal Finans veya Al Baraka Türk’ten geçmiş olmasıdır. (3)
Ozan Gündoğdu, Gazeteci-Yazar
Notlar:
(1) Konuşmanın tam metni için: https://www.tccb.gov.tr/konusmalar/353/120425/12-uluslararasi-islam-ekonomisi-ve-finansi-konferansi-nda-yaptiklari-konusma
(2) 16.12.1983 tarihli Özel Finans Kurumları Kurulması Hakkında 83/7506 sayılı karar)
(3) Örnek isim ve görevler: BDDK Başkanı Mehmet Ali Akben: Bankacılık kariyerine 1986 yılında Faisal Finans’ta muhasebe şefi olarak başladı; SPK Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu: Üniversiteden mezun olduktan sonra çeşitli özel firmalarda çalıştı. Ardından 1988-1996 yılları arasında Faisal Finans’ta baş uzman olarak görev yaptı; Eximbank Genel Müdürü Ali Güney: 1990-1993 yılları arasında Faisal Finans’ta fon yönetim müdürlüğünde görev yaptı; Son Hazine Müsteşarı Osman Çelik: Bankacılık kariyerine 1988-1995 yılları arasında Faisal Finans Kurumu Proje Değerlendirme ve Hazırlama Müdürlüğü’nde Uzman olarak başlayan Çelik, ardından baş uzmanlığa yükseldi; Vakıf Katılım Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Öztürk Oran: 16 yıl Faisal Finans’ta çalıştı, oradan Vakıfbank’a geçti;
Kaleminize sağlık Ozan Gündoğdu. Vaktinde ve iyi bir hazıfa tazeleme.
Ülkemiz hem ekonomik hem de siyasal açıdan yakın tarihine bu açıdan da bakmak çok faydalı olacaktır. İslam’ın terör ile bir arada anılmasına gösterdiğimiz tepkiyi keşke “İslam’ın Para/Finans ile anılması” gibi konularda da gösterebilsek!
Bankanın adını, finans kuruluşunun adını İSLAM koyup, paradan para kazanmak nasıl bir din ideolojisi ve sonrasın da “faiz haramdır” demek nasıl bir aldatmacasıdır?
Bu ne yaman çelişki?
Elinize kaleminize sağlık Ozan bey.
sonuç:bir tarafta emperyal ve vahşi kapitalist sermaye diğer tarafta ülkeye çöreklenmiş bu göz boyamacı İslami yapı ve tabi içerideki siyasal rantçı anlayış nasıl kazınır da ülke eski emek sermaye dengesi içinde bir ekonomiye dönüşür,buna bakmak lazım.
bunun için nerdeyse sıfırdan başlamak gerekeceğini üzülerek belirtmek gerekiyor!
nedenleri aslında biliniyor:siyasal iktidarların elde avuçta hiçbir ulusal işletme,sanayi bırakmayıp satması!
buna karşılık ödemeler dengesinin bozularak sürekli açık vererek dış borcun 500 milyar dolarlara varması!
ve bugün itibarıyle haydi namusumuzla çalışıp üstüne koyalım yeniden rasyonel bir şekilde kalkınalım deseniz sermaye adına borç verecek mercii bulunamaması!
öyleki uluslararası alanlarda güven kaybına uğramış bir Türkiye ye IMF gibi kuruluşlar artık aldıklarını ödemeden borç vermiyor.
demokratik seçimlerle halkın bu kaosa son vermesi ve eskiden olduğu gibi demokrasi,hukuk vb her alanda yönünü batıya çevirerek işine bakması gerekiyor.
teşekkür ederiz aydınlattığın için..