Devrimci Direniş Çizgisi ve Filistin Davasının Tarihsel Dönüşümü

8/Aralık/1987’de Birinci İntifada sırasında kurulan Hamas, başlangıçta Müslüman Kardeşlerin bir koluyken; Filistin halkının devrimci direniş mücadelesini İslami ideolojiyle birleştiren bir hareket olarak ilerlemeyi tercih etmiştir. Ancak zamanla siyasi pragmatizm, iç çatışmalar ve uluslararası baskılar nedeniyle devrimci söyleminden uzaklaşmıştır. Bu makalede Hamas’ın dönüşümü, Sabra–Şatilla Katliamı, FKÖ’nün Lübnan’dan ayrılışı, Yaser Arafat dönemindeki stratejik tercihleri; Hamas’ın doğduğu şartlar ve  Filistin davasının tarihsel seyri tartışılmaktadır.

Filistin sorunu, yalnızca işgal/direniş çatışmasıyla sınırlı olmayıp aynı zamanda Arap rejimlerinin tutumları, uluslararası sistemin güç dengeleri ve Filistin örgütlerinin kendi içsel tercihlerinden de etkilenmiştir. 16/Eylül/1982’deki Sabra ve Şatilla Katliamı ile FKÖ’nün Lübnan’dan ayrılışı, Filistin davasında bir kırılma noktası olmuştur. Bu süreçten sonra direniş hareketleri parçalanmış, 1987’de Hamas’ın ortaya çıkışı ise yeni bir aşamayı temsil etmiştir.

Sabra–Şatilla Katliamı ve FKÖ’nün Lübnan’dan Ayrılışı

İsrail, 1982’de Lübnan’a geniş çaplı bir işgal operasyonu başlatmış ve asıl amacı FKÖ’yü Beyrut’tan çıkarmak olmuştur[1]. Bu süreçte 16–18 Eylül 1982 tarihlerinde Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında, Lübnan’daki Hristiyan Falanjist milisler tarafından binlerce Filistinli katledilmiştir. Katliam, İsrail ordusunun kuşatması ve gözetimi altında gerçekleşmiştir [2]. İsrail Meclis Araştırma Komisyonu tarafından, dolaylı olarak katliamlardan sorumlu tutulan; sonradan israil’in eski başbakanlarından olan Ariel Şaron Savunma Bakanlığı görevinden istifa etmiştir.


Katliam sonrası uluslararası baskı ile Yaser Arafat ve FKÖ güçleri, Beyrut’tan gemilerle ayrılarak Tunus’a sürülmüştür. Bu olay Filistin halkında derin bir travma ve hayal kırıklığı yaratmış, FKÖ’nün halkı savunma kapasitesinin yetersizliği tartışmalara yol açmıştır. Filistin davasının askeri direniş eksenli devrimci çizgiden diplomatik arayışlara kaymasının başlangıcıdır. Tarihsel olarak belki de Filistin davasının telafisi zor ve onarılamayacak hasarlar aldığı gün: Filistin Kurtuluş Örgütü üyelerinin zafer işareti yaparak, gemilerle Lübnan topraklarından ayrıldıkları gündür.

Yaser Arafat ve FKÖ’nün Stratejik Tercihleri

1980’lerden itibaren Arafat’ın önceliği uluslararası tanınma ve diplomatik kazanımlar olmuştur. Bu strateji, 1993 Oslo Anlaşmaları’nda zirveye ulaşmış; FKÖ İsrail’i tanımış ve Batı Şeria ile Gazze’de sınırlı bir özerklik elde etmiştir[3].  FKÖ’nün bu tercihlerinin sonucunda, devrimci mücadele yerine “devletleşme hayali” öne çıkmış; fakat süreç hem İsrail’in yerleşim politikaları hem de içsel yolsuzluklar nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu tablo, Hamas’ın ortaya çıkışını hazırlayan sosyo-politik zemini güçlendirmiştir.

Hamas’ın Ortaya Çıkışı ve İlk Yılları

1987’de Birinci İntifada (ayaklanma) sırasında doğan Hamas, FKÖ’nün diplomasiye yönelmesi ve halk tabanında meşruiyet kaybetmesine tepki olarak ortaya çıkmıştır [4]. Başlangıçta devrimci direnişi, İslami ideolojiyi ve halkın kendi kaderini tayin hakkını merkeze almış, aynı zamanda sosyal yardım faaliyetleriyle geniş halk desteği kazanmıştır [5].

2006 Seçimleri ve İktidar Dönüşümü

2006 seçimlerinde Hamas’ın iktidara gelmesi, hareketin siyasi bir aktöre dönüşmesini beraberinde getirmiştir. Ancak bu durum, Fetih ile iç çatışmalara, İsrail ile daha sert gerginliklere ve uluslararası izolasyona yol açmıştır [6]. Hamas, iktidar pratiğinde devrimci söylemden uzaklaşıp, iktidarı koruma ve siyasi pazarlık eksenli bir çizgiye kaymıştır.

Devrimci Söylemden Uzaklaşma

Hamas’ın politik pragmatizmi, tıpkı FKÖ’nün Lübnan’dan ayrılışı sonrası yaşadığı açmazlar gibi, halkın güvenini zedelemiştir. Gazze’deki insani krizler, yoksulluk ve siyasi bölünmüşlük, Filistin davasına zarar vermekle kalmamış aynı zamanda Hamas’ın devrimci temsil iddiasını da ortadan kaldırmıştır.

ABD’nin İsrail Politikası ve Arap SessizliğiAmerika’nın Filistin meselesindeki konumu ve İsrail’e verdiği destek, yalnızca ikili ilişkilerin değil, aynı zamanda küresel stratejik dengelerin bir sonucudur.ABD–İsrail ilişkisi beş temel eksende şekillenmektedir:



1. Stratejik Ortaklık: İsrail, Orta Doğu’da ABD’nin en önemli müttefiklerinden biri olup, bölgedeki güvenlik ve neoliberalizmin istikrarı için kritik bir role sahiptir. 
2. Askerî ve İstihbarat İş Birliği: ABD ile İsrail arasında güçlü askerî iş birliği ve derin istihbarat paylaşımı mevcuttur. Hatta NATO’ nun bütün veri kaynakları (sivil/asker) İsrail’in kullanımına açıktır.
3. İç Politika ve Yahudi Lobisi: ABD’deki güçlü Yahudi lobisi, Kongre ve yürütme üzerindeki etkisiyle İsrail yanlısı politikaların sürdürülmesinde belirleyici bir rol oynamaktadır. 
4. Demokratik Değerler Söylemi: Amerikan yönetimleri, İsrail’i “Orta Doğu’daki tek demokratik müttefik” olarak tanımlamakta ve bu retoriği politik desteği meşrulaştırmak için kullanmaktadır. 
5. Enerji Güvenliği: Orta Doğu’nun enerji kaynakları, ABD’nin bölgedeki askeri ve diplomatik varlığını zorunlu kılmakta; İsrail bu stratejik çıkarların sigortası olarak görülmektedir.  Belki de yukarıda sıralanan maddelerin ilk dördü bu beşinci maddenin “varlığını sürdürebilmesine” yönelik unsurlar da olabilir.


ABD’nin mevcut politikası, ulusal çıkarlar, uluslararası ilişkiler ve bölgesel dinamikler çerçevesinde şekillenmektedir. Bu nedenle İsrail’in yanında yer alması, yalnızca ideolojik bir tercih değil, aynı zamanda ekonomik ve stratejik bir zorunluluktur.  Neoliberalizmin Batı’sı Amerika ise; ortası da “Orta Doğu” olarak bilinmelidir. Küresel sermayenin arkasında, sürekli devam eden bir hesaplaşma eylemini gösteren, en önemli indikatördür.

Arap dünyasının büyük bölümü ise bu destek karşısında sessizlikle veya sembolik tepkilerle yetinmektedir. Bu sessizlik kalıcılaşmıştır. Sabra–Şatilla katliamı sırasında Arap rejimlerinin sessizliği, Filistin halkında derin bir acı ve yalnızlık duygusu yaratmıştır. O günden bugüne Filistin ve Filistinliler yalnızdır. Günümüzde Gazze’de yaşanan insani krizlere karşı Arap Birliği’nin zayıf ve parçalı tepkileri, Filistin davasının yalnız bırakıldığı algısını daha da pekiştirmiştir.

Bu arada özellikle Orta Doğu ekseninde bir sayfa da Bağlantısızlar Hareketi’ne açmak gerekiyor. 1974 yılında Orta Doğu ülkelerinin Bağlantısızlar Hareketi’ne yaklaşırken, birkaç temel düşünce ve hedef gözettiği söylenebilir:

a. Siyasi Bağımsızlık: Batı ile olan ilişkilerini dengelerken, siyasi bağımsızlıklarını korumak istediler. Bu, dış müdahaleden kaçınma isteğini yansıtıyordu.

b. Ekonomik İş Birliği: Petrol krizinin ardından, enerji kaynaklarının kontrolünü ve ekonomik iş birliğini artırmayı düşündüler. Bağlantısızlar Hareketi, bu tür iş birlikleri için bir platform sağlıyordu. Geçici bir süre başarılı da oldular.

c. Gelişmekte Olan Ülkeler ile Dayanışma: Diğer gelişmekte olan ülkelerle dayanışma içerisinde olmak, ekonomik ve siyasi güçlerini artırma amacı taşıyordu.

d. Sosyal Adalet ve Gelişim: Sosyal adalet ve kalkınmayı destekleyen politikaların geliştirilmesi, bu ülkeler için önemli bir öncelikti.

e. Soğuk Savaş Dinamikleri: Soğuk Savaş döneminin etkilerinden kaçınmak, ABD ve Sovyetler Birliği gibi süper güçlerin etkisini dengeleme çabası içindeydiler.

Bu bağlamda Orta Doğu ülkeleri, Bağlantısızlar Hareketi aracılığıyla kendi ulusal çıkarlarını korumayı ve uluslararası arenada da daha güçlü bir varlık göstermeyi hedeflediler. Ancak başaramadılar, bir kısmı dağıldı, gücünü koruyabilen geride kalanlar da neoliberalizmle haraca bağlı eşitsiz ortaklaşmayı tercih ettiler.

Bağlantısızlar hareketinin uzun yıllar sonrasında, 2010’ların başında, Arap Baharı’nın Filistin davasına olan etkisi hem olumlu hem de olumsuz yönleri ile göz önünde bulundurulmalıdır. Bu süreç, Filistin meselesinin bölgesel ve uluslararası gündemdeki yerini değiştirmiştir. Bu nedenle, Arap Baharı da konuya olan ilişiği nedeniyle açılması gereken pencerelerden biri olarak önümüzde durmaktadır.

Arap Baharı’nın Filistin davası üzerindeki etkileri karmaşık ve çok yönlüdür. Olumlu etkiler arasında, Arap ülkelerindeki rejim değişikliklerinin bazı ülkelerde demokratik reformlara ve halkın daha fazla katılımına yol açması sayılabilir. Bu durum, Filistinli grupların daha fazla destek bulmasına ve Filistin sorununa dikkat çekilmesine katkı sağladı. Ancak olumsuz etkileri de göz ardı edilmemelidir. Arap Baharı sürecinde yaşanan istikrarsızlık, dikkatlerin Filistin meselesinden uzaklaşmasına neden oldu, çünkü birçok Arap ülkesi kendi iç sorunlarıyla mücadele etmeye başladı. Ayrıca, bazı ülkelerin yeni yönetimleri, Filistin’e olan desteklerini azaltmış; farklı dış politika öncelikleri belirlemiştir.

Arap Baharı Sonrası ABD ve Neoliberal Güçlerin Bölgedeki Durumu

 Arap Baharı, 2010’ların başında Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da siyasi ve toplumsal değişimlere yol açan bir dizi protesto ve devrim hareketidir. Amerika Birleşik Devletleri ve neoliberalizm bu süreç ve sonrasında büyük çıkarlar elde etti:

a. Demokratik Reformlar: Arap Baharı, bazı ülkelerde demokratikleşme süreçlerini destekleme imkanı yarattı. ABD, bu reformları destekleyerek koşullu yardımlar ve diplomatik ilişkiler üzerinden etki alanını artırdı.

b. Terörle Mücadele: Bahar sonrası güç vacumu, bazı bölgelerde ABD karşıtı (ABD destekli) terör örgütlerinin güçlenmesine yol açtı. ABD, bu durumdan faydalanarak anti-terör operasyonlarına ve askeri iş birliklerine hız vererek stratejik varlığını güçlendirdi.

c. Enerji Güvenliği/Güvensizliği: Orta Doğu, dünya enerji arzının ve dünyayı krizleriyle silkeleyen veyarahatlatan kontrol vanasının bulunduğu en önemli kaynaktır. ABD, bu süreçte istikrarsızlık yaşatılan(!) bölgelere müdahale ederek neoliberalizmin ihtiyaç duyduğu enerji güvenliğini/güvensizliğini sağladı.

d. Jeopolitik Etki:  ABD’nin öncelikli hedeflerinden biri, İran’ın bölgedeki etkisini azaltmaktı; Arap Baharı, bu bağlamda stratejik müttefiklerle iş birliğini yeni güç dengelerine göre şekillendirme fırsatı sundu. 11 Eylül bahanesiyle başlattığı operasyonlarını geliştirdi ve bölgenin, müttefiklerinden bağımsız karar vericisi oldu.

e. İnsan Hakları ve İkna Stratejileri:  ABD, insan hakları konusunda daha fazla ses çıkararak, uluslararası alanda moral ve politik bir üstünlük elde etmeye çalıştı. Kendi ihlal uygulamalarını saymazsak; başarılı da oldu.

Bu çıkarlar, ABD’nin bölgedeki stratejik hedefleriyle uyumlu bir formatta şekillendi ve bütün dünya da durumu izleyerek, onayladı.

Tartışılması Gerekenler:

Filistin, yukarıdaki gelişmeler bilinmeden anlaşılamaz. Bu nedenle tarihsel sistematik bir incelemeye ihtiyaç duyulmuştur. İhtiyaçtan kastedilen, Filistin halkının değil neoliberalizmin ihtiyaçlardır.

Hamas’ın, 7 Ekim 2023’te İsrail’e yönelik saldırısının ardında bir dizi karmaşık faktör bulunuyor. Bu tür saldırılar genellikle siyasi, askeri ve psikolojik hedefler taşır. Bir konsere saldırmanın, bu hedeflerden hiçbirini karşılamadığı ortadadır. Saldıranların, İsrailli gizli örgütler ile iş birliği iddiaları da dahil olmak üzere tartışılmalıdır. Spekülasyonlar genellikle olayların karmaşıklığı ve belirsizliği nedeniyle ortaya çıkar. Her iki tarafın da niyetlerini tam anlamak zor olabilir ve her olayda farklı okumalar da yapılabilir. Bu nedenle, tarafların stratejik hedeflerini ve arka plan motivasyonlarını derinlemesine incelemek için güvenilir kaynaklardan bilgi almak esas olmalıdır,. Bu tür durumlarda farklı bakış açılarını göz önünde bulundurmak, zamanın bilinmeyenleri netleştireceğini bilmek ve konuyu çok boyutlu bir perspektiften değerlendirmek gereklidir.

– Tarihsel Devamlılık: FKÖ’nün Sabra–Şatilla katliamı sonrası sürgünü ile Hamas’ın iktidar dönemi arasında benzerlikler vardır: her iki süreçte de halkın güveni sarsılmıştır.
– Uluslararası Konjonktür: Soğuk Savaş sonrasında Filistin davası uluslararası gündemde geriye itilmiştir.
– Meşruiyet Sorunu: Filistin halkı, devrimci temsiliyeti yeniden kuracak bir siyasal önderlik arayışına girmiştir. Bugün bu arayış çok daha güçlüdür ve varolma/yokolma sınırları arasında gidip gelmektedir.

-Halkın Durumu: Filistinlilerin mevcut durumu anlaşılır ve anlatılabilir bir durum olmaktan çok uzaktır. Kurtuluş için göklere çıkardıkları kendi örgütleri onların ülke dışına çıkarılmalarını ve çok büyük acılar yaşamalarını sağlamaktadır. Bu durumun kendiliğinden geliştiğini düşünmek tarihsel sürece ve kazananlara bakıldığında mümkün görünmemektedir.

Sonuç

Bugün gelinen noktada; Hamas’ın devrimci çizgiden uzaklaşması; Filistin milliyetçiliği ve islam devleti kurmaya yönelmesi; ABD ve İsrail’in işini kolaylaştıran eylemlerde bulunması gibi sonuçlar FKÖ’nün Sabra–Şatilla sonrası yaşadığı meşruiyet krizini hatırlatmaktadır. Neoliberalizmin Orta Doğu’daki çıkarları devam ettiği sürece; Filistin davasının geleceği, halkın temel taleplerini merkeze alan; uluslararası dayanışmayı önceleyen, yeni bir devrimci ve halkçı stratejinin inşasına bağlı görünmektedir. Aksi takdirde Filistin halkının yanındayız diyerek, genel grev yapan İtalyanlar, çok sevdikleri futbol turnuvalarına katılmayacaklarını söyleyen (Dünya Kupası) İspanyollar, sokağa dökülen İrlandalılar, Fransızlar, Brezilyalılar vb. milyonlarca iyi insan azalmaya ve dayanışma duygularını yitirmeye başlayacaklardır.

Bitirirken

ABD’li Noam Chomsky, uluslararası ilişkilerin mafyaya çok benzediğine dikkati çekerek, “Süper bir baba var, vaftiz babası ve herkes ondan korkuyor.” diyerek, konuyu özetlemektedir. Chomsky, İsrail-Filistin sorununda İsrail’in planlarını eleştirirken de “İsrail’in 50 yıldır daimi olarak ABD desteğiyle yapmaya çalıştığı şey, Batı Şeria’yı ilhak etmek değil. Onlar bunu yapmak istemiyor. Plan, yaklaşık 1970’lerden beri, yavaşça ve sistematik olarak Batı Şeria’yı ve limanlarını ele geçirmekti.” [7]. 

*Uğur TUNÇAY, İnş.Müh/Siyaset Bilimci

Yararlanılan Kaynaklar:

1. Rashid Khalidi, Palestinian Identity: The Construction of Modern National Consciousness, Columbia University Press, 1997.

2. United Nations General Assembly, Report of the Independent Commission on the Sabra and Shatila Massacre, 1983.

3. Baruch Kimmerling & Joel Migdal, Palestinians: The Making of a People, Harvard University Press, 1994.

4. Beverley Milton-Edwards & Stephen Farrell, Hamas: The Islamic Resistance Movement, Polity Press, 2010.

5. Sara Roy, Hamas and Civil Society in Gaza: Engaging the Islamist Social Sector, Princeton University Press, 2011.

6. Khaled Hroub, Hamas: Political Thought and Practice, Institute for Palestine Studies, 2000.

7.Anadolu Ajansı, ABD’li düşünür Noam Chomsky’den ‘ABD’nin İsrail’e desteği çok kırılgan’ açıklaması 05/06/2020

Uğur TUNÇAY

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir