Çağdaş Türkiye’nin Seçenekleri: Kırk Katır mı Kırk Satır mı?

Türk toplumunun oldukça geniş bir kesimi epeyce uzun bir süredir yönetimde bulunan iktidardan çok çeşitli sebeplerle şikayetçi durumdadır.

Bazıları eğitimin ekseninin kaydırılmasından şikayet ederken, bir başka kesim Cumhuriyet tarihi boyunca sürdürmekte olduğumuz barışçı dış politikanın terk edilmesinden yakınmakta, diğer bir kesim ise hukuk devletinden uzaklaşıldığını düşünmekte ve ifade özgürlüğünün artık mazide kalmış bir olgu olduğunu öne sürmektedir. Bu listeyi oldukça uzatabiliriz; fakat bu bilineni tekrarlamaktan öteye gitmez.

Bu şikayetçi kitlenin bir bölümü ise bu gelişmelerden aynı zamanda muhalefeti, ve hatta özellikle de ana muhalefeti sorumlu tutmaktadır. Muhalefet, iktidara talip olabilecek politikalar geliştirememesi, geliştirdiği politikaları halka anlatamaması, yürütmeyle laf dalaşından öteye geçememesi, liderlik sorununu bir türlü çözememesi, Türkiye için demokrasi talep ederken kendi içinde dahi bu ortamı sağlayamaması gibi eleştirilere devamlı surette maruz kalmaktadır. 

Fakat özellikle ana muhalefetin yaşamakta olduğu sorun esasında bir pusula sorunudur. Ana muhalefetin pusulası yanlış yönü göstermektedir. Ve ana muhalefette pusulayı elinde tutanlar doğru yönü tayin etme becerisini bir türlü sergileyememektedirler.  Şöyle ki, ana muhalefet yönetimi; Türkiye’nin gelmiş olduğu durumda iktidar olabilmenin yolunun partiyi siyasal İslam’a yakınlaştırmaktan geçtiğini, aksi taktirde mütedeyyin kesimin sempatisinin kazanılamayacağını düşünmektedir. Bu aslında arkadaş ortamlarında, sokakta, kahvehanelerde, mahallede de geniş çapta paylaşılan ve dillendirilen bir görüştür. Fakat demokratik ve gelişmeci bir ülkede, özellikle devrimciliği kendisine şiar edinmiş bir ana muhalefet partisinin, sokağın görüşüyle hareket etmek yerine, o sokağa ilham vermesi, o sokağı kurucusunun sözleriyle ‘muasır medeniyetler seviyesine’ taşıyacak fikirler geliştirmesi, ülkenin içinde boğulmakta olduğu girdaba kendini kaptırmak yerine, her hal ve şartta daha iyi alternatifler olduğunu topluma benimsetebilmesi gerekir. Kışlaya, camiye, adliyeye siyaseti sokmayalım derken; seçim zamanı en etkili adaylar dini sembol ve uygulamaları öne çıkartan tavırlar içinde olurlarsa o pusulanın yönünü tutturmak mümkün olmayacaktır.

Türkiye’nin bu dönemde mevcut yönetimi ile ana muhalefet olarak yaşamakta olduğu en önemli sorun “seçeneksizlik” sorunudur. CHP kitlesinin ve toplumun önüne sürekli siyasal İslam kökenli adaylar ve yöneticiler sürülmeye çalışılmakta ve bu taktikle oy oranının arttırılacağı yanılsaması dayatılmaktadır.  Oysa siyasal İslamcı yöneticilere bakarak oyunu kullanacak seçmenlerin kat’i surette makyajlı seçeneğe yönelmeyecekleri; demini bu görüşün mahallesinde almış iktidar partisinden asla uzaklaşmayacaklarını bilmek için siyasi deha sahibi olmaya gerek yoktur.

Bu kesimin dışında kalan muhafazakar kesimin oylarının yönü ise çok farklı saiklerle belirlenebilmektedir. Ekonomi politikaları, eğitim stratejisi, dış ilişkilere bakış, topluma aşılanan güven gibi çok farklı dinamikler bu oyların yönünü belirleyebilmektedir. Bu dinamiklerin ise yöneticilerin dini tavırları ve dine yaklaşımlarıyla hiçbir alakası bulunmamaktadır. Keza ana muhalefet partisi siyasal İslam kökenli ‘Çatı Adayı’ ile bir seçim yenilgisi yaşamışken, bir sonraki seçimde kendi öz ilkelerini benimseyen adayı ile önemli bir toplumsal heyecan düzeyi yakalayabilmiştir.  Demek ki ne Türkiye seçeneksizdir; ne de siyasal İslam tek seçenektir.  Sorun ne kurumsal kimliği ile CHP’de; ne de CHP’nin ilkelerindedir. Sorun CHP ilkelerini özümseyememiş kadroların CHP yönetiminde belli bir ağırlık kazanmaya başlamış olmalarındadır.

Aslında tüm muhalif kesimlerin önünde iki büyük fırsat bulunmaktadır. Bunlardan birisi iki turlu başkanlık seçimidir. Yüzde 50’yi tutturamayan hiç kimse Başkan seçilememektedir ve bu durum ittifakları zorunlu kılmaktadır. İkinci fırsat ise tüm bu kesimlerin asgari müştereğinin oluşmuş olmasıdır; bu asgari müşterek ise mevcut Cumhurbaşkanı’na olan tepkidir. Bu tez’e yandaş klişeler muhalif partilerin politikalarını kişi odaklı bir reddiye üzerinden oluşturdukları şeklinde yanıt vereceklerdir. Bu ise tam bir yanılsamadır. Ortak bir paydanın bulunması ittifak etmek için gerekli bir unsurdur; fakat politikaların yalnızca bu “duygusal/tepkisel” unsur odağında oluşturulması gerekmez, bu doğru da değildir. 

Bu iki büyük fırsat nedeniyledir ki; sosyal demokratlar, milliyetçiler, liberaller, sosyalistler, mütedeyyin kesim, Kürtler, Aleviler ve toplumun diğer tüm sosyal ve siyasi fraksiyonları Kurtuluş Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında ilk kez aynı ülkü etrafında birleşebilmişlerdir. Bugün de paylaşılan hedef; Türkiye’yi tekrardan çağdaş ve özgür dünyanın üyelerinden biri haline getirmek, otokrasi yönüne kıvrılmış olan direksiyonu demokrasi yönüne doğru çevirmek, hukuk devleti temelini yeniden tesis etmek gibi çok hayati ve güçlü hedeflerdir. Böyle bir hedefin mevcudiyetinde; olası bir ittifak oluşumunda hiç bir kesimin kendi prensiplerinden taviz vermesine lüzum yoktur. İttifakın siyasal İslam’ı odağına koymasına da lüzum yoktur. Sanırım ana muhalefet tabanının çoktandır anlamış olduğu bu gerçeği, yönetimleri anlamakta sorun yaşamaktadır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi referandumundan bu yana oy kullanmaya başlayan veyahut başlayacak olan genç kuşağın çoğunluğu mevcut iktidardan rahatsızdır ve oylarını aksi yönde kullanmaktadır. Burada muhalefetin başarısından çok, hükümetin başarısızlığı rol oynamaktadır. İktidarın başarısız bulunan icraatlarından bazıları da özellikle son dönemde kendi öz tabanını memnun etmeye yönelik, din istismarını ön planda tutan icraatlardır.

Bütün bu boyutlar sebebiyledir ki; Türkiye’nin çağdaş yüzleri artık seçimlerde önlerine kırk katır ya da kırk satır konulmasına razı olmayacaktır. Siyasal İslam Türkiye’de iktidarı ele geçirmiş, 18 sene ülkeyi yönetmiş, önceleri kendi ideolojisini dizginlemeyi başarabilmiş, fakat sonrasında özüne dönmüştür ve gelinen noktada had safhada başarısız olmuştur. Muhalefetin bu başarısız modele öykünmesi düşünülemez.  Yıkılmış, bitmiş halinden Kuvayi Milliye’yi çıkaran bu toplum, kendisini bu cendereden kurtaracak yolu da elbet bulacaktır.  Hiç kuşkusuzdur ki, tabanda gelecek olan bu dip dalga, ülkedeki siyasal muhalefetin de, toplumsal muhalefetin de yeniden yapılanmasını, şekillenmesini sağlayacaktır. 

O. Serkan İleri  

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.