Tarım, yaşam biçimi kültürüdür. İngiltere’de tarım ‘agriculture’ diye adlandırılır.
‘Agri’ yaşam biçimi, ‘culture’ kültürdür, yani ‘agriculture’ yaşam biçimi kültürü anlamına gelmektedir. Yaşam biçiminin iyi veya kötü olması tarım politikaları ile doğrudan ilgilidir. Yaşam biçimimiz malumunuz; karnımız doyuyor, ama beslenemiyoruz. Yediklerimiz hasta edecek mi, kaygısını hep taşıyoruz. Kıtlık endişesi ile yatıyor, açlık korkusu ile kalkıyoruz. Osman Nuri Koçtürk*, Açlık Korkusu kitabında,
“Açlık gerçekten de korkulması gereken bir durumdur. Açlık çekenler ile açlığı yakından tanıyanlar bunu gayet iyi bilirler. Hayvanlar aç kalınca yavrularını yemekte, insanlar hayvanlaşıp, hayvan gibi davranmaktadırlar. Türkçemizde halk diliyle ‘Açlık sofuluğu bozar’, ‘Aç köpek fırın deler’ gibi sözcüklerle ifade edilmeye çalışılmış olan, aç yaratığın davranış bozuklukları, tarihlerde insan toplulukları üzerinde de izlenmiştir. İnsanlar aç kalınca yaşadıkları toprakları, köylerini, analarını, babalarını, kanlarını ve çocuklarını geride bırakarak başka ülkelere göç edebilmektedirler” diyor.
Ne dersek diyelim ne yaparsak yapalım, AKP hükümetin yanlış tarım politikalarındaki ısrarı nedeniyle açlık ve kıtlık yayılıyor. Bunun ana nedenlerinden biri olarak endüstriyel tarım işaret ediliyor. Endüstriyel tarım ve gıda zinciri her yıl dünyada 75 milyar ton yüzey toprağının ve 7,5 milyon hektar ormanın yok olmasına neden oluyor. Bu alanda, 70 yıldır büyük teşvikler uygulanmasına rağmen, sadece, en azından3.9 milyar insanın aç kalmasına ya da yetersiz beslenmesine engel olmuyor, tersine bunu arttırıyor.
Açlık ve kıtlık korkusuna eklenen bir başka durum var. Bu da, doğanın artık mevcut sistemin kendisine karşı açtığı savaşa kayıtsız kalmaması hali. Kapitalist sistemin gezegene yüklediği yükü sırtlayacak takati kalmadı. Bu nedenle insanları sırtında taşımak istemiyor artık. Doğa, mevcut sistemi sırtında yük, ciğerlerine yerleşmiş iflah olmaz ur olarak görüyor. Kurtulmak, “efendisiz” yaşamak, eşitlenmek istiyor. Uyarılarını defalarca hem de elli yılda, yüz senede bir değil sıklıkla yapıyor. Yakın geçmişe bakalım. Neydi doğanın bize uyarıları?
1- 1996: Deli dana hastalığı,
2- 2003: SARS-Ağır akut solunum yolu yetersizliği,
3- 2005-2008:Kuş gribi
4- 2009: Domuz gribi,
5- 2012: MERS; Ortadoğu solunum sendromu Coronavirüs,
6- 2014-2016: Ebola virüsü (viral kanamalı ateş)
Ayrıca iklim değişikliğinden kaynaklanan göçlerin artışına ve buna bağlı olarak çatışmaların da artışına tanık oluyoruz. Endüstriyel tarım nedeniyle kene çoğaldı. Zeytin ağaçlarının kurutan zeytin cüzamı bir başka koldan yürümekte. Kısacası, sistemden kaynaklanan insan yitimleri yaşanırken, insanların beslenmesi için gerekli ürün sağlayıcı bitkiler ve hayvanlar da insanlar gibi hastalanıyor ve yaşamını kaybediyor. Kendimiz gibi beslenme kaynaklarımız olan bitkiler ve hayvanlar da risk altında.
Çekirgeler
Bitkiler çekirge saldırısı tehdidiyle karşı karşıya; çekirge saldırısı yaşayan ülkelerin halkları gıda konusunda kaygılı. Coronavirüs bulaşıcı. Çekirge saldırısı yok edici; silip süpürücü.
Kaygılanmalı mıyız? Evet, kaygılanmalıyız. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Güngör Özden, “Çekirge sürüsü milyarlarca çekirgeden oluşuyor. Günde 150-170 km ilerleyebilir. Bir çekirge sürüsü, bir günde 40 bin kişiye yetecek gıdayı tüketebiliyor” diyor. Tehlikenin boyutu bu.
Çekirgeler niçin saldırıyor?
Doğal hayatın kendi ahengi içinde, Çekirgelerin doğada bıraktığı yumurtalarının bir kısmını meradaki hayvanlar toynakları ile çiğneyip, onların normalden fazla üremelerini engelliyor(du). Özgür gezen evcil kanatlılar, çekirgeleri avlayarak doğada olması gereken sayıda kalmasına katkı koyuyor(du). Ayrıca çekirgelerin doğadaki doğal avcıları onları yakalıyor ve tüketiyor(du). Endüstriyel hayvancılık sığırları ahırlara, koyunları ağıllara, kanatlıları kümeslere kapattı. Hayvanların doğayla bağlarını kopardı; doğadaki bu işlevlerinden alıkoydu. Çekirgelerin doğal avcılarını da, tarımda kullanılan kimyasallar öldürdü, azalttı. Çekirge sayısı bu nedenlerden arttı. Endüstriyel tarım ve çokuluslu şirketlerin neden olduğu diğer olumsuzluklar ayrıca küresel iklim krizini besledi. İklim krizi ve sayılan diğer nedenlerden artan çekirgeler, sürü güdüsüyle beslenme zorunluluğundan oradan oraya göçe başladılar. Gittikleri yerlerdeki ürünleri silip süpürüyorlar.
Zeytin Cüzamı
Dünyada, Coronavirüs salgınından insanlar tehdit altındayken, Avrupa’da da zeytin ağaçları Xylellafastidiosa isimli bakteri nedeniyle risk altında. Bakteri, İtalya’da şu ana kadar bir milyon zeytin ağacını öldürmüş durumda. Önlem alınmaması halinde Yunanistan ve İspanya’ya da yayılma tehlikesi var. Oradan da Türkiye’ye gelmesi bekleniyor.
Doğanın uyarıları olan virüs ve bakterilerin sebebi nedir? Birleşmiş Milletler Çevre Programı, hayvandan insana geçen hastalık artışının 5 temel sebebi olduğunu açıkladı:
1- Ormansızlaşma ve diğer arazi kullanım değişiklikleri,
2- Yasadışı ve denetimsiz yaban hayatı ticareti,
3- Antibiyotik direnci,
4- İklim değişikliği,
5- Ve yoğun enerjiye dayalı tarım, yani endüstriyel tarım!
Sırayla bakarsak:
1- Ormansızlaşma niye yapılıyor? En çok şirketler endüstriyel tarım yapmak için yağmalıyor. Enerji, maden ve inşaat şirketleri de rant için ormanı yok ediyor. Patojenlerin bu nedenlerden ortaya çıktığını uzmanlar ve bilim insanları söylüyor.
2- Yaban hayvan ticareti ile yapılan katliam; sistem doğaya karşı vahşetlerine bir de,- yasa içi-dışı gibi etik olmayan- kılıflar uyduruyor.
3- Endüstriyel hayvancılıkta, Hayvanlar içeriye bitişik nizam kapatılıyor. Olabildiğince az hareket etmelerine izin veriliyor. Hastalıklara karşı mukavemeti bu yolla azalan hayvanlar kolayca hastalıklara yakalanıyorlar. Hayvan hastalıklarına karşı ve yüksek verim versinler diye de yoğun antibiyotik kullanılıyor. Bu antibiyotikler hayvansal ürünlerle birlikte insana geçiyor.
4- İklim Değişikliği: Endüstriyel tarımla birlikte gıda işleme ve serbest piyasanın dağıtım sistemi iklim değişikliğinin % 47-54 sebebi durumunda. İklim değişikliği hayvan hareketliliğine ve hayvanların göç etmelerine neden oluyor. Yaban hayat ile insan mesafesi bir de bu yolla yakınlaşıyor.
5- Endüstriyel Tarım; Her yıl dünyada 75 milyar ton yüzey toprağının ve 7,5 milyon hektar ormanın yok olmasına neden oluyor. Son yetmiş yıldır, 70 yıldır büyük ekonomik teşvik ve siyasi destekler sağlanmasına rağmen, en az 3.9 milyar insanın aç kalmasına ya da yetersiz beslenmesini önleyemedi. Endüstriyel tarım sistemi ile insanlar karnını doyuruyor, fakat besleyemiyor. Beslenmeyen insanların bağışıklık sistemleri çöküyor. Ürünlerin üzerindeki zehir (ilaç) kalıntılar ayrıca insanların bağışıklık sistemini bozuyor. Üstelik açlık oranı her geçen yıl artıyor da.
Bu beş ana etmen, doğanın döngüsüne insanların soktuğu çomak oluyor. En son olarak Covid-19 virüsüne bu etmenlerin bizi hazırladığına inanan araştırmacılar var. Doğa bu yükü taşıyamadığından bizi, sürekli uyarıyor. Doğa ve doğa dostu duyarlı kesim ve örgütler, sermayenin bu tahribatına karşı “gezegen demokrasisi” öneriyor. Sermaye doğanın efendisi ve “efesi” olsun istenmiyor! Doğa bu anlamda, sisteme karşı mücadelede her zaman ekolojistlerden, Bilge Köylü çiftçilikten yana. Doğada yaşanan felaketlerin sıklığının ve tahribatın büyüklüğünün, mevcut kapitalist sistem kaynaklı olduğunu kör gözüm parmağına misali görünür kılıyor.
Ancak uygulanan endüstriyel tarım sistemi ve endüstriyel gıda zincirinin tahribatı, akıl almaz olumsuzlukları kartopu misali büyüterek ilerliyor. Mevcut endüstriyel tarım sistemi akıllara zarar bir rotada ilerliyor. Onarılamaz doğa tahribatının yanı sıra toplum için ekonomik olarak da getirisi olmayan; şirketlerin kazancına kazanç katıyor. Yoksulları daha fazla yoksullaştırıyor.
Bu konuda bağımsız bir izleme kuruluşu olan Etc.Group’un ‘Bizi Kim Besleyecek/WhoWill Feed Us’ başlıklı raporundaki veriler önemli. Şöyle ki: ‘Köylü gıda ağı’ dünya nüfusunun %70’inden fazlasını beslerken tarım arazilerinin %25’inden daha azını, tarım için harcanan suyun %20’sinden daha azını ve fosil yakıtların yaklaşık %10’unu kullanıyor. Endüstriyel gıda zinciri ise dünya nüfusunun %30’undan azına yiyecek sağlamasına karşın, tarım arazilerinin %75’ini, tarımsal suyun en az %80’ini ve fosil yakıtların yaklaşık %90’ını kullanıyor. Tüketicilerin endüstriyel zincirdeki ürünlere ödedikleri her 1 dolara karşılık toplum, zincirin yarattığı sağlık ve çevre zararları için 2 dolar daha ödüyor. Zincirin doğrudan ve dolaylı maliyetleri, dünya hükümetlerin yıllık askeri harcamalarının 5 katına karşılık geliyor.'[1]
Küresel bela
Evet, virüs ve bakteriler kapitalist sistemden kaynaklanan küresel bir tehlike. (Ekonominin biyolojiye bağlı olduğunu niye unuttuk, sorusunu buraya ekleyelim). Çekirge saldırısı, zeytin cüzamı ve kene olayları, küresel şirketler yanlısı tarım politikalarının başımıza sardığı püsküllü küresel bir bela.
Evet, bütün musibetlerin kaynağı finansal sermayeye dayalı dünya kapitalist sistemi, yani küresel şirketlerin mutlak egemenliğini hedefleyen üretim ilişkileri ağı. Öyleyse kaynağa yönelmek, olumsuz sonuçlara neden olan asıl membaı kurutmak, değiştirmek gerçekçi tek çözüm olacaktır. Bugün Coronavirüs musibeti, tarımda endüstriyel tarımı, kapitalist küreselleşmeyi, yani sistemi yeniden tartışılır bir zemine taşıdı. Mevcut tarımsal üretim tarzının değiştirilmesi için, talepleri yükseltmek için fırsat sunuyor. Bu musibetten ders çıkarılmalı. Büyümeyi (büyüme derken, şirketlerin kazancının artmasından söz edildiğini aklımızda tutalım) değil, insanların parçası olduğu ekolojiyi önceleyen politikaları esas alarak, insanları mutlu ve sağlıklı kılalım. Neoliberal salgından kurtulalım.
Bugün Covid-19 bizi evlerimize kapattı. Kuş Gribi evlerimizdeki tavuklarımızın itlaf edilmesine neden oldu. Deli Dana hastalığı delirtti. Çekirge saldırıları küresel şirket misali gıdamızı talan etti. Zeytin Cüzamı, Akdeniz’in zeytin ve taş çekirdekli meyveleri için yıkıma devam ediyor. İklim krizinin neden olduğu sel ve fırtınalar çiftçilerin emeğini kâh önüne kattı, sildi süpürdü, kâh damla yağmurunu esirgeyerek, toprağı kavurdu aç bıraktı. Diğer birçok virüs ve bakteri bizi ölümcül hastalıklarla karşı karşıya bıraktı, bırakıyor.
-Namuslu- bilim insanları yaptıkları araştırmalar ve ortaya çıkardıkları bilimsel verilerle sürekli uyardı. Uyarmaya devam ediyor. İklim krizlerinin neden olduğu kuraklık, göç ve hastalık gibi tehlikeleri dünyayı yönetenler yıllardır yok saydı; görmemezlikten gelmeyi yeğledi. Sadece küresel şirketlerin kasalarını ve kendi keselerini düşündüler. Yönetenleri küresel şirketler yönetti, yönlendirdi. Çoğumuz bugünü görmedi, ayırdına varamadı. Yarına dair de öngörümüz yok. Böyle yaşamaya devam edersek evlere kapanmak da bizi kurtarmayacak.
Bize yaşatılan bütün bu melanetler, ekolojide, ekonomide, tarım ve gıdada başka bir sistemi yaşama geçirmemiz için sarsıyor, silkeliyor bizi. Küresel şirket yıkımına karşı yerelleşmeyi, doğayla dost bir tarım ve gıda modeli ile ekolojide onarıcı dönüşüm yapmamız için bize bir fırsat sunuyor. Aksi durumda kıtlık ve açlık kapıda değil, eşikten içeri adımını atmış durumda.
Dün söylemediğimizi, yapmadıklarımızı bugün söylemek ve yapmak için henüz zamanımız var. Değerlendirelim. Bu sefer şansımız yüksek; çünkü doğa bizden yana, bizimle aynı safta mücadele veriyor!
[1]https://www.etcgroup.org/sites/www.etcgroup.org/files/files/etc-whowillfeedus-english-webshare.pdfçev: DilaAltındiş* GYY’nin notu: Osman Nuri Koçtürk Türkiye’nin gıda bağımsızlığı konusunda çalışmış, eserler vermiş önemli bir bilim insanı ve araştırmacıdır. Koçtürk’ün, konuyla ilgili ikibine yakın makalesi, aralarında “ Gıda emperyalizmi” ve yazarın da atıfta bulunduğu “Açlık Korkusu” gibi çok önemli olan 63 adet kitabı, sayısız konferansları mevcut. Kendisi, Türkiye’de insanları beslenme konusunda bilinçlendirmek için müthiş bir mücadele vermiştir.
Abdullah Aysu
Yazınız çok aydınlatıcı , müthiş .
Elinize sağlık . Doyuyorlar ama beslenemiyorlar Dan çıkararak siz Tarım bakanı olsanız gerçekçi politikalarınız nasıl olur .
Mehmet K