Son yıllarda Ortadoğu da ortaya çıkan sıcak çatışmalar ve bu savaşların zamanlamalarına bakacak olursak, bu bölgelerdeki enerji ve jeopolitik kullanım rotalarının bir denge noktasından diğer bir denge noktasına taşındığı zamanlara denk geldiğini görürüz.
Bu ortamda sıcak çatışmaların savaşa dönüşmesi için, zihniyet ve kültür olarak savaşa yatkın iktidarların iş başında olmaları önemli bir önkoşuldur. Bu koşulun geçerli olduğu dönemlerde taraflar ellerinde bulunan tüm stratejik ve taktik güçlerini sıra ile ortaya koymakta; bu süreç önce mevzi çatışmalara, bu çatışmaların yatıştırılamaması durumunda ise daha geniş savaşlara ve yıkımlara evrilmektir.
Konunun özüne baktığımızda, bir tarafta kendisini güçlü hisseden tarafın, silah ve enerji lobilerinin kar amaçlı planlamaları, diğer tarafta ise en başta din olmak üzere, kendi değerlerinin daha doğru olduğuna inanan otoriter rejimleri görürüz.
Yukarıda yapılan tespitten sonra bölgemizdeki enerji ve su yatakları ve bu kaynakların geçiş rotalarına baktığımızda, bu geçişlerin Türkiye’nin hem Karadeniz hattında kuzeyinden, hem Anadolu topraklarından, hem de Akdeniz hattında güneyinden geçtiğini görürürüz.
Son yıllara değin, bu geçiş rotaları yoğun olarak Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı ile Bakü Doğu Batı sınırı üzerinde yer alan bir denge noktasında yer almakta idi. Son yıllarda ise bu denge noktasının, Kuzey Irak, Suriye ve Doğu Akdeniz üzerinden Avrupa ekseni üzerinde yeni bir denge noktasına doğru hareketlendiğini görüyoruz.
Bu hareketlilik yukarıda çatışmanın koşullarından biri olarak belirlediğimiz eksen kayması ve denge noktaları arasındaki geçiş koşulunu karşılamaktadır. Peki çatışma için başka hangi koşulun yerine getirilmesi gereklidir? Bir tarafta taraf olan ülkelerde siyasi iktidara sahip olan güçlerin silah ve enerji lobilerinin kar amaçlı planlamaları doğrultusunda çalışmaları ve diğer tarafta da, en başta din olmak üzere, kendi değerlerinin daha doğru olduğuna inanan otoriter rejimlerin bulunmaları.
Bugün esefle söylemek gerekirki, bu genel koşulların içinde bulunduğumuz bölgede yaşamın belirleyici bir parçası olduklarına tanıklık etmekteyiz. Eksik olan sadece bazı ince ayarların yerine getirilmesidir. Nedir bu ince ayarlar ?
Bölgede demokrasi, serbest piyasa ekonomisi, özgür basın, özgür düşünce, eşitlik, insan hakları, bağımsız yargı ve adil seçimler gibi kavramlara ait son kırıntıların da temizlenmesi, toplumsal bileşenlerin bu değerler üzerinden kışkırtılarak hedeflenen çatışma ortamı için gereken sosyo-psikolojik atmosferin oluşturulması bu çatışmanın ince ayarlarıdır.
Biz biliyoruz ki bu kavramlar, Doğu ile Batı, Taşra ile Kent, Çeperler ile Merkez için aynı zihinsel duyguyu, anlam kümelerini ifade etmezler. İşte tam bu nokta, bu “büyük kopuş” an’ı, çatışmaya en çok yaklaşılan noktadır.
Bu nokta aynı zamanda diplomasi devreye sokularak, demokrasinin işlemesi sağlanarak veya geniş toplumsal mutabakatlar, uzlaşmalar kurularak çatışmaların veya savaşın önlenebileceği ve barışın kazanan olacağı noktadır da. Ancak daha önceden demokrasinin tüm temel kurumları, ana kuralları, uzlaşma süreçleri ve cesaretle karar alma kabiliyetleri yok edilmiş ise durumun zor olduğunu söylemek için kahin olmaya gerek yoktur. Çatışmanın koşullarının oluşmaya başladığı, çatışmanın ayak seslerinin duyulur olduğu yolda, hiçbir jeopolitik rota kayması, enerji ve diğer kaynak akışlarında yeni denge noktalarına doğru hiçbir hareketlenme, toplumların kendi iç yapılarındaki çözülme, onları birarada tutan değerler bütünü üzerindeki mutabakatın kaybolması kadar etkili olamaz.
Sonuç olarak bu güç ve ego kavgasından zarar görecek olan yalnızca insanlar ve halklardır. Fakat şu soruyu sormadan geçmek de mümkün değildir: bir toplumda işbirlikçilerin, pervasızca gerçekleri çarpıtmaktan kaçınmayan, siyaset tüccarlığını siyaset ustalığı sayan zihniyetlerin hakimiyetine yol verenler kimdir? Toplumların davranışlarını bu yönde şekillendiren hangi duygular, hangi dürtülerdir? Hangi eğitim süreçleri veya bunların olmayışıdır? İşin püf noktası bu sorulara ama’sız, şayet’siz verilecek yanıtlarda, Barış’ın anahtarı bu soruların toplumun geniş kesimlerince açıklıkla, samimiyetle ve ısrarla sorulduğu an’dadır.
Mehmet Kazancıoğlu
Ne kadar doğru. Ancak muhalefet yeterince halk kitlelerini uyaramaktadır. Herhalde kendileri de güçlü emperyalist ülkelerle sorun yaşamak istememektedirler