Son 18 yılın Genel Değerlendirmesi:
Türkiyevedünyabu yüzyılda gerçek-sonrası (post-truth) diye tanımlanabilecek bir siyasi paradigma değişimi ile karşılaştı; bunu betimlemenin bir yolu, kavramların içinin boşaltılması, hatta siyasi gücü elinde bulunduranların ve onların medya kollarının söylemlerini tam tersine anlamlandırılabilecek hale getirişi olabilir. 2019-2021, ve ardından yayımlanan 2020-2022 ‘Yeni EkonomiProgramı’ da bu çerçevedede ğerlendirilebilir. (1)
2007’de Graham Fuller’ın kitabının başlığı olan ‘Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ ile de uyumlu olarak, iktidar 2010’larda sıklıkla küresel güç olma iddiasını da dile getirerek ‘Yeni Türkiye’ ifadesini kullanmaya başladı. 2018’deki Anayasa değişikliği ile taçlandırılan bu vizyonun, ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ denen yeni siyasi yapılanma ile temelleneceği iddia edildi. Bu sistemin , hızlıkarar alma mekanizmalarının tesisi idi; ‘hız felakettir’ uyarıları ise hiç dikkate alınmayıp kurumlar tam hız iktidarın vizyonuna uygun dönüştürülmeye başladı; kamu kaynakları, rekabet dışı, seçili özel sektöre ve kamusal yararı tartışmaya açık seçili projelerin finansmanına harcandı.
2001’de yaşanan banka ve siyasi kriz sonrası iktidara gelen AKP, ilk döneminde IMF kredileri çerçevesinde uygulanan bankacılık-finans düzenlemeleri ve devlet kurumlardaki liyakatlı kadrolar sayesinde, 1990’larda zaten düşme eğilimine girmiş olan 35 yıllık kronik yüksek enflasyonu yüzde 10’un altına indirmekte başarılı oldu. Küresel döviz bolluğu ve IMF programı çerçevesinde uygulanan kredibilite artışının yarattığı pozitif ortam sayesinde dış yatırımlar ve büyüme arttı. Fakat, özelleştirmeler ve sermayenin belediyeler ve inşaat sektörü aracılığıyla el değiştirmesine yol açan iktisadi politika kararları, aslında gelecek her krizin sosyo ekonomik etkilerinin derinleşerek artmasına da yol açtı. Çoğu iktisatçının bu ilk dönemi başarılı bulmalarının sebebi iktisadi göstergelerin seyrine bağlı yüzeysel analizlerdir. Ancak, kronik yüksek enflasyonun nihayet düşürüldüğü bir ekonomide, üstelik de küresel likidite bolluğu da varken, büyümeoranlarınındahayüksek olması ve enflasyondan kaynaklanan refah dengesizliklerinin azalması beklenirdi (2); bunun gerçekleşmemiş olmasının sebebi ise bu dönemde refah kazanımlarının siyasi amaçlarla verimsiz harcanmış oluşudur.
Global ResesyonSonrası
2008 Global Resesyonu, ABD’de, klasikkriz göstergesi olarak bilinmekle beraber finansal teknolojilerin gelişimine de bağlı olarak, kredi artışından beslenen finans kriziyle tetiklendi. Türkiye, 1999’da kurulmuş olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK)’nın yetkinliği sayesinde bankacılık sektörünü bu krizden muaf tutabildi ise de, önceki dönemde ekonomik kazanımların sağlam temellere oturtulmamış olması sebebiyle dünyada kriz denen çok etkilenen 2. ülke olarak kişi başı yüzde 5.9 gelir kaybı yaşadı. 2008 krizi sonrasındaki 10 yılda ise gelir dağılımı bozuldu, en zengin yüzde 1’lik kesimin refahpayı yüzde 40’ı aştı.(3)2020’de Covid-19 salgını ile karşılaştığında, Türkiye finansal olarak güçlü, ancak reel sektörü krizlere dayanıklı kılınmamış, politika zafiyetleri ile donanmış bir durumda idi.
Planlamave 3. Yeni Ekonomi Programı
Türkiye on yıllardırorta-gelir tuzağında olan gelişmekte olan bir ülke. Gelişmekte olan ülkelerin iktisadi kalkınması için uzun ve orta vadeli planlar yapması, bunların da kısa vadeli planlarla desteklenmesi gereklidir. Türkiye’de planlama dönemi 1963’de Birinci Beş Yıllık Plan ile başladı ve 2006 yılı dışında bugüne dek 11. Plan ile devam etti. Başlangıçtan bu yana önemli fark, 2007’den beri beş yıllık planlarda sektörel talep, yatırım ve projeksiyonlar yerine artık sadece hedef ve gerçekleşmelerin yer alması, yani analitik bir yapının terkedilmiş olması, ki bu 2011’de Devlet Planlama Teşkilatı’nın kapatılışı ile paralel.
Planlamanın esas konusu sürdürülebilir ya da istikrarlı büyüme, yani kalkınmadır. Kalkınma, ‘iktisadi büyümenin’ ‘etkin kurumsal yapılarla desteklenmesi’ anlamına gelmektedir; kurum kavramının kendisi de zaten uzun vade çerçevesinin önemini belirtir. Büyümenin temelleri fiziksel sermaye birikimi ve teknolojik gelişmedir; her ikisinin de temeli ise bilimsel açıdan iyi eğitimli, toplumsal açıdan da ahlaklı ve kültürlü insandır. Tasarruflar, yatırımlar, büyüme ve istikrar bu temel üzerinde yükselir.
YEP’in büyümeye ve kurumsal yapılara ilişkin öngörülerini, yukarıda tanımlanan kalkınma kavramının temel yapı taşları bağlamında değerlendirmek gereklidir. Programı bu açıdan değerlendirirsek, AKP’nin 18 yıllık performansını da baz alarak, 2022 hedeflerine ilişkin şu gözlemler yapılabilir.
- Eğitim:
Objektif bir gösterge niteliği taşıdığı varsayılırsa, PİSA skorlarına göre, matematik ve temel bilimlerde hem en iyi performans gösteren öğrencilerimiz diğer ülke ögrencilerine göre daha az puanlar almış, hem de 2000’lerin başı ile karşılaştırıldığında bu alanlarda düşük performans gösteren öğrencilerimizin puanları ciddi oranda düşüş eğiliminde. Sık değişen Eğitim Bakanları, eğitim yapısı, müfredat, ve kamunun payının temel eğitimden giderek çekilip yerini özele bırakışının bu sonuçlarda etkisi olduğu açıktır.
- İstihdam:
Kaliteli, bilimselveörgün eğitim sağlama konusundaki başarısız performansla orantılı olarak, 2000’lerin başında % 10’dan azolanüniversiteişsizliği 2019 itibarıyla %35, geniş anlamda toplam işsizlik oranı ise %18’dir.
- Sosyal sermaye:
Sosyal sermayenin yıpranışının en somut göstergeleri toplumda artan şiddet, hoşgörüsüzlük ve güvenlik harcamaları olabilir ki bunun üretime katkısının eksi yönde olduğu da tartışılmaz. Ekonomik ve akademik nedenlerle son yıllardaki beyin göçündeki artış da beşeri ve sosyal sermayenin azalmasında önemli rol oynamaktadır. Beşeri ve sosyal sermaye ile bağlantılı olarak, büyümenin kaynakları olan tasarruf, yatırımlar ve teknolojik katma değer üretimine ilişkin 18 yıllık karne de, eğitim, istihdam ve sosyal sermayenin bulunduğu durumu yansıtmaktadır.
İşsizliğinarttığı, işgücünekatılım oranınının %50’den yukarıya taşınamadığı bir ekonomide, sürdürülebilir büyümenin olması beklenemez. Örneğin, işgücüne katılım oranı 1974-2000 arası % 52 ve tasarrufların GSYİH payı 21.5 iken, bu oranlar 2002-2019 arası %49 ve (başlangıçta yüksek reel faizoranlarınarağmen) %22.6 olarakgerçekleşmiştir. Yatırımların GSYİH içindeki payı ise aynı dönemler arası karşılaştığında %23.8 ve %26.8 olarak görülse de, 2010-2014 arası uygulanan negatif reel faizle reel büyümeden daha yüksek hızla büyüyen inşaat yatırımlarının bunda payı yüksektir.
Temel üretim faktörlerine dair yukarıdaki veriler de göz önüne tutularak, 2020 yılı itibarıyla içinde bulunduğumuz ekonomik durum, son 18 yılın büyüme, enflasyon, cari açık ve borçluluk oranları ile özetlenebilir. Bunların YEP’deki 2022 hedefleriyle örtüşmediği ve hedeflerin yine tutmayacak kadar iyimser olduğu ortaya çıkmaktadır:
2017’den itibarentekrar %10 üzerine çıkan enflasyonun sebebi, verimsiz kaynak aktarımı ve plansızlık sonucu ithalat bağımlılığının artışı, ve bunun gerektirdiği dış kaynak ihtiyacının, yetersiz katma değer üretimi nedeniyle artırdığı dış borçluluktur. 2000’ler başında büyük çabayla düşürülen enflasyonun tekrar yükselişinin sebebi, bu döngünün kırılamaması, 2001’deki kriz seviyesine geri dönen dış borç oranın % 60’dan fazlasının bu kez de özel sektöre yüklenmiş olmasıdır. Yüksek ithal girdi ve dövizin fiyatlara geçişgenliği sebebiyle Eylül ayı ÜFE’nin TÜFE’den çok daha yüksek çıktığı da düşünülürse, yıl sonu enflasyonun artacağı ve % 8.5 hedefinin tutmayacağı da açık. Aynı şekilde, Ekim itibarıyla 7.7 üzerindeki Dolar kuru hedefinin yıl sonu 6’yı tutturulması mümkün değil. Cari açığın düşmesi, tasarrufların artışı ve, 2021 baz etkisi dışında, 3 yıl üstüste % 5 büyüme ise, tasarruflar işsizlikle baskılanmışken, cari açıkla büyüyen ekonomi geçmişi ile tutarlı görünmemektedir.
Etkin Kurumsal Değişim ?
Enflasyonbelirsizliktir, tasarruflarıniç ve dış yatırımlar yerine spekülatif yatırımlara yönelmesine sebep olur; bu da üretken zamanın paranın değerini korumak sarfedilmesine yol açar. Enflasyon ve finansal istikrarsızlığın çözümünde büyük rol oynamış olan Merkez Bankası ve BDDK’nın özellikle 2018 sonra sıkı vadeli iktisadi endişelerle uygulanan tutarsız politikalarla kredibilite kaybına uğratılmış olması, bundan sonra enflasyon beklentilerini düşürme konusunda daha büyük zorluklarla karşılaşılacağına işaret eder ve 2022 enflasyon hedeflerinin gerçekleşmesi önünde bir engel daha yaratır.
Bunların yanı sıra, kamuya ait iktisadi ve finans kuruluşların Varlık Fonu kapsamına alınıp Sayıştay denetiminden çıkarılması, Varlık Fonu’nun tahvil satışı yoluyla borçlanması, bu varlıkların teminat gösterilmesi ve şeffaf olmayan biçimde yurtdışına kaynak transferine dönüşebileceği de önemli bir risktir. “Türkiye Varlık Fonu, cari işlemler dengesini güçlendirecek, ülkenin stratejik hedeflerini ve finansal piyasaların gelişmesini destekleyecek ve özel sektör iş birliklerine dayanan sabit sermaye yatırımları yapacaktır” ifadesi, maden gibi stratejik kamu işletmelerimizin de özelleştirilebileceği ihtimaline dair büyük endişe yaratmaktadır. “KİT’ler, verimlilikleri artacak ve kamu maliyesine yükleri azalacak şekilde yeniden yapılandırılacaktır” ifadesi de geçmişte en çok karlı şirketlerin özelleştirilmiş olduğu gerçeğiyle bu endişeyi artırmaktadır.
İşgücü piyasasında ‘esnekleşme’ girişimlerinin ise ne derece iş güvenliği ve çalışan haklarını gözeteceği konusu da açık değildir.
AKP iktidarı süresince 200’e yakın kez değiştirilerek isteğe uydurulan ihale yasasının da hedeflenen rekabetçi piyasa kurallarına ve şeffaflığa uymadığı ortadadır.
Ek olarak, İstanbul Finans Merkezi hedefi ve bu bağlamda katılım bankacılığının geliştirimesi hedeflerinin, iktisadi kalkınma açısından getirileri açık olmadığı gibi, net maliyetlerinin de olabileceği, konuya hiçbir analitik yaklaşım olmadığını düşündürüyor.
Tüm bunlar göz önüne alındığında, sürdürülebilir kalkınma için gerekli etkin kurumsal değişim için gerekli vizyon ve yaklaşımın da YEP’te yer almadığını söylemek gerekir. Sektörel bazda talep, girdi ve üretim projeksiyonları içermeden, sadece dilek listesi niteliğinde görünen reformlar ve iyileştirme hedefleri ise geçmiş performans ve pandeminin halen belirsiz seyri dolayısıyla inandırıcı olmaktan uzaktır. Güven endeksinin son 2 senedir 15 puan kadar düşmüş olması, halkın kurumlara ve ekonominin geleceğine dair güvensizliğine işaret etmektedir.
Doç.Dr. BilinNeyaptı, BilkentÜniversitesi, MemleketHareketiKurucuHeyetÜyesi
- ‘Yeniekonomi’, aslında 1990’larda Amerika’da internet teknolojilerininyükselişininekonomiyeverimlilikartışışeklindeyansımasınıifadeetmekiçinliteratürekatılanbirkavram.
- Ortalamakişibaşıbüyümeoranı 1994-2000 arasıyüzde 5.03, 2002-2007 arasıiseyüzde 5.88
(Kaynak: DünyaBankası).
- Credit Suisse.
- Türkiyeençokbeyingöçüveren 15 ülkearasında. Bkz. E.A Yılmaz, 2019. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/942275