“Gerçek Altı Politika” siyaset literatüründe yaygın olarak kullanılmamakta olup; belirli bir tanımı da bulunmamaktadır. Ancak, önümüzdeki dönem bu ifadenin çokça kullanılacağını söyleyebiliriz. Bu nedenle, yapılacak tartışmalara şimdiden katkı sağlayabilmek için bu tanımı yapmak, geliştirmek ve tartışma tekniğine uygun hale getirmek gerekiyor. Bu ifade, duyguların, kişisel inanç ve çıkarların, nesnel gerçeklerden daha etkili olduğu bir durumu tanımlamaktadır. Bu kavram, özellikle siyaset, iletişim ve medya alanlarında, kamuoyunun şekillendirilmesinde duygusal, kişisel inanç ve çıkarların, objektif gerçeklerden daha etkili olduğu durumları ifade etmektedir.
Gerçek Altı Politika genellikle bir ülkenin ya da bir partinin hatta bir topluluğun resmi politikalarının arkasında yatan, daha derin ve çoğunlukla gizli olan stratejileri ifade eder. Bu kavram, yüzeyde görünen politikaların ötesinde, iktidar ilişkileri, ekonomik çıkarlar ve sosyal dinamikler gibi unsurların etkili olduğu durumları tanımlamaktadır. Kişiler üzerinden kurgulanmış, toplumsal gerçeklikle illiyet bağı olmayan siyasetin birileri için yapılma halidir.
Gerçek Altı Politika’nın varlığı, mevcut politikaların nasıl şekillendiğini ve uygulandığını anlamak için önemlidir. Örneğin, bir hükümetin ya da bir partinin resmi olarak savunduğu bir politika, aslında belirli grupların çıkarlarını korumak ya da belirli hedeflere ulaşmak için bir araç olabilir. Bu tür politikalar, genellikle kamuoyundan gizli tutulur ve bu nedenle eleştirilere veya sorgulamalara kapalıdır. Çatışma ve anlaşmalar bir denge içerisinde yürütülür. Nedeni bütün tarafların içerisinde olan oligarşik bir yapının varlığıdır. Bu iktidar için de muhalefet için de geçerli olan ve hemen hemen bütün siyasi düşünürler tarafından kabul edilmiş bir gerçekliktir. Sol/sosyal demokrat kurum, kuruluş, toplumlar da kapitalist olanlar kadar oligarşik bir yapının iradi müdahaleleriyle karşılaşabilir.
Toplumların beşeri tarihine ve siyasal insanın evrimine baktığımızda, yaşadıklarımızın/ yaşayacaklarımızın / yaşatılacaklarımızın, toplum iradesinin güçlendirilmesi yönünde önlemler almadığımız ve dönüşü mümkün olmayan kurallar koymadığımız sürece, geride bıraktığımız dünyadan çok farklı özellikler göstermeyeceğini siyaset sosyolojisinin birikimlerinden öğrenebiliriz. Bugün yaşadıklarımız bahse konu deneyimlerin tekrarından başkaca bir anlamı olmayan, sadece aktörlerin güncellendiği monolitik bir siyasi yapılanmanın sonuçlarıdır.
Bu bağlamda, Gerçek Altı Politika, kamu yönetimi, uluslararası ilişkiler ve sosyal bilimler alanlarında önemli bir araştırma konusu olmalıdır. Politika yapıcıların karar alma süreçlerindeki bu derin stratejilerinin dikkate alınması; daha şeffaf ve adil bir yönetim için mücadele verenlerin devrimci reformist bir sosyal demokrat program geliştirmesine de katkı yapabilir. Bu durum, aynı zamanda “Halkın politika tercihlerinde, kişisel/grupsal çıkarların mı, yoksa toplumun refahı mı?” Sorularının yanıtlanmasını ve tarafların aydınlanmasını da sağlayabilir. Bu aydınlığın sağlanabilmesi için “Gerçek Altı Politika”ların deşifre edilmesi gerekiyor. Uzunca bir zamandan beri siyasal hayatımızı meşgul eden Gerçek Üstü (Gerçek Ötesi) ya da Gerçek Altı politikaların deşifre edilebilmesi için sormamız gereken üç soruya sahibiz:
Ne yapacaksınız?
Nasıl ve kimlerle yapacaksınız?
Kazanan kimler olacak?
Türkiye’de muhalefeti yoran, aynı zamanda iktidar olmasını engelleyen, siyasal hareketliliğe baktığımızda; yukarıdaki üç sorunun karşılığını yalnızca ve yalnızca kişilerle sınırlı bir aktivizmde görüyoruz. Halkayı biraz büyüttüğünüzde de bahse konu kişilerin görevlendirmiş oldukları konum ve çıkar beklentisi içerisinde olan gruplarla karşılaşıyoruz. Yükselen her aşamada kazananlar, işin doğası gereği, sınırlı olacağı/olduğu için de toplumsal muhalefetin iktidarı tehdit edecek görünürlülüğe ulaşması mümkün olmamaktadır. Bu durumun temel nedeni: hegemon politikaların (muhalefet ya da iktidar fark etmeksizin) sorgulanmadan kabulünü sağlama üzerine kurulu hakikati gizlemeye dönük harcanan çabalardır. Bu çabaların sonucunda (hem muhalefette hem de iktidarda) içerdekiler ve dışardakiler diye, bir yapı ortaya çıkmaktadır. Kazanç, statü, şartlar ve her üçünün de yarattığı pozisyonlar her iki taraf açısından da önemli imkan ve olanaklar sağlamaktadır. Bu durum siyasetin etkisini azaltmakta, bir iş ve imkan haline çevirmekte; sadece sınırlandırılmış sayıdaki siyasi aktörlerin hareket alanlarını genişletmektedir. Normal şartlarda bilgi ve becerileriyle ya da siyasal birikimleriyle topluma önderlik edemeyecek insanların (Yine Gerçek Altı politikaların en önemli yöntemiyle) bir şekilde kayırılmaları suretiyle elde ettikleri makamların verdiği güçle, toplumsal süreçleri belirleme istekleri gerçeklerin görülmesini engellemektedir. Az olanın çıkarları, çok olanın beklentileriyle birleştiği andan itibaren Toplumcu Siyaset taca çıkmaktadır. Bildiğimiz, yaşadığımız, yaşatıldığımız süreçlerin tamamı bir sarkaç gibi geçmişte dururken, geleceğe doğru da salınımını devam ettirmektedir. Bugün olduğu gibi yarınlarınızın da “kara delikler” tarafından yutulmasını istemiyorsanız; doğru soruları sorarak ve beklentilerinizi Toplumcu Siyaset’in temel argümanlarına yaslayarak, ilerlemek dışında, hiçbir seçenek bırakılmadığını da bilmeniz gerekmektedir. Mevcut algıların durum ve düzeyinin doğrulanabilmesi için yine bir soru sormak yeterli olacaktır. İsmi geçen Cumhurbaşkanı adayları şehirlerindeki performanslarıyla, toplumcu belediyecilik açısından değerlendirildiğinde, hemşehrilerinin hayatında ne gibi değişiklikler sağlamışlardır?
Oysa ki kişisel duygu, çıkar ve hesaplar bir yana bırakılırsa; yukarıdaki soruların cevapları teke indirilebilir: “Demokratik / katılımcı yol ve yöntemlerle, emek, demokrasi ve özgürlüklerden yana olan bütün kuvvetlerle, hayatın her alanında ve bütün aşamalarında halkın kazandığı toplumcu bir düzeni inşa edeceğiz.” Somut ve bir o kadar da gerçekçi olan bu ifadeyi kurduğunuz andan itibaren “ben” kavramının, siyasal mücadele içerisinde, zamirden başkaca bir özelliği olmadığına kendiniz de ikna olursunuz. Çünkü, sizlere sunulan toplumsal makamlar kişisel terfi taleplerinizi yükseltmeniz için değil, bulunduğunuz alanlarda halkın hayatını mutluluk, refah ve güven içerisinde sürdürmesini sağlamanız için teslim edilmiştir. Bu güç, kişisel / grupsal çıkarlarınızı korumanız ve kollamanız için verilmemiştir. İktidarın medya örgütlenmesinden yakınırken, muhalefet içerisindeki bazı kişilerin, halkın kaynaklarını kullanarak kendilerine ait medya yaratmış olmaları da ayrı bir algının kapısını aralamaktadır. Bu ülkede çok kaliteli siyasi kadrolar varken, önlerinin tıkanıyor olması da Gerçek Altı Siyasetin bir başka yönünü oluşturmaktadır. Hiçbir siyasi geçmişi olmayan ya da şu anda bulunduğu gelenekle önceden ilişkisi olmayan insanların, ortama hakim olmalarının nedeni müesses nizamın kendilerine açmış olduğu ipotekli kredilerin sonuçlarıdır.
Zamanı ve süresi muhtemel olan bir seçimin adayının çok önceden belirlenmeye çalışılması; partinin her türlü olasılığın kolayca gerçekleştirilebileceği operasyonel bir alana çevrilmesine neden olacaktır. Politikayı, ardıl hamleler ve günlük retorikler olarak görmeye devam edersek; elimizde kalan en son “muhalif çoğalmanın” olduğu limanı, CHP’yi de kaybedeceğiz. Takdir edilmelidir ki birilerinin, Parti’yi ve partilileri, kişisel amaçlarına en uygun yerlere çekmeye çalıştıkları bir ortamı, var olan yapı kaldıramaz. Böyle bir yapının mücadele kapasitesi; daha önce “Başlıyoruz! diyerek, başlanan ama başarısızlıkla sonuçlanan” sürecin daha kötü tekrarından başka bir sonuca ulaşamaz! Ya da başka bir ifadeyle, “Her şey çok güzel olacak!” diyerek, ayrıca başladığımız yolun bu aşamasında her şeyin daha kötüye gittiği gerçeğini sorgulamamızı sağlayabilir.
Kişi, kişilere ya da gruplara güvenmenin bedelini son seçimlerde kaybederek, ödemiş/ödüyor bulunuyoruz. Aynı şeyleri yaşamamak için kişi ya da kişilere yetki vermemek; partinin örgütleri ve bütün organlarıyla birlikte koordineli çalışarak, program ve politikalar üretmek gerekiyor. Bu nedenle ve olası gelişmeleri de düşünerek; adayı şimdiden belirlememek gerekiyor. Adayı şimdiden belirlemenin nasıl bir toplumsal ya da siyasi faydası olabilir ki? Sorusunun karşılığının bir “hiç” olduğu bilindiği halde ve üstelik parti içi çoğunluğun da itirazları ortada dururken; sadece üç-beş kişinin hesabına uyan bu durumun bir parti politikası haline getirilmesi; yüz yıllık bir partinin birikimleri ile bağdaşmaz.
Bir günde 23.000 kez nefes alabilen, damarlarına dakikada 60-100 defa kan pompalayabilen, trafikte ortalama 1,5 saniyede tehlikeyi algılayıp, reaksiyon gösterebilen insan; konu siyasete gelince, tepki verme hızı çok ama çok düşmektedir. Bu durum şu ya da bu nedenle bazen yıllar alabilmektedir. Toplumsal şartlar olarak özetleyebileceğimiz yıllarca biriktirilmiş nedenler; gözlemlenebilir, algılanabilir ve elle tutulabilir somutluk da olmasına rağmen, “dönüştürücü siyaset”e geçiş halini engelleyebilmektedir. Burada orta gelir tuzağı gibi, düşürülmüş olduğumuz Gerçek Altı Siyaset’in “siyasal refleksleri sönümlendirme” katkısını unutmamak gerekiyor. Çünkü, sistem tarafından organize edilen algı ve olanaklar; tevekkül, kanaat, feragat, sabır, şükür büyük oranda da umut ve beklenti gibi durumların oluşturduğu “insanlık hali” manzaralarının, toplum tarafından kanıksanmasını sağlamaktadır. Tek tek kurtulanlar, kurtuluş yok tek başına dedirtebilmekte; herkes de birileri için feda edilebilmektedir. Maalesef siyasal düzeyimiz budur ve altlarda değil, yukarılarda bir yerleri hak eden halk; alçaktan sürünmeye devam etmekte, yenilemeye çalıştığı umutlarının, başkaları tarafından menfaatperver bir konumlanmaya dönüştürüldüğünü görememektedir. Ya da kendisine kabul ettirilmiş rızanın yanında belki de bu hal (Gerçek Altı Siyaset), yaygınlaştırılmış çaresizliğin, onaylanmış bir kabulüne dönüşmektedir. Çünkü, yoksullaştırılmış insanları, sürdürülebilir olma şartıyla, bulundukları yerde tutmak ve onları “pizza gelecek” vaadiyle motive etmek; hem muhalefetlerin hem de iktidarların ezelden beri başvurduğu en genel geçer toplumsal rıza alma halidir. Bu rıza, “gerekçe saygınsa, yalakalık ibadettir.” anlayışına da kolayca evrilebilmektedir. Bu aşamadan sonra da bir partide olması gereken en temel amaçlar, ideolojik talepler ve örgüt direnci kalmamaktadır. Bunun sonucunda halk sorunlarına ve seçtiklerine sahip çıkmamakta; belediyelerce motive edilen taşımalı ve bir o kadar da etkisiz kalabalıklarla sonuç alınmaya çalışılmaktadır. Yüzbinlerce üyesi olan bir il örgütünün, 5-10 bin kişilik protesto gösterilerini bile farklı illerden gelen partililerle yapabiliyor olması; ana muhalefetin en çok düşünmesi gereken bir konu olarak yukarılarda bir yerlerde durmakta; kişisel/grupsal çıkarlara dayalı siyaset halk tarafından onaylanmamaktadır. Bunun sonucunda yirmi milyonluk bir şehrin tepkisizliğine çare bulmak yerine, otobüs üzeri ajitasyonlarla durum pekiştirilmektedir. İktidar da bu durumdan vareste değildir. Onlar da halkın düzenle olan ilişkisini; iktidar olmanın imkan, olanak, güç ve rızanın dayanılmaz şehvetiyle baskılayabilmektedirler. İktidar şiddet, meşruiyet, otorite, düzen, itaat, siyasal/toplumsal vaatlerin her birini harmanlayarak ve hangisi hangi aşamada gerekiyorsa onu kullanarak; muhalif rıza (!) ile birlikte yoluna devam etmektedir. Yıllardır süren iktidar, kendine özgü bir muhalefet yaratmış; sosyal dinamiklerin tamamı statik bir hal almıştır. Toplumsal konsensüs hem muhalefet hem de iktidar açısından birileri için verimli ve kullanışlı bir alan olmaya devam etmektedir. İktidar ve muhalefet arasındaki benzerlik giderilemediği sürece düzenin devamına engel olunamaz/olunamayacaktır.
Talip olunan bir makam için birilerine dokunulmazlık sağlamaya çalışmak ya da istemek; siyasi örgütlenmenin amacını, yöntemlerini, taktiksel ve stratejik zenginliğin önemini ortadan kaldırmaktadır. İlla da bir dokunulmazlık sağlanmak isteniyorsa bunun da yolu üyelerin vereceği dokunulmazlıktır. O da Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığı’dır. Bırakırsınız kamusal görevlerinizi, çıkar aday olur ve kazanırsanız, yürürsünüz; kimse de size dokunamaz o zaman. Asıl fedakarlık da o zaman ortaya çıkar. Üyeler size dokunulmazlık sağlarsa, bu ortamın sağladığı rıza çok kıymetli olur. Büyük toplumsal etkilenmelerin verdiği yetkiler, sadece genel başkan olmanızı değil, lider olmanızı da sağlar. Öbür türlü hem belediye başkanı kalayım hem de her şey olayım, talebiyle şekillenen bir mücadele yöntemi siyasal tarihte hiç görülmemiştir. Siyasal tarihimiz canını, malını, özgürlüğünü, uzuvlarını, yakınlarını kaybetmiş insanlarla doludur. Dokunulmadan siyaset yapma imkanı yalnızca ve yalnızca siyasetin gerçeğini tercih edenler için vardır. Düzeni değiştirmek için yola çıkanlar, müesses nizamın kendilerine sunacağı imtiyazların ne anlama geldiğini çok iyi bilirler.
Partinin parti olma hali kişisel amaçlar için bozulamaz. Yüz yıllık bir parti her zaman ama her zaman ve her koşulda yepyeni hatta yenilenmiş liderler yaratabilir. Yeter ki birileri yukarıdan yaptıkları hamlelerle ve kamusal olanaklarla onların önünü kesmesinler. Kendilerini vazgeçilmez ilan etmesinler. Parti içi rekabeti ve düşünce özgürlüğünü, yarışmamak ve yalnızca sınırsız düşünmek anlamında onaylayan bir parti olamaz!
“Altılı Masaya” buradan yapılan eleştiriler güncelliğini yitirmeden ve alınacak pek çok ders içeriğiyle birlikte Toplumcu Düşünce Dergisi’nin arşivinde durmaktadır. (www.toplumcudusunce.com) O zamanki durum, hakim olan anlayışın aksine, Gerçek Ötesi (Gerçek Üstü) politikalar olarak tanımlanmıştı. Bugün yaşadıklarımız ise “Gerçek Altı” politikalardır. Bizlere düşense “Gerçeğin Siyaseti” için bir araya gelmektir. Sınıfsal çekişmelerden arındırılmış, hayatın bütün problemlerinden uzak, toplumsal bütün talepleri manipüle eden ve yalnızca çıkar gruplarına hitap eden “Gerçek Altı Siyasetin” reddedilebilmesi için bu bir araya geliş zorunludur.
Gerçeğin Siyaseti hakikatin, adaletin, insanlığın, uygarlığın, sanatın ve evrensel etik değerlerin siyasal süreçlerde merkezde olduğu toplumcu bir yaklaşımı ifade eder. Burada siyaset, insanlık için doğru ve iyi olanı gerçekleştirme çabası olarak görülür. Toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamayı, özgürlük, eşitlik ve adalet gibi idealleri hayata geçirmeyi hedefler.
İlkeli, değer odaklı ve uzun vadeli bir siyaset anlayışıdır. Bu siyaset anlayışı, kısa dönemli popülist kaygılardan çok evrensel etik normlara ve bilimsel gerçeklere dayanır. Hakikati savunma, dayanışma, kamu yararını önceleme, siyasi süreçlerde manipülasyondan ve aldatmacalardan uzak durma, toplumun huzuru ve refahı gibi güç yerine insan merkezli bir yaklaşım tercihi en karakteristik özelliklerini oluşturur. Halkın yönetime doğrudan katılmasını ve siyasal dönüşümlerin tümüyle toplum yararına tasarlanmasını savunur. Gerçeğin Siyaseti sunulu olana karşı çıkar ve bu yönüyle de çatışmacı siyaset kategorisinde yer alır. Var olan çelişkileri değerlendirerek; toplumu dönüştürmeyi hedefler.
Gerçek Altı Siyaset ise yukarıda tanımlandığı üzere genellikle bir ülkenin ya da bir partinin hatta bir grubun belirtilen politikalarının arkasında yatan, daha derin ve çoğunlukla gizli olan stratejileri ifade eder. AKP iktidarı 22 yıldır gücünü, iki yönlü olarak (muhalefet ve iktidar) Gerçek Altı Siyaset’ten almaktadır. Neoliberal politikalarla barışık ama muhafazakar, sağ popülist ama sol popülizmden de vazgeçmeyen, kerim devlet derken otoriter devleti örgütleyen, halktan yana görünürken sürekli zenginleri kollayan, sosyal hukuk devletini savunurken tamamen tersi icraatları yapabilen bir partidir AKP. Bu çoğaltılabilir tezatların tamamı Gerçek Altı Siyaset’in argümanlarını güçlendirmektedir. Muhalefet açısından bakıldığında da durum farklı değildir. Evrensel değerler üzerinden bir kutuplaşma yaratılmamakta; toplumsal bütün gelecek, kişisel çıkarlara feda edilmektedir.
Cumhurbaşkanı adayı kimin olacağından daha çok; partinin nasıl iktidar olacağına dair bir çalışma da yok. Operasyonlara açık bir adaylaşma sürecinden çok CHP’nin bu sürece hazırlanması ve halka güven vermesi daha önemli bir soru olarak karşımızda dururken, hâlâ kişiler üzerinden hesaplar yapıyor olmak ya da onların hesaplarına maruz kalmak bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür. Toplumsal bir gelecek tahayyülünüz ve ona uygun örgütlenmeniz yoksa, siz bu durumu öğrenene kadar yenilmeye devam edersiniz.
Sonuç yerine;
Antonio Gramsci’nin de belirtmiş olduğu gibi: “Eskinin bittiği, yeninin bir türlü ortaya çıkamadığı” toplumsal bir anomali yaşıyoruz. Her şey, bu ortaya çıkamama halinin yarattığı boşluk ve toplumsal rezilliğin etrafında dönüyor. Bu durumu düzeltmek gibi görevi olanların, konuya kendi çıkarlarının fırsat maliyetleri olarak bakmaları toplumsal geleceğimizi belirsizleştirmektedir. CHP merkez parti olsun ve herkes gelsin ideali, olmayacak ve olmaması gereken bir “paradokstan” öteye geçemez. Herkes için CHP kavramının kökleri 1920’ ler de kalmıştır. Çünkü, CHP ulusal kurtuluş savaşı veren birleşmiş halkın zaferi üzerine kurulmuş bir partidir. Çünkü, herkesin CHP’ye CHP’nin de herkese ihtiyacı olduğu yıllardı ve CHP herkes içindi. Çok partili dönemle birlikte, CHP zorunlu olarak farklı bir kulvara soyundu. CHP artık herkes için değildi. 1960’ların sonlarından dan itibaren sosyal demokrasinin kullanılıyor olması, parti programında önemli bir aşamaya geçildiğini göstermektedir. Neoliberalizmin küresel hegemonyasıyla birlikte bu politikalardan geriye dönüş de mümkün görünmemektedir. 20. yüzyılın ilk yarısı ulusal, ikinci yarısı ise emeğin kurtuluşu için verilen mücadelelerin çağıydı. Bu nedenle, CHP ulusal ve uluslararası düzeyde temsil ettiği siyasi duruş ve dayanışma hâlinde bulunduğu bütün kurum ve kuruluşlar dikkate alındığında; tüzüğünde de belirtmiş olduğu haliyle “sol” bir partidir. Sol bir partinin “herkes için” olduğunu söylemek hatta bu sloganı logoda kullanmak, “toplumsal tabakalaşma” açısından önemli bir güven problemi yaratmaktadır. Bunu aşmanın yolu “ideolojik netlik”tir. Bu nedenle, CHP’nin sosyal demokrat devrimci reformist bir program ile ilerlemesi ve tam da Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu sol/sosyal demokrat alanın ikna ve etkileme kabiliyetini iktidar alternatifi olarak değerlendirmesinin tam da zamanıdır.
Türkiye’nin geleceği, hepimizin yarınları için hakikatin ve güç mücadelesinin halkın lehine dengelendiği “Toplumcu Siyaset” anlayışına ihtiyaç vardır. Bu da birilerinin kişisel çıkarlarını örgütlemek için kullanılan Gerçek Altı Siyaset’in değil, Gerçeğin Siyaseti’nin bir an önce inşa edilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu zorunluluğun tercihleri ve sınırları yukarıda belirtilmiştir. Kişisel sorunlarını, toplumsal dertlerle birleştirmek isteyen herkesin, kendilerini önemli ve vazgeçilmez olarak göstermek isteyenlere karşı, bir araya gelmesi zorunludur.
“Birileri için değil birçokları için Türkiye.”

*İnşaat Mühendisi/Siyaset Bilimci