Var olmanın tersi olan yokluk kavramı insan ihtiyaçlarının gerçekleştirilememesiyle ilişkilidir.
Bu sebeple yoksulluk kavramından önce yoksulluğu yaratan ve ortaya koyan ihtiyaçların neler olduğunu belirlemek önemlidir. Maslow’un Gereksinimler Hiyerarşisi Kuramı kısaca insanların doğuştan gelen ve davranışlarına yön veren gereksinimlere sahip olduğunu, bu gereksinimlerin tatmine ulaşıncaya kadar insan davranışını etkilediğini ve hiyerarşik olarak sıralandığını söyler[1]. Piramit bireyin “var”lığı adına ihtiyaçlarını ortaya koyarken, “yok”luk durumunda olacaklar için de bilgiler vermektedir. İhtiyaçların karşılanamaması durumu olarak yokluk yoksunluğu, dolayısıyla yalnızca bireye ait bir durum olmanın ötesinde yoksulluğu yaratmaktadır.Yoksulluk kendini varsıllıkla görünür kılan bir olgudur. Farklı kriterlere göre birden fazla tanımı bulunmaktadır. Tanımların ortaklaştığı olgu ise yoksulluğun ekonomik anlamda gelir yetersizliğini, sosyal anlamda toplumsal etkinliklere katılım fırsatlarının azalmasını ifade ettiğidir[2].
İlk artı ürün ve bu ürünü kontrol eden kişilerin hegemonyasıyla varsıllığın oluşması yoksulluğu da toplumun bir kısmı için başlamıştır. Platon ve Aristotales tarafından yoksulluk erdemsizlik, yoksullarsa suçla ilişkilendirilerek toplum için sorun, Hristiyanlıkta ortaçağa kadar Tanrı’nın bir lütfu olarak görülmüş, yoksulluğun yarattığı acı kurtuluşun bir parçası olarak kabul edilmiştir. Kilisenin etkisi azalıp, sermaye birikimi arttıkça ise yoksullar toplumun dışına itilmiş, görmezden gelinmiştir [3]. Sanayi devrimiyle beraber başlayan kitlesel göç yoksulluğun ölçeğinin ve mekanının değişimine neden olmuştur. Engels “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu”kitabında yoksulluktan, temel ihtiyaçların giderilmemesinden, konut sorunu ve salgın hastalıklardan bahseder [4]. Engels’in Manchester için yaptığı tespitler hızlı kapitalistleşen tüm kentlerde benzerdir.
Hızlı sanayileşme ve kentleşmenin olduğu ülkelerde yoksulluğun cisimleştiği mekanlar olan sefalet mahallelerinin inkar edilemez biçimde artmasıyla yoksulluk artık sorun olarak kabul edilmiş, çözüm yolları aranmaya başlanmıştır. Bu soruna ise sıhhi standartların oluşturulması, yerel yönetimlerin güçlenmesi gibi iktisadi çözümlerden uzak, günün şartlarını düzelten geçici çözümler sunulmuştur.
Yoksulluk gibi çok eski bir sorunun 1970lerde yeniden keşfinin öncelikli nedeni neoliberal politikalardır[5]. Yaşanan krizler II. Dünya savaşı sonrası refah devleti uygulamalarına son vermiş ve özellikle gelişmişülkelerde sermayenin hegemonyası olarak nitelendirilebilecek neoliberal iktisadi düzene geçilmiştir. Sınıfsal belirginliklerin, tüketimin ön planda olduğu neoliberal yeni dünyada kontrolsüz serbest girişim desteklenmiş, devlet gelirde adalet sağlama konumundan geri adım atmıştır.
Günümüzde yoksulluğun farklı uluslararası kuruluşların tanımları çerçevesinde küresel bir paylaşım sorunu olduğu genel bir kabuldür. Bu çalışma kapsamında yoksulluğun gelir, kaynaklar ve mekansal sınıflandırmaları dikkate alınmıştır:
- Gelir Odaklı Sınıflama (Mutlak-Göreli Yoksulluk)
Bireylerin gelirleri yoksulluğun ölçülmesinde bir kıstastır. 19. yüzyılda İngiltere’de yapılan gelir-tüketim ilişkisine dayanan, hayatta kalabilmek için gerekli mal ve hizmetlere olan ihtiyaçların karşılanması durumunu belirten “mutlak yoksulluk çizgisi” yaklaşımı kişi başına günlük kalori ihtiyacıdır. Bu ihtiyaç kırsal alanlar için 2400, kentsel alanlar için 2100 kalori olarak alınmakta ve bunu sağlayacak en düşük maliyetli gıda harcamalarının parasal değeri yoksulluk çizgisi olarak belirlenmektedir [6]. Dünya Bankası 2015 itibariyle bu tutarı günlük 1,90 $ olarak belirlemiştir [7], ancak bu belirlenen tutar ülkelerin içinde bulundukları koşullar ve gelir dağılımlarından bağımsızdır.
Nicelleştirmede sağladığı kolaylığa rağmen yoksulluğun tanımlanmasında gelir-tüketim yaklaşımı yetersiz kalmaktadır. Bu eksikliği düzeltmek adına oluşturulan göreli yoksulluk kişi ya da hane halkının içinde yaşadığı toplum tarafından kabul edilen asgari bir yaşam düzeyine sahip olup olmadığı ile alakalı bir konudur. Bu nedenle göreli yoksulluk kavramı gelir ve refahın dağılımındaki farklılıklara odaklanır [8].
- Kaynaklar odaklı sınıflandırma (yapabilirlik/gelir)
Nobel ekonomi ödüllü Amartya Sen’in kapasite yoksulluğu olarak tanımladığı “yapabilirlikten yoksulluk” maddi yoksulluğun ve bireyin fiziksel ihtiyaçlarının ötesinde, Maslow’unGereksimlerHiyerarşisi’nde de bahsedilen, var olma ve kendini gerçekleştirme kapasitesine ait faaliyetlerin gerekliliğini kapsar [9]. Gelir yoksulluğu ise asgari yaşam standardını karşılamak adına ihtiyaç duyulan temel gereksinimlerin karşılanabilmesi için yeterli miktarda gelirin elde edilememesi durumu olarak tanımlanabilir. Gelir yoksulluğu hesaplamalarında genellikle asgari bir yaşam düzeyini sağlamak için gerekli gelir yoksulluk sınırı olarak tanımlanmaktadır.
Yoksulluğun güncel olarak ölçülmesinde Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından geliştirilen İnsani Gelişme Endeksi (lGE) önceliklidir. Endeks, Sen’in yaklaşımıyla da ilintili biçimde, iyi ve uzun yaşam, bilgiye erişim ve yüksek yaşam standardı esasına dayalı bir insani gelişme tanımından yola çıkarak gelir, eğitim ve sağlık göstergelerinden oluşmakta, iyi bir yaşam standardına ulaşmak için gerekli kaynaklara erişim ve toplumun yaşamına katılma en önemlileri olarak ön plana çıkmaktadır [6].
- Mekan odaklı sınıflandırma (kırsal/kentsel)
Yoksulluğun tanımları yalnızca birey/gelir ilişkisini içermez, yaşam alanlarını da kapsar. Ancak mekânsal olarak yoksulluğun boyutları ve yoksulların temel nitelikleri arasında büyük farklılıklar görülmemektedir.
Mekanla ilişkili yoksulluk tanımları kentsel ve kırsal olarak ikiye ayrılır. Yoksulluk çoğunlukla kırsal alanlarda başlayan bir sorundur. Kır ile kentin diyalektik ilişkisi ise göçle kurulur. Kırda yoksunluk yaşayan birey yeni bir hayat kurmak adına kente göçer veya göçmek zorunda kalır (veya bırakılır). Göçlerin yoksulluğun derinleşmesinde, mekansal olarak yoğunlaşmasında ve süreklileşmesinde payı büyüktür [10].
Kentsel yoksulluğun kapsamı sadece gelir azlığı ve kentsel hizmetlerden yeterince yararlanamamayla sınırlı değildir. Eğitim, sağlık ve güvenlik gibi hizmetlerden daha az yararlanmayı, varoşlarda yaşamayı, kentsel şiddete daha açık olmayı da içermektedir (Çolakoğlu, 2003; [2].
Kent Yoksulluğu
Türkiye’de kentleşme pratiği incelendiğinde 1950 sonrası hızlanma görülmektedir. 1940’larda Ankara’ya, 1950’lerde İstanbul’a artan göçle kırsal yoksulluktan kurtulmak isteyen milyonlar göçtükleri kentin yeni kentsel yoksulu olmuşlardır. Göçmenlerin yoksulluk ve kente adapte olma konularında geliştirilen çözümlerse gecekondu ve enformellik üzerinde yoğunlaşmıştır [11]. 1970’lere kadar üretimin belirlediği kent mekanları, neoliberal iktisat politikaları ve postfordist üretim sebebiyle hizmet ve tüketim mekanıhaline gelmiş, neoliberal kent profilini edinmiştir.
1990 sonrası küreselleşme ve “dünyaya eklemlenme” söyleminin merkezi halini alan neoliberal kentte işçi sınıfı ve kent yoksulu artık kent merkezinde görünmek istenmez. Yoksulluk görünse bile bu kişisel başarısızlığın simgesi ya da varsıllığın zıttı olarak algılanmaktadır[12]. Harvey eski sanayi kentlerinde Fordist dönemin çeperlere taşıdığı orta ve yaratıcı sınıfların neoliberal dönüş ile birlikte kent merkezine geri dönmeye başlandığından bahseder [13].
Kent yoksulluğunun yoğunlaştığı mekanlar için üç uzaklık tipolojisi belirlenmiştir. İlki kentin yerleşik alanlarının dışında kalacak biçimde uzağa yerleşmektir. Bu yerleşme biçiminde ortaya çıkan uzaklık gerçek anlamda fiziksel bir uzaklıktır ve kentle kurulan her tür iktisadi, sosyal ve kültürel ilişkileri mesafelendirir, bu ilişkileri kurup yürütmeyi zorlaştırır. İkinci uzaklık zamanla kentin gelişme alanı içerisinde kalan, çevresinden dolaşılan veya üstünden atlanarak geçilen yoksul mahallelerinin kurduğu uzaklıktır. Gelişmeye müsait gecekondu mahalleleri gerekli planlama süreçleri sonrasında inşaat şantiyesine dönüşür, kazınarak ortadan kaldırılırlar. Üçüncü uzaklık ise aslında fiziksel olarak kurulmayan, ekonomik olmanın ötesinde sosyal ve kültürel bir uzaklıktır. Genellikle eski kent merkezinin uzantısı olan fiziksel alanların zamanla çöküntü alanları haline gelmesiyle, geçmişte prestijli olan bu alanların kalıntılarına yoksullar yerleşmiştir [14]. Bu çöküntü alanları artık aynı zamanda dönüşüm ve soylulaşma potansiyelini (/tehdidini) barındırır. Kent merkezinde yaşamak isteyen orta üst sınıf ve yaratıcı sınıfa taleplerini karşılayacak konut stoku genellikle çöküntü haline gelen kentin eski mahallelerindedir. Bu durum mekanın mevcut kullanıcıları olan kent yoksullarının yerlerinden edilmesi, kent çeperine itilmesi ve dışlanmasına neden olur. 1950’lerden sonra hızla artan bir konut üretim biçimi olan, işgücü ihtiyacı üzerinde kalan taşkın nüfusu barındıran bir yapılaşma/yaşam biçimi olarak ortaya çıkan gecekondularsa kentsel yoksulluğun Türkiye’de mekansal karşılığı olarak ilk akla gelen olgudur [14].
Türkiye’nin amiral gemisi ve küreselleşme iddiası yüksek olan İstanbul’da da 1990’lardan itibaren dünya metropolleri ile benzer dönüşümleri gerçekleşmekte. Deprem, gecekondulaşma, niteliksiz konut, sağlıksız çevre, tarihsel ve kentsel dokunun bozulması vb. gerekçelerle İstanbul başta olmak üzere neredeyse tüm Türkiye’de kentsel dönüşüm projeleri yapılmaktadır. Bu projeler kendilerine özgü belleği ve kimliği olan kentleri “toplumsal yaşam alanları” olmaktan çıkarıp, rant kapasitesine sahip birer meta, sermaye gruplarının yeni yatırım ve birikim araçları haline getirmiştir [15]. 2017 verilerine göre Türkiye’deki kentleşme %70’in üzerinde, kent sayılan bölgelerde yaşayan nüfusun oranı %92,5’tir[16].
Son yapılan araştırmalarda (Mart 2020) 4 kişilik bir aile İstanbul için açlık sınırı 2576 TL’dir (aynı dönem asgari ücret 2327 TL’dir)[17]. İstanbul için yakın dönemde yapılan kent yoksulluğu araştırması da güncel durumun ortaya konması adına önemlidir. Hanehalkı gelir düzeyi 2500 TL ve altındaki ailelerle yapılan anket çalışmasında hanelerin %89,3’ünde gelir getirici faaliyette tek kişinin bulunduğu, %59,5’inin SGK kaydının olmadığı, çocuklu hanelerin %7’sinde çocuk işçi olduğu bilgilerinde ulaşılmıştır. Anket yapılan hanelerin %92,6’sı beklenmeyen 1000 TL tutarında bir masrafı karşılamayacak durumda, %33,7’sinin birden fazla yere borçlu olduğu belirlenmiştir. Evlerin %11,6’sında çamaşır makinesi, %40,1’inde bulaşık makinesi, %49,3’ünde internet olmadığı bilgileriyse 2020 İstanbul’u için çarpıcı ve bir o kadar üzücü gerçeklerdir [18].
Işılay Beste BAYRAK, Peyzaj Mimarı, Kent Koruma ve Planlama Uzmanı
Kaynakça
[1] | P. Süral Özer ve T. Topaloğlu, «Motivasyonda Kapsam Kuramları,» %1 içinde Liderlik ve Motivasyon, C. Serinkan, Dü., Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, 2008, pp. 1-27. |
[2] | M. Özel, «Kentsel Yoksulluk ve Türkiye’de Yerel Yönetimlerin İşlevleri,» İdealkent, no. 16, pp. 155-181, 2015. |
[3] | E. M. Mbonda, «Poverty as a violation of human rights: towards a right to non-poverty,» International Social Science Journal, cilt 56, no. 180, pp. 277-288, 2004. |
[4] | F. Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, İstanbul: Sol Yayınları, 1997. |
[5] | M. Koray, «Büyüyen Yoksulluk-Yoksunluk Sorunu ve Sosyal Hakların Sınırları,» İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, cilt 42, no. 1, pp. 1-31, 2010. |
[6] | F. Şenses, Küreselleşmenin Öteki Yüzü: Yoksulluk, İstanbul: İletişim Yayınları, 2006. |
[7] | «Understanding Poverty,» 2020. [Çevrimiçi]. Available: https://www.worldbank.org/en/topic/poverty/overview. [Erişildi: 10 05 2020]. |
[8] | C. C. Aktan ve İ. Y. Vural, «Yoksulluk: Terminoloji, Temel Kavramlar ve Ölçüm Yöntemleri,» %1 içinde Yoksullukla Mücadele Stratejileri, C. C. Aktan, Dü., Ankara, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, 2002, pp. 39-69. |
[9] | A. Sen, Özgürlükle Kalkınma, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2004. |
[10] | S. Kaygalak, «Yeni Kentsel Yoksulluk, Göç ve Yoksulluğun Mekansal Yoğunlaşması: Mersin/Demirtaş Mahallesi Örneği,» Praksis, no. 2, pp. 124-172, 2001. |
[11] | M. Koçancı ve C. Ergun, «Kent Yoksulluğunun Kentsel Dönüşüm Üzerinden Okunması,» Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, cilt 23, no. 1, pp. 51-68, 2018. |
[12] | M. Üçoğlu, «Neoliberalizm Kent Alanlarında Neden Yoksulluğa İhtiyaç Duymaktadır?,» İdealkent, no. 16, pp. 34-49, 2015. |
[13] | D. Harvey, «The Right to the City,» New Left Review, no. 53, pp. 23-40, 2008. |
[14] | E. Ocak, «Yoksulun Evi,» %1 içinde Yoksulluk Halleri, N. Erdoğan, Dü., İstanbul, İletişim Yayınları, 2016, pp. 133-174. |
[15] | P. Engincan, «Kentsel Dönüşümün Sonuçları: Kent Yoksulluğu/Yoksunluğu ve Toplumsal Dışlanma,» İdealkent, no. 16, pp. 107-122, 2015. |
[16] | B. Cengiz, «Türkiye’de Şehirleşme Oranı,» 2018. [Çevrimiçi]. Available: https://www.dogrulukpayi.com/iddia-kontrolu/murat-kurum/1950-yilinda-turkiye-de-kentlerde-yasayan-nufusun-orani-sadece-yuzde-25-ken-bugun-bu-oran-yuzde-88-seviyelerinde-geldi. [Erişildi: 02 06 2020]. |
[17] | «BİSAM Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması,» 03 2020. [Çevrimiçi]. Available: http://www.birlesikmetalis.org/index.php/tr/guncel/basin-aciklamasi/1460-bisamnisan20. [Erişildi: 02 06 2020]. |
[18] | «İstanbul’da Kent Yoksulluğu Araştırması,» 05 2020. [Çevrimiçi]. Available: https://istatistik.istanbul/bulten.html?id=23. [Erişildi: 02 06 2020]. |
Işılay hanım çok aydınlatıcı bir yazı olmuş . Merkez ve çevre dengesinde, çevredekilere politika olarak ulaşmanın sanki kodlarını vermişsiniz.
Emekleriniz için teşekkür ederiz