Mülkiyet kavramının tanımlanmasında merkezi yönetim, mahalli idare, kooperatifler ve geniş katılımlı ve ana ortaksız anonim şirketlerle değişen ölçülerde kamuculuk denenebilir.
Günümüzde hem küresel iktisadi gelişmelerden ötürü hem de Türkiye’nin içerisinde bulunduğu iktisadi buhrandan dolayı kamucu ekonomi politikalarına ihtiyaç artmaktadır.
Türkiye’de artan yoksullukla mücadele; yerel yönetimle merkezi yönetimin eşgüdüm içerisinde çalışacağı ve doğrudan kamu kaynaklarının kullanımını gerektiren acil bir önceliktir.
Bu politikalar doğrudan mali ve ayni yardımla veya Halk Ekmek ile Halk Süt uygulamalarında olduğu gibi maliyetlerde devlet desteğinin bulunduğu biçimde kamu üretimiyle gerçekleştirilebilir. Tarım ve hayvancılık gibi alanlarda bu şekilde mülkiyet ve üretim daha tabana yayılabilir.
Yine sosyal etkileri olan KYK ve GSS borçlarıyla doğrudan üretimi etkileyen esnaf, KOBİ ve tarım kredilerinin yapılandırılması ve silinmesinde de benzer doğrultuda yol izlenebilir.
Üçüncü olarak kamu-özel iş birliği çerçevesinde devletin yükümlülükle taraf olduğu projeler bulunmaktadır. Bu şekilde ihale edilmiş projelerin yeniden müzakere edilmeleri ve toplumsal fayda sağlaması halinde devletleştirilmeleri mümkündür. Hazine’nin kredi garanti sağladığı projelerde de benzer ilkeler doğrultusunda aynı yol izlenebilir.
Mevcut halde Hazine, Milli Emlak, TSK Güçlendirme Vakfı ve Türkiye Varlık Fonu mülkiyetinde bulunan varlıklarla iktisadi buhran neticesinde kamu bankalarına kalacak özel teşebbüslerin yapılandırılması, gerekirse birleştirilmesi ve hatta ilgili sektörün yeniden devlet tekeli haline getirilmesi mümkündür. Savunma sanayinin ulusal güvenliğe doğrudan etkisi nedeniyle, haberleşme sektörü TVF üzerinden yapılan satın almalar nedeniyle ve enerji dağıtım kurumları da bozuk bilanço yapıları nedeniyle gerekli maliyet hesapları yapılması ve toplumsal fayda önceliklerinin bulunması halinde devlet tekeline dönüştürülebilir.
Beşinci olarak ideolojik tercihler neticesinde; eğitim, sağlık ve çocuk-yaşlı bakımı gibi sektörlerde kamu tekeli veya kamu baskınlığı tercih edilebilir. Bu şekilde orta ve dar gelirli grubun üst grupla açılan tasarruf farkı dengelenebilir ve fırsat eşitliği güçlendirilebilir.
Devlet mülkiyetine ek olarak, özel sektöre kısmen veya tümden bırakılan alanlarda, düzenleme ve denetimlerin artırılması veya sosyal faydanın da dikkate alınması sağlanabilir. Küçük yatırımcıları koruma amaçlı bağımsız yönetim kurulu üyelerine benzer biçimde; çalışan haklarını ve çevre hassasiyetlerini içeren daha geniş yönetim yapıları oluşturulabilir. Vergi ve teşvikler ile kamu bankalarının kredi politikaları bu tip sosyal hedeflerin başarı durumuna göre ayarlanabilir.
Planlamanın etkin hale getirilmesiyle, belirli büyüklüğü aşan ve döviz açığı yaratabilecek projeler ilgili devlet teşkilatının onayına sunulabilir. Merkezi yönetim ve mahalli idare yatırımları da doğrudan devlete ait kalkınma bankaları ve kamu bankaları ile finanse edilerek özel bankacılık sisteminin devlet yönetimine etkileri sınırlanabilir.
Özetle, mevcut iç ve dış koşullar devletin daha etkin olduğu, bunu planlama, maliye, finansman, mülkiyet, düzenleme ve denetimle gerçekleştirebileceği bir geleceği işaret etmektedir. Önceki dönemlerdeki hataların yaşanmaması için verimlilik analizleri, finansman imkânları ve sosyal adalete tesirleri dikkate alınmalıdır. Küresel sermayenin üstünlüğü ve Türkiye’nin yüksek dış borçluluğundan ötürü; bu değişimlerin yurt içi ve dışındaki iletişimi özenle gerçekleştirilmeli ve süreçler aşamalı götürülmelidir.
Murat Kubilay, Uluslararası Finans Uzmanı
* Burada belirtilen tespit ve öneriler, yazarın, Toplumcu Düşünce Enstitüsü tarafından 15.4.2022 tarihinde ODTÜ Vakfı Tesisleri-İstanbul’da “Kamuculuk ve Geleceğe Dönüş” başlığı ile düzenlenen Yuvarlak Masa Toplantısında belirttiği görüşlerinin ana başlıklar olarak düzenlediği bir özetidir.