Yeni Anayasa, Siyasi Partiler ve CHP’de değişim ve Tüzük

1.

Ülkemizde Yeni bir Anayasa yapım sürecinin hummalı tartışmaları sürüyor, elbette her yeni Anayasa dönemi esasında Anayasaların referans önemli kânunların da yeniden tartışmalara açılacağı bir dönem.Önemli olan, elbette, 22 yıllık yıpranmış bir iktidarın taktiksel geçişlerle ortaya koyduğu bir Anayasa müsameresine edilgen bir katılım değil, tersine aktif bir şekilde siyasetin toplum adına aşamadığı meseleleri yasalar ve anayasa temelinde aşabilmektir.

Siyasete bir değişim ihtiyacı var ise, bu değişimin en büyük temsili göstergesi, partilerin siyaset ve siyasetçiyi belirleme tarzları, kurumsallaşma faaliyetleri, tüzüklerini yaşama uyarlamaları kadar, anayasa ve yasalarda kendilerini tanımlayan ve faaliyet alanlarını çizen temel metinleri belirleme ve geliştirme iradelerini kullanma cesaretidir.

 Siyaset asli olarak, birçok şeyle birlikte yasa yapma tasarrufunu taşımaktadır, çünkü. Demokratik standartların korunması kaydıyla, toplumsal ve kurumsal dönüşüm siyasi partilerin kendi ellerinde, tasarrufunda ve iradesinde sürmelidir. Bunu aşağıdan yukarı kendi örgütlenmesine ve yasalara taşıyamayan her faaliyet bir vesayet modeldir. Demokratik hizayı çok aşağılarda kuran, faaliyetleri daraltan ve günümüz dünyasının karmaşık, çoğul ve hızlı doğasına uygun olmayacak bir siyaset yapma pratiğine mahkum kalacaktır.

Anayasa, bir ülkede olduğu gibi Türkiye’de de devletin örgütlenmesi, devletin vatandaşlarla, kanunlarla arasında sonsuz bir güvenlik ilişkisi kurması gereken, oluşturucu bir metin olarak, kurumların temel işleyiş sistematiğini yasalar marifetiyle düzenlenmesini kuran çerçeve metindir. Anayasa bu bakış açısıyla, siyasal temsil ile vatandaş, vatandaş ile devlet, devlet ile parlamento, siyasal partilere ait düzeni korumak ama dahası bir ufuk çizmek, Cumhuriyeti ve demokrasiyi kollama, koruma ve geliştirme mahiyeti taşır.

Her ikisi de darbe sonrası oluşturulan Anayasa olmasına rağmen, 1982 Anayasası 1961’e kıyasla daha zorlayıcı ve siyasal faaliyetleri, toplumsal ve bireysel hakları kısıtlayıcı bir nitelik taşımaktadır.  1982 Anayasası, gerek devlet teşkilatının örgütlenmesinde, gerekse siyasal partilerin örgütlenmesinde merkezi aşırı yetkilendiren bir yapıdadır. Kaynakların örgütlenmesi ve dağılımında, idari anlamda nasıl bir model öngörmüşse Siyasal partilerin örgütlenmesinde de aynı kısıtlayıcı, aynı şekilde çevreyi merkeze mecbur eden, partilerin kendisine bu anlamda hiçbir fikri ve örgütsel hürriyet alanı tahsis etmeyen bir düzenek içinde çalışmalarının yolunu açmıştır.

Her ne kadar hem 1961 Anayasası ile çıkarılan 648 sayılı Siyasi Partiler Kanununda, hem de1982 Anayasası döneminde çıkarılan 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunun ilk metninde kayıtlı parti üyelerine açık, zorunlu önseçim öngörmüş ise genelde her iki kanun arasındaki fark belirgindir. 1986 yılında ise önseçim zorunluğu kaldırılıp, bütün tasarrufun parti yönetimlerinin keyfiyetine bırakılınca ortaya çıkan sorunlar bugün dahi aşılamamaktadır.  Şurası da unutulmasın ama, 648 sayılı SPK’nın nispi özgürlük seçenekleri bizzat 12 Eylül cuntasının lideri Evren tarafından meydan meydan mahkûm edilmiş bir demokrasi karşıtlığından beslenmiş, günah keçisi olarak, koalisyonlara cevaz veren, seçim sisteminin demokratik anlayışına, siyasi partiler yasasına ve partilerde önseçimle gelen eşitlikçi anlayışı mahkum etmişti. Bunun sonucunda seçim barajını getiren, ön seçimi neredeyse yok eden ve parti kapatmayı kolaylaştıran bugün yürürlükte olan 2820 sayılı SPK’yı ortaya çıkarmıştır.

Bugün neredeyse tümden unutulan bu tartışmalarla 2820 sayılı kanunun büyük yasakçı ruhu böyle oluşmuştur. Bugün iktidar partilerinin sözcüleri tarafından içeriği boşaltılarak kullanılan 82 Anayasasının askeri vesayet anayasası olduğu, darbeci olduğu ve demokrasilere yakışmadığı gerçeğinin en büyük nesnel karşılığı tam da bu SPK’nın yasakçı, yasaklayıcı ve gerek ülke içi gerekse parti iç oligarşinin oluşumuna imkân veren halidir. Cumhur İttifakı partilerinden müteşekkil iktidarın bu temel temsil sancısını, yukarıdan aşağıya otokratik siyasal yapılanmayı telaffuz etmeden, demokrasi üzerindeki bir vesayeti konuşması bir “oksimoron”dur. Eğer 82 Anayasasının vesayetçi ruhunu konuşma gereği duyuyorsak, tam da demokratik, özgürlükçü ve adil bir seçim kanununa yapılan atıfla Türkiye’de siyasetin tıkanan damarları açılmalıdır.

Bugün sağlıklı ve demokratik bir anlayış içinde, günümüz dünyasının çoğulcu ve karmaşık temsil ve hak temelinin getirdiği sorunları aşabilen bir SPK’ya, bunun da parti tüzüklerini açılımcı ve demokratik olmaya sürekli bir biçimde teşvik eden bir anlayışa yerini bırakması için ısrarcı ve takipçi olmak zorundayız.

İşte tam bu nedenden ötürü, Cumhuriyet Halk Partisinin hem kendi tüzüğünü yenileme sözü verdiği bir dönemde, üstelik de AKP’den yeni anayasa çağrıları aldığı bir dönemde, bu Anayasanın cevaz verdiği 2028 sayılı SPK’nın birbiri içine geçmiş yasaklı ve yasaklanan demokrasi dışı vesayetini kaldırma çağrısını acilen yapması gerektiğine inananlardanım. Aynı zamanda hazırlanan yeni demokratik tüzüğün de bu değişim süreç hem kamuoyuna hem de bütün siyasal aktörlerle paylaşılması gerektiğini düşünüyorum.

2.

CHP hem Türkiye Cumhuriyetinin kurucu partisi, hem de çok partili hayatı tesis eden parti ve Türkiye’de demokratik geleneği, uzun yıllardır taşıyan ve sadece 12 Eylül darbesi ile geçici olarak faaliyetleri kesintiye uğramış ülkenin en eski partisidir.  Bu yüzden Genel Başkan Özgür Özel’in kurultay sırasında açıkladığı tüzük değişikliği ve milletvekili seçimlerinde mutlak ön seçim vaadi, İBB başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Mayıs 23 seçimlerinden sonra 27 Temmuz tarihinde Gazete Oksijende yazdığı Değişim makalesindeki değişim dinamiği için birer fırsat olmaktadır.

İmamoğlu burada yerel yapılardan oluşan bir demokrasi anlayışı ve yerel dinamiklerin merkez tarafından bastırılmadığı bir açıklıkta çalışan parti anlayışını öneriyordu:

“Siyasi Partiler Kanunu üzerine yıllardır yoğun tartışmalar olur ama maalesef parti    elitleri örgütlenme modelini değiştirmez. Bugün partiler topluma kapalı, liderin şahsi    tercihlerinin ve etraflarındaki dar çevrelerin etkili olduğu, dışlayıcı yapılara dönüşmüşlerdir. Siyasal partiler küçülmektedir. Başta gençler ve kadınlar, tüm toplumun partilere olan ilgisi günden güne azalmaktadır.”

Bu öneri ve vaat CHP adına bugün hem kendi değişiminin ivmesini hem de diğer partilere ve ülke siyasetine getirilecek bir değişim ümidi olarak ortaya konması gererken kıymetli bir farktır. Seçimlerdeki oy yükselişinin temel nedenlerinden birisi de kendi değişimini yapabilme dinamiğine ve özgüvenine verilen puanlar olarak düşünüldüğünde, iktidarı tutan hantal siyasete de hakiki bir demokratik anayasa vaadi, katılımlı hem günümüzşartlarına uygun hem de ülkeyi açmazdan kurtaracak bir siyaset vaadi anlamına gelecektir.

Burada vatandaşla olan güven ilişkisi içinde, kendi demokrasisinin en geniş temsili ile yaratılacak olan ivme (önseçim ve çevre-taşra örgütlerine kazandırılacak öncelikle ile) ülkede yeniden tesis edilecek olan demokrasinin vaadini bihakkın taşıyacaktır.

Bugün ülkemiz hem birbiri içinden çıkan hem de ayrı yapılar halinde kurulan bir partiler panayırı haline gelmiştir. Bunun en büyük nedeni, Seçim kanunu, SPK ve parti tüzükleri marifetiyle demokrasinin kendi krizlerini aşamayacak bir kapasiteye gerilemesidir.  Böylelikle sürekli kesintiye uğrar denilerek budanan haklar, bugün demokrasinin kesintiye uğramadan akamete uğramasına yol açıyor.

Partilerin önce yüzde 10 sonra yüzde 7 olan baraj engeli çoğulculuğu değil çoğunlukçuluğu getiriyor. Parti kapatılmasının kolaylaştırılmasının yarattığı tahribatları ve aslında bir işe yaramamasını burada söylemeye bile gerek duymuyorum. Ancak burada demokrasiyi ıskat eden başka bir mesele daha var ki onu kimse konuşmaya değer bulmuyor.

Merkez teşkilatına verilen aşırı ve otoriter yetki hem idari anlamda taşra ve çevre örgütlerini fesih, uzaklaştırma ve yerlerine yeni yönetimler atama gibi anti-demokratik tasarrufları olağan hale getiriyor, hem de hazine yardımlarını merkez inhisarında çepere dağıtarak mali hegemonyayı tesis ediyor.

Bu durum ve ön seçim sisteminin tamamen ihtiyari bir şekilde minimum kullanımı, siyasi partilerin hem ülke sorunlarına farklı bakışlarını kendi içlerinde bir demokratik müzakere ile tartışabilme ve siyaseti içerik olarak denetleme ve zenginleştirme imkanını ortadan kaldırıyor, demokratik temsili daha doğmadan kadük hale getiriyor, partilerin kendi iç zenginleriyle daha geniş kesimlere ulaşabilme ve gerçek anlamda birer kitle partileri olma imkanını berhava ediyor.

Bu yüzden çareyi ilk fırsatta daha küçük bir parti kurmaya ayıranların sayısında bir patlama yaşanıyor, ama bunları kuranların da daha geniş katılım vaatlerinin asla karşılığı olmuyor.

Şimdi tam da, CHP’deki tüzük değişikliği tartışmalarını bu siyasal hakikatin üzerinde inşa etmek zorundayız. Burada çok temel bazı meselelerde görüşlerimi söyleyeceğim. Siyasal anlamda karar verme hakkının paylaşımı demokratik bir tüzüğün en temel unsurlarındanhareket ettirici temel gerekçesi olmak durumundadır. Bu mesele bir partinin tüzüğünü aşacak tartışmalara gebedir.

 Bugün dünyada Demokrasilerdeki geleneksel yasama, yürütme, yargı üçlüsündeki temel kuvvetler ayrılığının yetersiz kaldığı, bunlara dördüncü kuvvet olarak siyasal partileri eklemek konusundaki tartışmalar sürerken,  siyasal partilerin merkeziyetçi, hantal yapılar haline dönüşmesi demokrasilerdeki en büyük demokrasi karşıtı tehditlerden birisidir. Siyasal partiler üyelik merkezli, üyeliği caydırıcı bütün engelleri kaldıran, üyelere zorlama performans kriterleri kullanmadan, taşrayı ve yereli merkezin tasarruflarında boğmadan, tartışmasız her heyetin seçiminde önseçimi merkeze alan, ama karalarda sadece partinin değil çeperlerindeki sivil ve siyasi iradenin ve kamuoyunun da değerlendirme sürecine katıldığı bir geniş umudu, taşımak zorundadır. Bu çok önemli, çünkü ünlü siyaset bilimci Schattschneider’in dediği gibi “Aday belirleme sürecinin niteliği, partinin niteliğini tayin eder. Adayları kim seçebiliyorsa, partinin sahibi de odur. Dolayısıyla bu parti içi iktidar dağılımını gözlemlemeye enelverişli noktalardan biridir”.

CHP TÜZÜK KURULTAYINA SOMUT ÖNERİLER

  1. CHP için yeni yüzyılda temel hedef temel değer üyelik olmalıdır, siyasi partiye üyen olmak balı başına bir tercih ve özveridir, üyelerin en geç on beş gün içinde kazanılmış hakları verilmeli ve seçme-seçilme hakkı kazanmalıdır.

Üyeler arasında aktif-pasif üyelik gibi bir değerlendirme hem Anayasal eşitliğe aykırı hem de çağdaş bir parti yapılanmasına uygun değildir. Ayrıca burada değerlendirme kriteri kullanacak gayri demokratik kurullar ve örgütlenmeler partiyi hantallaştıracaktır. Partinin çeşitli katmanlarında görev yapan üyeler ister istemez daha çok çalışacağı ya da çalışıyor izlenimine sahip olacağı için bu kriter doğrudan üyeler arası eşitsizlik yaratacaktır.

Türkiye’de CHP başta olmak üzere tüm siyasal partiler kendi içinde yeni üye ile eski üyeler arasında bir eşitsizlik hattında çalışmaktadır. Aktif üye pasif üye ayrımı kesinlikle getirilmemeli, tam tersine yeni üyelere bazı haklar verilmesi için yönetmeliklerce belirlenen üç aylık temdit süresi kaldırılmalıdır. CHP oy oranlarına uygunluk gösteren bir üyelik yapısına haiz değildir. Tüzükte yeni üyelere fırsat eşitliğini engelleyecek bütün maddeler ve yönetmelikler kaldırılmalıdır.

  • Parti kuruları için geçerli olacak Üçlü Delegasyon yöntemi kaldırılmalı ile ve ilçe bazında yönetim ve delege seçimi doğrudan üyeler arasında yapılmalıdır. Keza yasanın tanıdığı sınılır sayıda merkez yoklaması dışında, bütün milletvekilleri, belediye başkanı ve belediye meclis üyeleri doğrudan üyeler arasında yapılacak ön seçimle belirlenmelidir. Ancak geçişler ve istismarlar olmaması için, parti kurulları ve adaylarını seçecek üyelerin en az beş yıllık parti üyeliği, oy kullanacakları bölgelerde, ikametgâhları ve en az 1 yıllık üyelikleri bulunmalıdır.
  • Milletvekili ve belediye bakan adaylıkları için yüzde 80’i parti üyelerinden önseçim sonuçları alındıktan sonra, tıpkı kent konseyleri modelindeki gibi, partiye yakın sivil toplum kuruluşları, sendikalar, meslek odları ve diğer birliklerden oluşan bir oylama daha yapılmalı sonuçlar parti meclisi tarafından değerlendirilmelidir.
  • Parti içinde merkez ve çevre örgütleri arasındaki dengeyi sağlamak adına Parti Meclisi 81 il bazında 81 kişiye çıkarılmalı ve her ilin yöneticileri farklı listeler için de olsa kendi bölgelerinin adaylarını genel başkan veya genel başkan adaylarını önermelidir. 81 il dengesi parti meclisinde gözetilmelidir. Parti MYK listesi seçimli kurultaylarda doğrudan genel başkan veya genel başkan adayları tarafından önerilmeli ve birlikte seçilmelidir. Karşılıklı öz denetim bakımından PM üyeleri aynı zamanda MYK üyesi olmamalı, MYK üyeleri de parti meclisi üyesi olmamalıdır.
  • Yüksek disiplin kurulu SPK gereği en az yedi kişiden oluşuyor, üye sayısı 14’e çıkmalı bunların sayısı 7’si partili diğer yedisi ise parti dışında uzman hukukçu ve akademisyenden oluşmalıdır.  Böylelikle parti disiplin kurulu veya ihraç kararları nispeten adil ve objektif olabilir.
  • Partilere yapılan hazine yardımının nasıl dağılacağına ve kaynakların nasıl tahsis edileceği çok önemlidir, bu konuya tüzükte yer verilerek, kaynağın yarısı MYK yarısı ise illerin eşit temsil edildiği PM kararıyla belirlenmelidir. Bugün mali kaynağın sadece Genel merkez tarafından dağıtılması parti ile üye tabanı arasında yabancılaşma ve uzaklaşma yaratmaktadır .
  • 2820 nolu  SPK’nın 7’ci maddesi partilere merkeziyetçi bir model sunmaktadır. Bu model genel merkezin örgütü feshetmesi, görevden alması, yeni atamalar yapması gibi gayrı demokratik tasarruflar yumuşatılmalıdır. Bunun mevcut yasa dışındaki tek ihtimali PM kararları alınarak yapılması yönündedir. Feshedilen örgüt yerine atanan örgüte verilen meylin 45 gün olması çok uzundur. 15 gün içinde seçime gidilmeli ve atanmış örgüt başkanı ve yönetiminin keyfiyeti mümkün olan en kısa sürede sona ermelidir.

İskender Özturanlı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.