Alternatifsizlik ve içinde bulunulan krizden çıkışsızlık hissinin Türkiye’ye has olduğu düşünülmemeli.
Türkiye’nin bir yönetim krizi içinde olduğunu vurgulayanlara aynı tartışmanın dünyanın farklı yerlerinde de yapıldığını hatırlatmak gerek. Bu açıdan Türkiye dünyanın geri kalanından izole değil, onun bir devamı; ancak bu krizi Türkiye daha sert ve şiddetli bir şekilde yaşıyor.
Yine de belirli bir döngünün sonuna gelmiş görünüyoruz. Gramsci’nin söylediği gibi eskinin öldüğü, yeninin doğamadığı bir ara dönemdeyiz. Nasıl mı? Pandemi eski düzenin tüm eşitsizliklerini ayan beyan ortaya koydu. İnsanlar eski gidişattan ve eski normalden memnun değillerdi, ara dönemden hiç değiller. Pandemi bu sebeple geleceğin nasıl olacağı sorusunu tartışmaya açtı.
IMF ve Dünya Bankası gibi düzenin köşe taşları sayılan kurumlar bile, gelinen noktada dünyanın büyük bir sosyal eşitsizlik içinde olduğunu ve bunun böyle gitmeyeceğini vurguluyorlar. Son olarak Dünya Bankası Başkanı David Malpass ülkelerin yeni döneme hazırlanması gerektiğini vurguladı. Bunu vurgularken de kamucu adımların atılması gerektiğini ima etti. Bu tamamıyla iyi birşey sayılmaz. Toplumlar daha fazla eşitsizlik ve daha fazla otoriterlik arasında sıkışıp kalabilir.
Bu açıdan yeni döneme rengini vuracak olanlar, muhtemelen toplumsal güç dengesinde büyük bir yer kaplayan plütokratlar (zenginler sınıfının üyeleri) ve siyasi elitler olacaktır. Bundan dolayı, yeni dönemin dengelenmesi ve kurulması açısından Sol’a, demokratlara ve prekaryanın (güvencesizlerin) aydınlarına büyük bir görev düşüyor. Şu anda yeni düzenin geleceği gelse bile bu düzenin güçsüzlerin ve güvencesizlerin çıkarına olacağının bir garantisi yok. İşte bu noktada aydınlara düşen görev gelmesi beklenen bu söz konusu yeni dönemi güvencesizlerin lehine olacak şekilde doğurtmak olmalıdır.
Tam burada, yeni dönem arayışları çerçevesinde Avrupa’da yapılan tartışmalara değinmek ve bu dönemin güçlü aydınlarından Belçikalı filozof Chantal Mouffe’un “sol popülizm” kavramını ele almak gerekiyor. Mouffe da diğerleri gibi yeni bir dönemin yolda olduğunu söylüyor, buna green new deal, yeşil yeni düzen (gezegene zarar vermeyen yeni bir siyasal ve sosyo-ekonomik düzen) adını veriyor. İşte bunu doğurtmak için de sol popülizm kavramına başvuruyor.
Bu kavramı ileri süren ve bir reçete olarak sunan bir düşünür Chantal Mouffe. 1980’lerden bu yana bu konsept etrafında bir çalışma içerisinde. En büyük derdi, sosyalizmin yitirdiği etkiyi, özgürleştirici ve gelecek vaadeden farklı bir toplumsal projeyle yeniden gündeme getirmek ve iktidara taşımak. Ona göre, alternatifsiz olarak sunulan neo-liberal dönem ve onun merkezci politikaları siyaseti bütünüyle yok etti. Bu ise halkın siyasetten çekilmesi anlamını taşıyor.
Liberal bir iddia olan evrenselci yaklaşımların siyaset alanını daralttığını ve bu daralan alanda halka hiç bir yer kalmadığını belirtiyor. Bu açıdan siyaset profesyonellere, elitlere ve zenginlere kalıyor. Ona göre 1980 sonrası sistemin de amacı bu. Sosyalizm tüm dünyada güçlüyken, böyle bir durum söz konusu değildi. Halk siyasetin içinde ve hatta sokaklardaydı. Mouffe bu yüzden hem neo-liberal hem de liberal siyaset anlayışına karşı halkın yeniden inşa edilmesi gerektiğini ve bunu da sol popülizmin yapabileceğini söylemekte.
Mouffe sosyalizmin yerineyse eşitlikçi idealleri kuvvetli olan bir demokrasi projesi olarak sol popülizmi ileri sürüyor.
Ona göre sol popülizm öncelikle halkı (demos) yeniden inşa eder. Bunun için de tartışmacı bir siyasete ihtiyaç duyar. Nasıl mı? Sol popülizm biz ve onlar arasında bir ayrım güder. Bizden kasıt ezilenler, sömürülenler, dışlananlardır. Bu yeri geldiğinde bir işçi, yeri geldiğinde kimliğinden ötürü dışlanan birey ve gruplardır. Sol popülizm onların taleplerini bir yapıda birleştirir ve onların siyasetini yapar. Kime karşı? Ezen, sömüren, dışlayanlara karşı. Mouffe bu noktada siyasal elitler ve oligarklar adını kullanmakta bir sıkıntı görmüyor. Ona göre, bu tür bir ayrım olmadan siyaset yapmak, toplumu liberalizmin evrenselci batağına götürüyor.
Sol popülizm uygulayacak olanlara da mevcut sistemin kurumlarıyla, seçim sistemleriyle, hükümetleriyle haşır neşir olmasını reçeteliyor. Bunları kullanarak, hükümet olmaktan ve alternatif bir hegemonya etrafında devlet olmaya (becoming state) çağırıyor. Buna en yakın örnek Mouffle ile de son derece yakın olan İspanya’daki Podemos Hareketi. Podemos halen hükümet ortağı konumunda ve tam olarak bir sol popülizm uyguluyor. Bizde Gezi Hareketi esnasında siyaset şeytanlaştırılırken, İspanyollar kendi Gezi’lerinde siyasetle yüzleşmeyi seçtiler ve bugün onların gezicileri iktidar ortağı konumundalar, bizdeyse sürekli dayak yiyen ve horgörülen konumunda. İşte İspanyollar bunu sol popülizme borçlular.
Ancak önemli bir hatırlatma yapalım. Mouffe bunları gelişmiş batı demokrasileri için söylediğini ısrarla belirtiyor. Yani dünyanın geri kalanına bakmıyor. Mouffe son kitabı For a Left Populism ve diğer yayınlarında ekliyor: Sol popülizm yapabilmek için öncelikle demokratik kurumlar gereklidir. Yani Türkiye’de birçok kişinin haydi sol popülizm yapalım hayali için büyük bir endişe ve engel görünüyor. Sol popülizm yapabilmeniz için demokratik kurumların ve bunun etrafındaki değerlere saygının varlığı hayati. Bir aşamalılıktan bahsetmediğimi de vurgulamak istiyorum. Önce özgürlük sonra eşitlik demiyorum ama bunun da önemi yadsınamaz.
Mouffe’da gördüğümüz bir başka unsur da duygular siyaseti. Ona göre, son 40 yılın siyaset anlayışı duyguları siyasetten attı. Bunun yerine profesyonel ve rasyonel bir argümanlar ağı getirdi. Sosyalizmin güçlü olduğu dönemde duyguların çok kuvvetli olduğunu biliyoruz. Eşitlik, sömürü ve emperyalizm karşıtlığı milli değerlerle iç içe geçerek kitleler üzerinde kuvvetli bir duygulanım yaratırdı. Buna dava diyoruz. İnsanları ve toplumları bir amaç etrafında harekete geçiren ve kuvvetli duyguları olan davalar. Ancak son 40 yıl bunları tamamıyla sildi. İşte Mouffe bu noktada duyguların (siyasal alana) yeniden dahil edilmesi gerektiğini belirtir. Halkın yeniden inşası sürecinde duygular önemli yer tutar. Spinoza’dan da bir örnek verir. Spinoza’ya göre siyaset bir duygu ve etkileme sanatıdır. Düşünmek ve rasyonel argümanlar ileri sürmek yetmez. Ne zaman ki düşünceler duygularla birleşir, işte o zaman o düşünceler güç sahibi olur der.
Peki Türkiye’ye gelelim. Sol popülizm mümkün mü? Demokratik kurumlar iddiasına rağmen bunun halen mümkün olduğunu düşünüyorum. Hayır mümkün değil demek, adil bir dünya için mücadele edenleri oryantalist bir ortama sürükler. O yüzden mümkün.
Ancak mevcut siyasi partiler içinde bu fikri değerlendirebilecek, bununla temas edebilecek, bunu savunabilecek insan sayısının bir elin parmaklarını geçtiğini sanmıyorum. Söz gelimi Türkiye’de CHP sol popülizm yapabilir mi? Ona da Mouffe ile yanıt vereyim: Sosyal Demokrat partiler ancak büyük bir stratejik ve vizyoner dönüşüm yaşarsa mümkün. Bunun dışında ne olabilir peki diye sorulursa da, sol popülizm partilerden bağımsız olarak bir toplumsal hareketin temsilcileri tarafından gerçekleştirilebilir derdim. Ancak bunun gerçekleşmesi zor ama bir o kadar güzel bir rüya olduğunu da eklerdim.
Alphan Telek, İstanPol Akademi Direktörü
Çok aydınlatıcı bir yazı tebrik ederim