2025 YILI’NA GİRERKEN…

Türkiye her yeni yılına girerken, yılbaşı kutlamalarının gün geçtikçe daha sönük geçmesinin arkasında birçok siyasal, sosyal ve ekonomik faktör bulunuyor. Ekonomik kriz, enflasyon oranlarının yükselmesi ve hayat pahalılığı, halkın alım gücünü ciddi şekilde etkilemektedir. İnsanlar, temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanırken, yılbaşı kutlamalarına ayıracak bütçeleri kalmıyor. Bu durum, kutlamaların geleneksel ritüelinden uzak, daha mütevazı geçmesine neden oluyor. Fakat, televizyonların ve belediyelerin yılbaşı programlarından uzak kalmaya çalışmaları gelecek yıllar (çağdaş ve seküler hayat) açısından endişe vericidir. Muhalif kanalların süfli programları da toplumsal ihtiyacın çok gerisinde kalmıştır/kalmaktadır.  Yılbaşı gecesi TELE1’in Andre Rieu’nun estetik, göz kamaştıran ve kulakların pasını silen Avustralya /Sydney’den ulaşan konseri ve izleyiciler arasındaki salon şovları hariç olmak üzere…

Siyasal açıdan ise, iktidarın uyguladığı baskıcı politikalar ve ifade özgürlüğünün kısıtlı olması, toplumda kutlama yapma isteğini azaltan bir başka etken oluyor. Özellikle etkili/yetkili muhalif seslerin yeterince(!) konuşmuyor olmaları da birçok kişinin yılbaşı gibi toplumsal etkinliklerde bile kendini ifade etmekten çekinmelerine yol açıyor. Ayrıca, iktidarın kutlamalar üzerindeki denetimi ve olası protestoların önlenmesi amacıyla alınan güvenlik önlemleri de kutlamaların anlam ve ruhunu olumsuz etkiliyor. Bu duruma bir de ülkenin nüfus ve ekonomik olarak daha büyük bölümünü yöneten muhalif belediyelerin yerel yönetimlerde çağdaş yaşam tarzlarını üretemiyor olmaları ve muhafazakar/mütedeyyin insanları “tedirgin etmeme” mahcupluğu eklenince geleceğe yönelik farklı bir yöneliş gelişmeye başlıyor.  “Dün Ayasofya, Bugün Emevi Cami, Yarın Kudüs/Mescidi Aksa” gibi tamamen halkın hayatını sırlayan sloganlar arasında, Galata Köprüsü üzerinde Gazze’ye gram faydası olmayan ama iç politikayı dizayn etmede elverişli bir alan olan “İman varsa imkan vardır” yaklaşımıyla “yeni yıl sabahlarına” uyanır hale getirilen farklı bir toplumsal doku şekillenmeye başlıyor.  Yer seçiminden “köprünün tahkimine” kadar devlet imkanlarının en üst düzeyde kullanıldığı miting, Galata’dan Filistin’e değil, katılanların kendilerine destek sağladığı tipik bir AKP/Yandaş dayanışması etkinliğine büründürülüyor.

Sosyal açıdan, halkın genel ruh hali ve kaygıları da yılbaşı kutlamalarına yansıyor. Pandemi sonrası yaşanan belirsizlikler ve ekonomik zorluklar, insanların bir araya gelme isteğini azaltarak, sosyal etkinliklerin azalmasına yol açıyor. Tüm bu nedenler bir araya geldiğinde, 2025 yılına girerken Türkiye’deki yılbaşı kutlamalarının sönük geçmesi de kaçınılmaz oluyor.

Dünya genelinde de benzer bir durum söz konusudur. Neoliberalizmin geldiği aşamada yarattığı eşitsizliklerin büyüklüğü, iklim değişikliği, savaşlar, yılbaşı öncesi Almanya’da estirilen terör ve doğal afetler gibi küresel sorunlar, insanların ruh halini olumsuz etkileyerek; geleceğe dönük beklentilerini zayıflatmıştır. 2025 yılına girerken yapılan kutlamaların sönük geçmesi, ekonomik, sosyal, siyasal ve çevresel faktörlerin bir araya gelmesiyle şekillenmiştir. Bu durum, insanların yeni yıla dair umutlarını ve coşkularını azaltmış, kutlamaların daha mütevazı ve sade geçmesine yol açmış; gelecek yıllara dair beklentileri aşağı çekmiştir.

Sonuç olarak, yılbaşı gecesi Taksim’de, Konak’ta, Kızılay’da ve başka büyük merkezlerde, yani muhalefetin yerel yönetimlerde iktidar olduğu şehirlerde insanlarla buluşmadığı, görülüyor.  İşin ilginç yanı ise, “buluşamamaya” yönelik bu toplumsal ruh halinin, yılın ilk günü sabahında iktidarın da bütün zorlamalarına rağmen Galata Köprüsü’nde arzulanan katılım düzeyininin beklenenin çok altında kalmasına yansımış olmasıdır. 

Türkiye, 2025 yılına girerken siyasi, iktisadi, beşerî ve sosyal açılardan önemli dönüşüm süreçleri yaşamakta olup, bu dönüşümlerin daha da yoğunlaşarak yaşanacağı kritik bir yol ayrımına gelmiş bulunmaktadır. Bu koşullar ve muhalefetin kendisini “Devrimci Reformist Bir Programla” yeniden inşa etmesi ülkenin geleceği açısından belirleyici olacaktır. Kendi sesimizi bulmak, cesur olmak ve umutlarımızı gerçekleştirmek için mücadele etmek, önümüzdeki “Dönemin Ruhunu” oluşturmalıdır. Hak etmediğimiz bu dünyayı değiştirmek; ihtiyacımız olan dönemin ruhunu yaratmak, geliştirmek, büyütmek ve güzel bir geleceğe dönüştürmek Toplumcu Siyaset’ in temel görevi olmalıdır.

Uğur TUNÇAY
(İnş. Müh./Siyaset Bilimci)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.