AB’yi de karıştırdı: Corona salgını Birlik’i parçalar mı?*

Salgından çok önce, AB’nin en büyüğü Almanya’nın Başbakanı Angela Merkel’in bundan 10 yıl kadar önce mali kriz içine giren Yunanistan’a yardım edilmeyeceğini açıkladığında da benzeri bir kaygı gündeme gelmiş, ancak biraz da Yunanistan’dan kaynaklanan gerekçelerden ötürü Almanya’nın bu çıkışına pek de karşı çıkan olmamıştı.

Sonuçta Avrupa ülkelerinin siyasi/ekonomik çıkarları için kurulmuş bir ortaklık olan AB’nin koronavirüs salgını sırasında üye ülkelere beklenen yardımı sunamayan bir kurum olduğu iyice ortaya çıktı. Şimdi AB içinde ileride hayli sertleşeceği belli olan bir tartışma sürüyor.

AB’nin salgın karşısındaki yetersizliğine (ya da isteksizliğine) ilk sesini yükselten, salgının en hızlı yayılıp en çok da can aldığı İtalya oldu. İtalyan milletvekillerinden, belediye başkanlarından oluşan bir grup politikacı Almanya’nın en itibarlı gazetelerinden FrankfurterAllgemeineZeitung’da bir ilan yayınladılar.  İlanda, Almanya’dan yardım talebinde bulunularak Hollanda eleştiriliyordu. Burada Berlin, krize karşı savaşmak için oluşturulan Coronabonds adlı AB planına karşı muhalefet etmekten vazgeçmeye çağırılıyor; öte yandan Hollanda da bir vergi cenneti olarak değerlendirip, gelirini diğer üye ülkelerden saklamakla suçlanıyorlar. İlanda şu cümle hayli çarpıcıydı: “Sevgili Alman dostlar, koronavirüs ile Batı dünyasının ortak tarihi bir kez daha gündeme geldi. Bugün AB krize birleşik bir cepheyle yanıt verme imkanına sahip değil. AB (bugün) var olduğunu kanıtlamazsa, var olmaktan çıkacaktır. ”

İlanda Almanya’ya “hafıza doğru karar vermenize yardımcı olacaktır” denilerek 1945’de Almanya’nın savaş sonrası borçlarını yarıya indirme kararı da anımsatılıyordu.

Avrupacı’lar bile tepkili

İlan gerçekten son derece dikkat çekiciydi, çünkü imzacılar arasında İtalya’nın en ünlü “Avrupacı”sı (Europhile) olarak bilinen eski İtalya Başbakanı EnricaLetta da vardı. Letta, Corrieredella Sera gazetesine yaptığı açıklamada AB üyesi ülkeler arasındaki bölünmelerin “ölümcül bir tehlike” olduğunu belirterek, koronavirüs saldırısına atfen “Hollanda, Almanya ve İsveç henüz tabutları omuzlamadılar. Kuzey Avrupa hükümetlerinin harekete geçmesi gerekiyor” diyordu. Şu benzetmesi de hayli dramatikti: “Titanik’deyken üçüncü sınıf veya birinci sınıf diye bir şey yoktur, herkes birlikte batar”. LettaGuardian gazetesine yaptığı açıklamada da AB için en büyük tehlikenin “Trump virüsü” olduğunu belirtiyordu.[1]

İtalya’nın salgının erken evrelerinde AB üyesi ülkeler tarafından yalnız bırakılmış olması İtalyan halkında AB’ye karşı bir güvensizliğe yol açtı. Çok değil daha 12-13 Mart’ta yapılan bir ankette İtalyanların yüzde 88’i AB’nin İtalya’ya destek vermediğini belirtirken, yüzde 67’si de AB üyeliğini bir dezavantaj gördüklerini vurguluyor.

Bu ilanın yansımaları da oldu tabii. Örneğin İspanya Dışişleri Bakanı Arancha González Laya da Güney Avrupa hükümetlerinin salgınla baş etmek için neden ekstra kaynak istediğini soran Hollanda’ya “Eğer AB içinde sınıflar olduğunu düşünen varsa salgın ortasında olduğumuzda hatalarını fark edecekler” sözleriyle yanıt verdi. Hollanda Maliye Bakanı Wopke Hoekstra’nındiğer hükümetlerin koronavirüsün mali sonuçlarıyla başa çıkabilmek için neden bir yedek mali dayanaklarının olmadığını sorması komşularını çileden çıkarmıştı gerçekten. Hoesktra’nın bu yaklaşımına Portekiz Başbakanı AntónioCosta’nın yanıtı şu olmuştu: “İğrenç,  küçük düşünceli ve AB’nin geleceği için tehdit dolu”.[2]

Nadiren görüş belirten önemli figürlerden biri olan eski Avrupa Komisyonu Başkanı Jacques Delors da dayanışma eksikliğinin “AB için ölümcül bir tehlike” olduğunu söyledi.[3]

Ciddi bir sınav

Şu anlaşılmıştı ki; koronovirüsün hızla yayılması demokrasiler, AB, Atlantik ötesi ittifak için ciddi bir sınav oldu. AB, İtalya’nın yardım çağrısını duymazdan geldi, ABD Avrupa’dan kopuşunu hızlandırdı. Trump’ın bazı Avrupa ülkeleri için özellikle gelişlere seyahat yasağı koyması, hem de bunu sözkonusu ülkelerle karşılıklı görüşmeden yapması işbirliğini baltalayıcı bir tutum olarak değerlendirildi.

Brookings Enstitüsü’nden Constanze Stelzenmüller durumu 11 Eylül ile 2008 küresel mali krizinden sonra, bu işbirliğimiz açısından üçüncü büyük sınavımızdır”  sözleriyle değerlendirerek şunu belirtiyordu: “Virüs sınırlara saygı duymuyor. Sağlık yönetimi ve mali teşvik konusunda işbirliği yapmamız gerekiyor”.[4]

Avrupa konularına ağırlık veren bir yayın olan Encompass’ın kurucusu Paul Adamson da salgının göç ve hukukun üstünlüğü konusunda sorunların yaşandığı bir dönemde mevcut krizlerin üzerine gelmesinin AB için bir sınav olduğunu düşünenlerden. Brüksel’de faaliyet gösteren Alman Marshall Fonu’ndan Rosa Balfour da “Üye ülkeler arasında ne kadar az işbirliği olduğu ve hükümetlerin ekonomiyi destekleme konusunda ne kadar yavaş olduğu çok açık” diyerek AB’nin içinde bulunduğu durumu anlatıyordu. Balfour’a göre AB “bekle-gör” tutumu içindeydi.

Yani AB’nin krizde kendisinden yardım isteyen İtalya’yı ortada bırakması hayli önemli sonuçlara yol açacak bir gelişme elbette. Bu arada AB’nin uzatmadığı yardım eli İtalya’ya Çin’den geldi.  Çin, İtalya’ya 2 milyon maske, 20 bin koruyucu giysi ile 1000 solunum cihazı sağlama konusunda verdiği sözü tuttu.

Aşırı sağın istediği buydu

İtalya örneğinde olduğu gibi önce kendi vatandaşlarını kollayan, yabancıları görmezden gelen “batı demokrasi”lerinde alınan sert önlemler ulus devlet yanlısı aşırı sağ için bir fırsat oldu. Böyle düşünenlerden biri Avrupa Reformu Merkezi Direktörü Charles Grant’tı. Grant, mevcut salgının, AB’nin küreselleşme ve göç politikalarının en etkili karşıtlarından biri olan İtalyan aşırı sağcısı Matteo Salvini’nin “işine yaradığını” belirtiyor. Grant’ın bir de felaket öngörüsü var; “Krizin ekonomik etkisi de büyük olacak. Avro krizi geri dönebilir, çünkü bankalara çok fazla borç var, özellikle İtalya’da hala uygun bir banka rejimi ve euro bölgesi mevduat sigortası yok.”[5]

AB için durumun tehlikede olduğunu söyleyen bir başka isim ise Berlin kökenli bir araştırma kurumu olan Forum New Economy Dirertörü Siman Tilford’du. “Virüs hızla ilerlerse ve Avrupalı hükümetler Güney Kore veya Singapur hükümetleri kadar etkili önlemler almazsa yaratacakları büyük hayal kırıklığı ile zaten sorunlu olan siyasi ortamı beslemiş olacaklar” diyordu Tilford.  Hükümetlerin ekonomik gerilemeye karşı tepkileri yanlış bir politikayla karşılaması durumunda bunun AB’ye “zehirli” bir etkisi olacağını belirten Tilford özellikle İtalya’da zaten küreselleşmeye bir tepki olduğunu anımsatarak bunun daha gelişebileceğini belirterek şu saptamayı yapıyor: “Virüs, açıkça Avrupa’daki popülist sağa bir armağan oldu”.[6]

İktidardaki popülizmin zararına muhalefetteki popülizmin yararına

Johns Hopkins Üniversitesi’nde Demokrasi ve Popülizm konusunda uzman olan Yascha Mounk da, koronavirüsün popülist muhalefetin yardımına koştuğunu, ama iktidardaki popülistleri zayıflatacağını söyleyerek şaşırtıcı bir tahminde bulunuyor. Şu cümlesi pek hoş geldi bana: “Büyük bir krizle karşılaşmadığınız sürece gerçeklikle bağı olmayan yönetimlere sahip olabilirsiniz. Ancak küresel bir salgın karşısında gerçekliğin reddi ve palavracılık popülistlerin karşılaşacakları güvenilir olma krizini gösterecek”.

Otoriterliğe bahane

Sıklıkla dile getirilen endişelerden biri, korokavirüs önlemlerinin, AB ülkelerinin alışık olmadığı tarzda yaşam alışkanlıklarını değiştirip, özgürlükleri kısıtlayacak boyutlara gelmesiyle “demokrasi”nin zedelenebileceği endişesi.  Zaten demokrasiyle başı pek de hoş olmayan Macaristan’ın sağcı Başbakanı Victor Orban kimi uygulamalarıyla bu endişeleri haklı çıkardı. Orban, koronavirüs salgınıyla mücadele etmek için kendisine olağanüstü yetkiler tanıyan bir yasayı parlamentodan geçirdi. Macaristan, tanınmış think-tank kuruluşu Freedom House tarafından “kısmen özgür” statüsüne alınmıştı,  bu da bu şekilde değerlendirilen “ilk AB” üyesi duruma getirmişti Macaristan’ı.

Gelişme üzerine Avrupa Komisyonu Başkanı Ursulavon der Leyen Orban’ı “tek adam” yapan yasa hakkında  “Bazı önlemlerin çok ileri gittiğinden endişeliyim. Özellikle Macaristan’daki durumla ilgileniyorum” diyerek tepkisini gösterdi.

Almanya ve Fransa’nın da aralarında bulunduğu bazı AB ülkeleri deBirlik üyesi ülkeleri temel insan haklarını ihlal etmemeleri konusunda uyardı.27 üyesi bulunan AB’nin 13 üyesinin yaptığı açıklamada adı belirtilmemekle beraber diktatör yetkileri almakla eleştirilen Orban ve Macaristan hedef alındı. “Şu an yaşadığımız kriz durumlarında üye devletlerin vatandaşları korumak ve krizi aşmak için olağanüstü önlemler almalarının meşruluğuna” dikkat çekilen açıklamada “ancak hukukun üstünlüğü, demokrasi ve bazı acil durum önlemlerinin benimsenmesinden kaynaklanan temel hakların ihlali riskinden derin endişe duyuyoruz” denildi. Açıklama Belçika, Danimarka, Finlandiya, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Portekiz, İspanya ve İsveç tarafından imzalandı

Sonuç

Avrupa’nın şimdi önemsiz gibi görünen bölünmesi sürerse İtalya, Çin ve Rusya’nın kendisine yardımına koştukları an’ı hatırlayacaktır. İtalya’nın AB’ye yeniden güven duyması “Avrupa’nın Çin ve Rusya’dan daha fazla ne yaptığına bağlı”.

Önümüzde AB açısından hayli zorlu bir süreç var.

Mustafa K. ERDEMOL; Gazeteci, Yazar

*Gazeteci Mustafa K. Erdemol’un yakında yayınlanacak Koronaviriüs konulu kitabından


[1]https://www.theguardian.com/world/2020/apr/01/coronavirus-could-be-final-straw-for-eu-european-experts-warn

[2] https://www.theguardian.com/world/2020/apr/01/coronavirus-could-be-final-straw-for-eu-european-experts-warn

[3]Agy.

[4] https://www.nytimes.com/2020/03/12/world/europe/coronavirus-eu-trump.html

[5] Agy.

[6]https://www.nytimes.com/2020/03/12/world/europe/coronavirus-eu-trump.html

2 Comments

  1. Mustafa bey ; Dünyada pragmatik iki önemli grup ( ABD ,Kanada,İngiltere,İsrail. —- Rusya , Çin , Hindistan) varken Almanya ve Fransa’yı bunlara tümüyle eklemlemek ekonomik sosyal ve askeri gerçeklerle örtüşmedi müddetçe bu iki ülke AB nin varlığını yoketmeyi istemiyeceklerdir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.