Türkiye’de on yıllardır süregelen, köyden kente ve küçük kentlerden büyük kentlere kitlesel göç hareketleri ve bu sürecin etkin yönetilememesi kentlerin plansız ve düzensiz büyümesi sonucunu doğurmuştur.
70 sene önce nüfusumuzun yaklaşık %25’i kentlerde yaşarken; bugün bu oran %80’ler civarındadır.
Plansız büyüyen kentlerde barınma ihtiyacı, teknik kontrol süreçleri işletilmeden inşa edilen ve normlara uymayan yapılarla karşılanmaya çalışılmıştır. Bunun sonucunda da gecekondu bölgeleri ve kentsel çöküntü alanları ortaya çıkmıştır. Bu alanlar müreffeh bir kent yaşamında bulunması gereken altyapısal, ekonomik, sosyal ve kültürel öğeleri barındırmadığı gibi, olası doğal afetler ve özellikle de deprem durumlarında kitlesel can kayıplarına yol açacak riskli bölgelerdir. Can kayıplarına büyük çaplı maddi hasar ve ülkeyi derinden etkileyecek ekonomik krizlerin eşlik edeceği aşikardır.
Bu vahim tablo çarpık kentleşme ve riskli bölgelerle ilgili kentsel dönüşüm çalışmaları yürütme zorunluluğu doğurmaktadır. Fakat bugüne kadar uygulanan kentsel dönüşüm çalışmaları ilave rantı veyahut daha önceden kullanılmamış olan imar hakkını kullanmak suretiyle tekil bina veyahut ada bazında yenileme faaliyetleri olarak gerçekleşmiştir. Bu faaliyetlerin doğal sonucu ise halihazırda oldukça yüksek bir nüfus yoğunluğu ve buna bağlı altyapı, trafik, çevre kirliliği gibi sorunlarla boğuşan kentlerimizde nüfus yoğunluğunun bölgesel olarak daha da artması olmuştur.
Oysa ki kentsel dönüşüm tüm ülke çapında ele alınması gereken, parsel veya ada bazında değil; ilçe ve hatta il bazında planlanması şart olan bir olgudur. Keza, kentsel dönüşüm yalnızca binaların yenilenmesi kapsamında ele alınmamalı, dönüşüme uğrayacak bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel yapısı da göz önünde bulundurulmalıdır. Bütün bu dönüşüm uygulamaları kentlerin nüfus yoğunluğu daha da arttırılmadan gerçekleştirilmelidir.
İşte tam bu noktada siyasi irade devreye girmektedir. Ülkeyi yöneten merkezi hükümet ve yerel idarelerin tam bir eşgüdüm halinde dönüşümü ele alması ve ortak bir hedefe doğru yürümesi gerekmektedir. Bu ortak hedef de; kentlerimizde depremde yıkılma riski taşıyan tek bir bina veyahut çağdaş şehirleşme prensiplerine aykırı tek bir bölgenin kalmaması olmalıdır. Vatandaşlarımız yerinden yurdundan edilmeden büyük dönüşüm projesi hayata geçirilmelidir.
Dönüşüme yalnızca eski binaların yenilenmesi gözüyle bakılmamalıdır. Dönüşüme uğrayacak tüm bölgelerde; vatandaşlarımızın kültürel ve sosyal hayatı zenginleştirilmelidir. Ekonomik hayat çeşitlendirilmeli ve vatandaşların daha büyük bir yüzdesinin aktif ekonomik hayata katılımını sağlayacak etkenlere önem verilmelidir. Bu vesileyle eğitim ve sağlık hizmetleri gibi temel haklarda eşitliğin sağlanabilmesi için de bulunmaz bir fırsat yakalanacaktır.Siyasi ikbal ve oy kaygısı ile hareket edilmemeli; şehirlerimizde onlarca yıldır olgunlaşmış olan mahallesel demografik yapılar büyük değişikliklere uğratılmadan kentlerimiz yenilenmelidir.
Oysa ki mevcut durumda bu amaca yönelik girişimler ve büyük umutlarla başlatılan vizyoner projeler ilçe veya büyükşehir belediye meclislerinde siyasal parti gruplarınınçatışma konuları haline gelmektedir. Kentsel dönüşüm uygulamaları açısından iller ve hatta aynı ilin ilçeleri arasında devasa farklılıklar ortaya çıkabilmektedir. Örneğin İstanbul Gaziosmanpaşa’da yürütülecek kentsel dönüşüm projelerine çok çeşitli destekler sağlanmakta, yatırımcı firmalar için büyük imar avantajları yaratılmaktadır. Oysa ki muhalefet partilerinin yönetimde oldukları ilçelerde orta ve büyük çapta dönüşümlerin gerçekleştirilememesi için iktidar partisine mensup belediye meclis üyeleri ellerinden gelen her türlü örgütlü çabayı sarfetmektedirler. Bunun sonucu olarak da aslında depreme karşı en riskli bölgelerde yer alan ilçelerimizde bile ancak eski binalar teker teker yıkılarak yerlerine yeni binalar yapılabilmesi için çalışmalar binbir güçlükle yapılabilmektedir. Burada da gerçek anlamda kentsel dönüşüm değil; olsa olsa binasal dönüşüm olarak nitelendirilebilecek bir durum ortaya çıkmaktadır.
Unutulmamalıdır ki kentlerimizin bütünsel dönüşümü büyük çapta uluslararası finansman kaynakları ile mümkün olabilir. Ülkemizin şehirleri genç ve dinamik nüfusuyla, ekonomik büyümeye müsait demografik yapısıyla, borç ödeme konusunda dünyaya bugüne kadar aşılamış olduğumuz güvenle bu finansman kaynaklarını yaratabilecek potansiyeldedir. Fakat uluslararası finansman, geleceği yerde istikrar ister, demokrasi ister, hukukun üstünlüğünü görmek ister, erkler arasında denge ve denetleme olsun ister, toplum yararına girişilecek projeler üzerinde siyasal partilerin uzlaşabilmesini ister. Aksi taktirde bugün yönetimde olan bir siyasi hareketin girişimlerini, yarın yönetime geçecek olan başka bir hareket bozacak, başlanacak olan işlerin etkinlikle tamamlanması tehlikeye girecektir.
Ülkede güvenilir bir yargı sistemi yoksa; yatırımcılar uzlaşmazlık noktalarında kendilerini güvende hissedemeyecektir. Demokrasi ve özgür düşünce olmadan ortak doğru nasıl bulunacaktır; kamu yararı nasıl gözetilecektir? Denge ve denetlemenin olmadığı yerde girişilen projelerin ortak iyiye değil de; belirli bir zümrenin çıkarlarına hizmet etmeyeceğinin garantisini hangi kurum verebilecektir? Bugün Türkiye’de bu unsurlardan hangisinde çağdaş demokratik toplumların gelmiş olduğu seviyeyi yakalayabiliyoruz? Bu oldukça büyük bir soru işareti ve samimiyetle ve açıklıkla yanıtlanması gereken bir konu.
Makro düzeydeki bu sorunların üstesinden gelindiği varsayıldığında ise geriye kalan soru bu derecede büyük bir projesinin yatırımcılar için finansal açıdan cezbedici olup olmayacağıdır. Bu sorunun cevabı ise dönüşüm projesinin ne şekilde ele alınacağıdır. Kendi içinde bile muazzam boyutta bir ekonomi yaratacak olan böylesi bir proje elbette ki kar edebilen bir mekanizmaya dönüştürülebilir. Proje çok çeşitli gelir kalemleri yaratabilir ve akıllıca bir yönetimle gelir düzeyi çok yüksek seviyelere çekilebilir. Karla sonuçlanması muhtemel bu boyutta bir projeye finansman bulmak ise Kanal İstanbul gibi sosyal yaşam, ekonomi, jeo-politik, ekoloji gibi pekçok alanda ciddi sakıncalar taşıyan girişimlere kaynak bulmaktan çok daha kolay olacaktır. Kaldı ki gerçek anlamda kentsel dönüşüme yönelik projelerin sosyal ve kültürel gelişime katkıları hesaba katıldığında çeşitli uluslararası organizasyonlardan önemli miktarlarda hibe alınması da mümkün olacaktır.
Ülke çapında gerçekleştirilecek bu dönüşüm projesinin ülkemiz ve tüm vatandaşlarımız için sayısız avantajları bulunmaktadır. Öncelikle, şehirlerimizde yaşayan kitleler refah seviyesi daha yüksek bölgelerde ikamet edecektir. Projenin toplamda akümüle ettireceği kar devletin ihtiyaç duyulan diğer fonksiyonlarına aktarabilecektir. Dönüşüm; herhangi bir deprem veyahut afet esnasında oluşabilecek can kayıplarını, on milyarlarca Türk Lirası seviyesindeki maddi kayıpları ve deprem nedeniyle ekonomide meydana gelecek çöküşleri engellemiş olacaktır. Kentleşme ve kent kültürü sorunlarını çözmüş bir ulus, bilim ve teknoloji çağının gereklerine yoğunlaşacak, modern ortamlarda yetişen çağdaş gençleri ile küresel yarışta ön alacaktır. Spor ve sanat faaliyetlerinin rahatça yapılabildiği ortamlardan dünya ile rekabet edebilecek sporcular ve sanatçılaryetişecek ve Türkiye sanatın ve sporun tüm branşlarında söz sahibi bir ülke haline gelecektir. Suç oranı ciddi anlamda düşecek, şehir planlaması prensiplerine göre tasarlanmış bölge ve şehirlerde kamu denetim ve gözetimi çok daha özgürlükçü ama bir o kadar daetkin bir biçimde uygulanabilecektir.
Dönüşüm projesi esnasında inşaat ve ilintili tüm sektörlerde büyük bir işgücü istihdam edilecek, bu yetişmiş işgücü proje tamamlandıktan sonra halihazırda dünya inşaat piyasasında söz sahibi hale gelmiş olan Türk taahhüt şirketlerini daha da üst seviyelere taşıyacaktır. Proje esnasında yerli üretim malların kullanılması zorunlu hale getirilirse, ar-ge çalışmaları sonucu ortaya çıkacak yenilikçi mal ve hizmetler dünyaya ihraç edilecek ve ekonomimiz bu alanda yüksek değer yaratan bir ekonomi haline gelecektir. Çirkin yapılaşma görüntülerinden, çarpık şehirleşme sorunlarından kurtulan şehirlerimiz mevcut turizm potansiyelini katlayarak arttıracak, turist başına gelir de daha üst gelir sınıflarından turistlerin cezbedilmesiyle yükselecektir. Büyük şehirlerimiz tam anlamıyla kongre ve fuar merkezleri haline gelebilecektir.
Ülkemizde bütün bunları başarabilecek düzeyde iyi yetişmiş insan gücü, çalışma azmi ve gerekli olan uluslararası kredibiliteye sahip kişi ve kurumlar mevcuttur. Yeter ki, eldeki kaynaklar, hem ekonomik hem de toplam fayda açısından görece düşük katma değerli, tabanın refahını karşılamayan projeler yerine, toplumsal gelişmişlik seviyesini yükselten, uluslararası standartlarda en geniş paydaş ağına hitap eden, verimli ve nitelikli projelerde değerlendirilsin; politika yapıcılar bu çalışmalarını bu irade yönünde gerçekleştirsinler.
O. Serkan İleri, İnşaat Mühendisi-Akademisyen