1.Giriş
Türkiye’nin son kırk yılı, iç güvenlik sorunlarının ve özellikle PKK terörünün gölgesinde şekillenmiştir. Bu süreçte siyasal iktidarlar, çözüm adı altında farklı dönemlerde çeşitli inisiyatifler geliştirmiş, ancak bu çabaların önemli bir kısmı toplumsal uzlaşıdan, kurumsal kapsayıcılıktan ve anayasal düzlemde kalıcı çözümlerden yoksun kalmıştır. Bu bağlamda, son zamanlarda TBMM çatısı altında kurulan “Terörsüz Türkiye Komisyonu” da benzer bir tartışmanın merkezinde yer almaktadır.
Bu makalede, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) söz konusu komisyona katılım süreci ele alınacak; bu bağlamda muhalefetin hem tarihsel hem de güncel duruşu, stratejik açmazları ve yapısal sorunları değerlendirilecektir.
2. CHP ve Terörle Mücadele Yaklaşımı: Tarihsel Arka Plan
CHP’nin terörle mücadele konusundaki temel yaklaşımı, özellikle 1990’lı yıllardan itibaren “sorunun demokratikleşme ve TBMM zemininde çözümü” paradigması etrafında şekillenmiştir. Bu yaklaşım, askeri güvenlik perspektifine karşı sivil siyaset alanını öncelemeyi amaçlarken, çözüm önerilerinin içeriği çoğu zaman somut programlara dönüşmemiştir. Nitekim 2000’li yılların ortasından itibaren yaşanan “Demokratik Açılım”, “Çözüm Süreci” gibi süreçlerde CHP’nin dışarda kalması, bu program eksikliğinin daha görünür hale gelmesine neden olmuştur/olmaya devam etmektedir.
3. Terörsüz Türkiye Komisyonu: Kuruluş, Amaç ve Eleştiriler
TBMM çatısı altında kurulan Terörsüz Türkiye Komisyonu, iktidarın terörle mücadele konusunda yeni bir meşruiyet zeminine sahip olmak ve anayasal değişiklik için siyasi ortamı olgunlaştırmak amacıyla ortaya koyduğu bir girişimdir. Ancak komisyonun yapısı, katılım mekanizmaları ve yetki sınırları, özellikle muhalefet partileri tarafından sorgulanmaktadır.
CHP’nin komisyona katılım kararı, partinin kendi tabanında ve kamuoyunda tartışma yaratmıştır. Zira parti içinde bu katılımın, çözüm üretme iradesinden ziyade, sürece katılmamanın doğuracağı siyasi maliyeti bertaraf etme amacı taşıdığı yönünde bir kanaat oluşmuştur. Başka bir ifadeyle, CHP komisyona katılmaya “mecbur bırakılmıştır”; çünkü katılmadığı takdirde çözüm karşıtı olmakla, katıldığı takdirde ise iktidarın politikasına destek vermekle suçlanma riskiyle karşı karşıyadır.
Yukarıdaki paragraf her şeyi özetliyor aslında. Sonuç alınması bir yana sonuç alınmadığında da sadece katılmadığı için değil, katıldığı için de suçlanacaktır. Çünkü, CHP’nin mevcut durumda, yıllardır seslendirdiği “Bu konu TBMM’de çözülür” dışında siyasi/felsefi dayanakları olan bir argümanı yoktur. Ayrıca ciddi bir hazırlığı da söz konusu değildir.
4. Muhalefet Açısından Stratejik Açmaz: Program ve Örgütlenme Eksikliği
CHP’nin bu noktada temel açmazı, uzun süredir dile getirdiği “Bu mesele Meclis’te çözülmelidir” ilkesine rağmen, bu çözümü destekleyecek siyasi, ideolojik ve örgütsel hazırlığı kurumsallaştıramamış olmasıdır. Programatik bir çerçeve olmadan sürece katılım, partinin yalnızca konjonktürel reflekslerle hareket ettiğini ve uzun vadeli stratejik bir vizyonunun bulunmadığını ortaya koymaktadır.
Bu durum, parti içinde kurumsal bir öğrenme mekanizmasının eksikliğini, entelektüel hazırlığın yetersizliğini ve kamuoyuyla etkili bir iletişim stratejisinin kurulamadığını göstermektedir. Siyasal partiler açısından böylesi yapısal zaaflar, yalnızca mevcut kriz anlarında değil, uzun vadeli meşruiyet inşasında da ciddi sorunlar yaratmaktadır.
5. Anayasa ve Siyasi Mühendislik Riski
Komisyonun bir başka amacı, iktidarın anayasal değişiklik planlarına zemin hazırlamaktır. Bu değişiklik, kamuoyunda “terörle mücadele adı altında” sunulacak olsa da gerçekte yürütmenin yetkilerini tahkim edecek düzenlemelere dönüşme riskini taşımaktadır. Dolayısıyla, muhalefetin bu sürece hazırlıksız biçimde katılımı, yalnızca güncel bir karar değil, yapısal sonuçlar doğuracak bir tercihtir.
CHP’nin komisyona katılma gerekçesi olarak gösterdiği “sürece müdahil olma” refleksi, siyasi sonuçlar doğurabilecek anayasal değişim dinamiklerinin arka planını yeterince hesaba katmamaktadır.
6. Gerçekliğe Dayalı Siyaset mi, Siyasallaştırılmış Gerçeklik mi?
CHP’nin “Terörsüz Türkiye Komisyonu”na katılımı, mevcut siyasal sistemde muhalefetin içine düştüğü yapısal açmazın tipik bir örneğini sunmaktadır. Katılım da katılmama da siyasi maliyet üretmektedir. Ancak bu maliyetin kaynağı, kararın kendisi değil, kararın arkasında yer alan hazırlık eksikliği, strateji yoksunluğu ve programatik zemin eksikliğidir.
Siyasal kararların kısa vadeli gelişmelere göre değil, uzun vadeli felsefi ve kurumsal ilkeler çerçevesinde alınması; yalnızca iktidarın değil, muhalefetin de meşruiyetini ve gücünü belirleyen temel unsurdur. Aksi halde siyaset, “Gerçekliğin Siyaseti” yerine “Siyasallaştırılmış Bir Gerçeklik Üretme” çabasına dönüşür.
CHP’nin mevcut durumda karşı karşıya olduğu sınav, yalnızca terörle mücadele politikasıyla değil, bütüncül bir siyasal yönetişim anlayışıyla ilgilidir. Bu sınavdan başarıyla geçebilmenin yolu, örgütsel derinlik, programatik hazırlık ve stratejik netlikten geçmektedir.
7. Türkiye’de Komisyon Mekanizmalarının Tarihsel İşlevi: Meşruiyet Aracı mı, Çözüm Platformu mu?
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan geçici veya daimi komisyonlar, Anayasa’nın 98. ve TBMM İçtüzüğü’nün 104-105. maddeleri çerçevesinde düzenlenmektedir. Ancak bu komisyonlar, çoğu zaman etkin bir denetim veya çözüm aracı olmaktan ziyade, siyasi iradenin kamuoyu baskısını yönlendirmek ve meşruiyet üretmek için başvurduğu araçlara dönüşmüştür.
Örneğin, 2013 yılında kurulan “Çözüm Süreci İzleme Heyeti” ya da 2015 sonrası kurulan “15 Temmuz Darbe Girişimi Komisyonu”, teknik olarak önemli gündemleri ele almış olsa da sonuç raporlarının ya hiç yayımlanmamış olması ya da siyasi denge kaygısıyla zayıflatılması nedeniyle kamuoyunda güven tesis edememiştir.
Bu açıdan bakıldığında, “Terörsüz Türkiye Komisyonu” da benzer bir kaderi paylaşma riski altındadır. CHP’nin bu yapıya katılımı, bir çözüm üretmekten çok, bu yapının meşruiyetine katkı sunmakla sınırlı kalabilir.
8. Siyasal Muhalefetin Stratejik Açmazı: CHP’nin Konjonktürel Refleksleri
CHP’nin, son on yıl içerisinde kritik eşiklerde konumlanış biçimi incelendiğinde, partinin uzun vadeli stratejik yönelimler yerine, kısa vadeli siyasal tepkilere göre şekillenen bir pozisyon aldığı görülmektedir. Bu bağlamda özellikle şu örnekler dikkat çekicidir:
- 2010 Referandumu sürecinde “yetmez ama evet” cephesine karşı tavır alırken, kapsamlı bir anayasa taslağı sunamaması,
- 2015-2016 yıllarında güvenlikçi politikaların yükseldiği ortamda, Kürt sorununa ilişkin net politik tutumun geliştirilememesi,
- 2019 Yerel Seçimleri sonrası elde edilen yerel başarıların, merkezi politikaya taşınamaması,
partinin yapısal reformlar ve demokratikleşme vizyonu konusunda hala hazırlıksız olduğuna işaret etmektedir. Bu durum, parti tabanında ve genç seçmen kitlesinde “reaktif siyaset” algısının güçlenmesine neden olmaktadır. Komisyon kurulumu için öne sürülen nitelikli çoğunluk talebi de reaktif siyaset anlayışıyla komisyona müdahil olunacağının çok açık bir göstergesidir.
9. Anayasal Dönüşüm Aracı Olarak Güvenlik Siyaseti
Son yıllarda Türkiye’de “güvenlik” kavramı, yalnızca iç ve dış tehditleri değil, siyasal iktidarın yeniden yapılanma stratejilerini de kapsamaktadır. Hukuki literatürde bu tür yönetim anlayışı, “güvenlik devleti” (securitized state) kavramıyla açıklanır. Bu yaklaşımda, olağanüstü güvenlik tehditleri gerekçesiyle olağan siyasal süreçler askıya alınabilir, anayasal normlar esnetilebilir ve muhalefet daraltılabilir.
Terörsüz Türkiye Komisyonu’nun da bir “anayasa değişikliği eşiği” yaratma amacıyla oluşturulmuş olabileceği şüphesi, bu bağlamda önemlidir. Nitekim, siyasal iktidar, benzer süreçlerde güvenlik temelli anayasa revizyonlarına başvurmuş ve kamuoyunda “ulusal birlik” söylemiyle destek aramıştır. Bu senaryoda muhalefetin komisyona katılımı, anayasal meşruiyet üretiminde kullanılabilecek bir “rıza” görüntüsü üretmektedir.
10. Gerçeğin Siyaseti: Kavramsal Bir Yaklaşım
“Siyasetin Gerçeği değil, Gerçeğin Siyaseti” ifadesi, aslında post-truth çağında siyaset teorisinin en tartışmalı kavramlarından birine atıf yapmaktadır. Siyasetin Gerçeği, mevcut iktidar ilişkilerinin tanımladığı ve yönlendirdiği bir gerçeklik algısına işaret ederken; Gerçeğin Siyaseti, hakikat temelli toplumsal bir yapı inşa etmeyi amaçlar.
CHP’nin bu bağlamda yapması gereken, güncel siyasal gelişmeleri yalnızca “reaksiyonel” şekilde takip etmek değil, toplumun gerçek sorunlarını teşhis eden, veri temelli ve etik ilkelere dayanan bir siyasal yapı inşa etmektir. Aksi halde hem iktidarın hamlelerine mahkûm kalır hem de katıldığı süreçlerin sorumluluğuna ortak olur.
Özetlemek Gerekirse;
Tarihi Anlar Sessizlik Kaldırmaz
CHP için “Terörsüz Türkiye Komisyonu”na katılım bir sınavdan çok, bir fırsat da olabilirdi. Ancak bu fırsat, yalnızca temsiliyetle değil; içerikle, öneriyle ve siyasal ağırlıkla değer kazanabilir. Temsiliyetin olduğu ama sözün olmadığı her mecrada muhalefet görünür olur ama etkili olamaz.
Türkiye, anayasal rejimin yeniden şekillendiği; toplumsal meşruiyetin yeniden tarif edildiği ve siyasal hakikatlerin yeniden üretildiği bir eşiğe doğru ilerliyor. Bu eşiği aşacak olan iktidar değil, hazırlıklı bir muhalefettir. Şayet bu hazırlık yapılmazsa, katıldığınız süreçler de karşı çıktığınız politikalar da aynı sonuca varır: Siyasi etkisizlik.
“Siyasetin Gerçeği değil, Gerçeğin Siyaseti” kavramı; bugün yalnızca CHP’nin değil, tüm siyasal muhalefetin hayati ve hakiki bir pusulası olma niteliğindedir. Günlük siyasetin baskın/şok dalgaları arasında yol alırken, gerçek sorunlara dayalı, veri temelli ve ilkeli siyaset üretmek artık bir tercihten öte zorunluluktur.
Bu bağlamda CHP’nin ihtiyacı olan şey, yalnızca komisyonlara katılmak ya da katılmamak üzerine tartışmak değil; katıldığı her platformda kendi alternatifini, çözüm perspektifini, anayasal modelini ve siyasetini ortaya koyacak hazırlık düzeyine erişmektir.
CHP’nin örgütlü kadroları ve politik kadroları arasında hâlâ çözüm süreçlerine dair ortak bir kavramsal çerçeve bulunmamaktadır. Bu da partinin reflekslerini daima “tepki veren” bir konuma hapsetmekte ve “inşa eden” bir pozisyona geçmesini engellemektedir.
Komisyonlar ve Meşruiyet Üretimi: Tarihten Dersler
Türkiye’de geçmişte kurulan benzer nitelikteki meclis komisyonları, çoğunlukla çözüm üretmekten çok, iktidarın siyasal yönelimine kamusal rıza üretmek amacıyla çalışmıştır. 2013 yılında kurulan “Çözüm Süreci İzleme Heyeti”, 2016’daki “15 Temmuz Darbesini Araştırma Komisyonu” gibi örneklerde, sonuç raporlarının kamuoyuyla paylaşılmaması ya da etkisiz kalması bu savı güçlendirmektedir. Terörsüz Türkiye Komisyonu da benzer bir kaderle karşı karşıya görünmektedir. Komisyonun hedefleri arasında yer alan anayasal değişiklik zemini oluşturma amacı, esasen bir güvenlik başlığı üzerinden yeni bir siyasal yapı inşa etme çabası olarak okunabilir. Bu durumda muhalefetin komisyonda bulunması, çözüm üretmekten çok iktidarın manevrasına meşruiyet kazandırma riski taşımaktadır.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin “Terörsüz Türkiye Komisyonu” sürecindeki tavrı, Türkiye siyasetinde muhalefetin karşı karşıya olduğu daha geniş bir yapısal sorunun parçasıdır. Siyasal reflekslerin stratejik vizyonun yerini aldığı bir dönemde, partiler için komisyonlara katılım gibi kararlar, sadece teknik değil, aynı zamanda tarihsel ve ideolojik sonuçlar doğurur.
Öneriler:
Komisyona katıldıysanız; korkmadan/çekinmeden evrensel değerler üzerinden gereklerini yerine getirmelisiniz. “Menemen bile yapmam” diyerek, gelmekte olanı durduramazsınız. Çünkü, sonucun geleceği yeri biliyorken; gerçekleşme anında yokum demek, yüz yıllık bir partinin davranış şekli olamaz. “Dağ ne kadar yüksekse de yol onun üstünden aşar.” şiarı ile yolun zorluklarına karşı gelinerek; ilerlenmelidir. Çünkü siyasal mücadele yalnızca komisyonla sınırlı değildir. Hayatın bütün alanları siyasaldır ve toplumsal uzlaşılar kapsadığı evrensel değerler üzerinden yaşam bulurlar. Siz hazırsanız, önce hazır olanlar sonra da sizin hazırlayacaklarınız yanınıza gelir. Siyasetin yeteneği ve parti davranışı bunu gerektirir.
- CHP, öncelikle terör, güvenlik ve demokratikleşme alanlarında kendi programatik çerçevesini oluşturarak kamuoyuna sunmalıdır.
- Katıldığı komisyonlarda yalnızca katılım değil, yönlendirme iddiasında bulunmalıdır.
- Anayasa değişikliği süreçlerine karşı, alternatif anayasa taslakları hazırlamalı ve tartışma üretmelidir.
- “Gerçeğin Siyaseti” yaklaşımına uygun şekilde, veri temelli ve toplumun tüm kesimlerine hitap eden siyasal iletişim kanalları inşa etmelidir.
- Parti örgütünün günümüz ihtiyaçlarına yanıt verebilecek şekilde inşa edilmesi olmazsa olmaz bir vazgeçilmez olarak, ele alınmalıdır.
Bunlar olmadan, yapılan ya da yapılmayan her hamle, siyasetin değil siyasal mimarinin bir parçası olarak algılanacak ve muhalefeti pasifleştirecektir. Pasif ve etkisiz bir muhalefetin de Türkiye’nin geleceğinde herhangi bir rolü olamaz.
* Uğur Tunçay, Siyaset Bilimci/Yazar
Tebrikler, önemli noktalara dikkati çekmiş Uğur Bey..🙋