Altyapısal eksiklerini tamamlamamış Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde kamunun bu eksiklikleri tamamlamak için genel bütçeden ayırdığı tutar, kişi başına düşen harcama bazında, gelişmiş ülkelerdeki tutara kıyasla oldukça yüksektir.
Zira toplumun refah seviyesini arttırıcı yol, tünel, köprü, havalimanı, elektrik santralleri, barajlar, boru hatları gibi yatırım projeleri yapma zorunluluğu vardır.
Bu tip yüksek bedelli projeleri üstlenebilecek olan taahhüt firmalarının operasyonel ve finansal bazlarda yeterlilik kriterlerini karşılayabiliyor olması gerekir. Nitekim, uluslararası normlara göre de bu tarz projelerin ihalelerine katılmak isteyen firmaların öncelikli olarak ön yeterlilik şartlarını sağlayıp sağlamadıkları test edilir; bu şartları sağlayabilenler ihalelerin ilerleyen safhalarında yer alabilirler.
Ülkemizde, 2002’de başlayan AKP iktidarı döneminde altyapı yatırımlarına büyük önem atfedilmiş; ülkemizin kalkınması için gerçekten önem taşıyan birçok proje operasyonel anlamda genel itibariyle başarıyla tamamlanmıştır. Mamafih, çok çeşitli bölgelerdeki çok çeşitli projelerin arasında çevreye etkisi iyi hesaplanmamış, iktisadi modeli kamu yararını gözetmeyen, kamu kaynaklarına ve bütçeyeyabancı ülke kurları üzerinden, uzun vadeli gereksiz yükler bindiren projeler de tamamlanmış veyahut ihale edilmiştir. Dolayısıyla, bu projeler çok çeşitli yönlerden ele alınmalı ve değerlendirilmelidir; fakat bu analizde projeler ihale yöntemleri ve şeffaflık açısından irdelenecektir.
Kamu ihalelerinde şeffaflık açısından mevcut iktidarın iyi bir sınav vermekte olduğunu söyleyemeyiz. Özellikle belli bir tutarın üzerindeki projelerde hep aynı firmaların,pazarlık usülü ile Kamu İhale Kanunu’nun 21. maddesinin b bendine atıfla ihaleye davet edilmesi ve ihalelerin bu kısıtlı sayıdaki firma tarafından alınması sıkça rastlanılan bir durum haline gelmiştir. Bu durum ise kendi kısır döngüsünü yaratmakta; davet edilen firmalar daha da büyüyüp serpilmekte; davet dışı kalanlar ise zamanla ön yeterlilik şartlarını bile yerine getiremez hale gelmektedir. Ülkemizin medar-ı iftiharı olmuş, yüzlerce yurtdışı proje tamamlamış, dış ticaretin kökleşmesinin temelini oluşturmuş mühendislik ve taahhüt firmaları yeterlilik şartlarını sağlamalarına ragmen bu ihalelere davet edilmez olmuşlardır. Bu durumun kamu yararına oluşacak rekabet ortamını olumsuz etkilemekte olduğu gün gibi aşikardır. Oysa ki KİK 21-b maddesi doğal afetler, salgın hastalıklar vb. durumlarında, bu durumların yapılacak işi direk etkileyeceği projeleri kapsaması gerekmektedir.
Buna ek olarak; KÖİ yöntemi ile gerçekleştirilendevasa projelerin sözleşme detayları kamuya açıklanmamakta; ticari sır kapsamında ele alınmaktadır. Oysa ki çağdaş dünyada bu tarz projelerin ihale dökümantasyonu ve sözleşmesel şartları internet ortamından rahatlıkla edinilebilmekte ve isteyen her vatandaş konu hakkında bilgilenebilmektedir. Zira “kamu kaynakları” tamlamasının açıklamaya gerek olmayacak şekilde bize anlattığı üzere, harcanacak kaynaklar kamuya aittir, kamudan kaynaklanmaktadır; haliyle kamunun da kendi kaynaklarının nasıl harcandığı ile ilgili bilgi edinme hakkı vardır. Söz konusu sözleşmelerin şartları açıklanmadığı için aynı zamanda büyük bir bilgi kirliliğine ve anlamsız tartışmalara sebebiyet verilmekte; toplumun devlete olan güveni örselenmekte ve Türkiye Cumhuriyeti uluslararası arenada yatırım yapılamaz ülkeler kategorisine sokulmaktadır.
KÖİ projelerinin bir diğer sorunlu boyutu da finansman modelleridir. Devletin satınalma taahhüdü veyahut müşteri garantisi verdiği projeler, yine devletin bankaları tarafından fonlanmakta ve belirli firmalar bu modelle gerçek kapsaitelerinin çok üzerinde projelere talip olabilmektedirler. Şöyle ki; bütün bu devlet garantilerine rağmen özel bankalardan veyahut yurtdışı finans kuruluşlarından gerekli finansmanı sağlayamayan şirketler aslında finansal ön yeterlilik şartlarını sağlayamamaktadır. Fakat ön yeterlilik şartlarını sağlayamayan firmalara kamu kaynakları kullandırılmakta ve devletin ve dolayısıyla halkımızın aldığı risk katlandırılmaktadır. Özetle, çayın kuşu çayın taşıyla vurdurulmaktadır.
Bu modelle çalışmaya alışmış olan firmalar o kadar büyük bir rehavet içerisindedir ki; bunların çok azı uluslararası projelerin serbest rekabet ortamında yatırım veyahut taahhüt projeleri yüklenebilmekte ve başarılı olabilmektedir. Zira, yaratılan bu ekosistem serbest piyasanın işleyişine aykırıdır. Çok daha fazla firmanın yer alabileceği altyapı yatırımları sektöründe adeta “Oligopol Piyasa” oluşturulmuştur ve ihaleler az sayıda oyuncuya pay edilmektedir. Serbestçe ihalelere katılabilecek firmaların önüne “davet” engeli çıkarılmaktadır.
Yaratılan bu ekosistem ve ihale ortamının sürdürülebilir olması mümkün değildir ve nitekim de ülkenin ekonomik olarak dibe doğru aldığı yolun kilometre taşlarından birini de ihale sistemi oluşturmaktadır. Yabancı yatırımcıların bu ortamda rol almak istemelerini düşünmek safdillik olacaktır. Adeta ülkeyi iktisaden dibe çeken bir zincir oluşturulmuş; bu zincirin halkalarından birisi de şeffaflıktan uzak, serbest rekabeti engelleyen ihale yönetimi olmuştur.
Peki bu konuda ne yapılmalıdır? Çözüm Ana Muhalefet’in dillendirdiği gibi kamulaştırmada mıdır? Kesinlikle hayır! Sözleşmelerin altındaki Türkiye Cumhuriyeti imzasının değerini ve önemini anlayamayan bir zihniyet kamulaştırmayı önerebilir. Kamulaştırma adeta kaş yapayım derken, göz çıkarmak olacaktır. Türkiye, mülkiyet hakkına mütecaviz tutumlar takınan bir ülke konumuna hiçbir surette sokulmamalıdır. Halihazırda ihale edilmiş veyahut tamamlanmış projelerin sözleşmeleri, çağdaş bir yönetim tarafından mercek altına alınmalı, şartları kamuya açık şekilde, ilgili sivil toplum kuruluşlarının da görüşleri alınarak tartışmaya açılmalı ve yeniden yapılandırılmalıdır. İhale sürecinde veya işlerin tamamlanması esnasında genel hukuk prensipleri veyahut sözleşmesel şartlar çerçevesince suç unsurları oluşmuşsa; bu suçları işleyenler hakkında hukuki süreçler başlatılmalıdır.
Bugünden tezi yok, yapılacak ihaleler serbest piyasa koşullarına, şeffaf kamu yönetimi prensiplerine, kamu yararını gözeten bir anlayışa uygun şekilde düzenlenmelidir. Ön yeterlilik şartlarını sağlayan her firma ya da konsorsiyumun ihalelerde yer almasına azami önem verilmelidir. İhalelerde uluslararası firmaların yer alabilmesi sağlanmalı; ilginin az olduğu görüldüğünde yurtdışında da bu ihalelere ilgiyi arttıracak çalışmalara başlanmalıdır. Aksi taktirde ülkemizi dibe sürükleyen sarmalın ihale yönetimi halkası sapasağlam yerinde duracaktır.
Serkan İleri