Ülkemizde rejim meseleleri çok yoğun biçimde tartışılırken, Anayasa değişikliği için referandum, hatta bu güdüyle bir erken seçim bile dillendirilirken ekonomik konjonktürdeki gelişmeler siyasal analiz için gözden kaçırılmamalı.
2016 yılının ikinci yarısında bazı kesimlerde durgunluk hissedilmeye başladı. İnşaat, turizm ve perakende sektörlerinde durgunluklar hissediliyor. 2017’nin nasıl geçeceği bu anlamda çok daha önemli. Durgunluk yaygınlaşıp, daha çok sıkıntı mı verecek, yoksa bir süre sonra atlatılabilecek mi, merak ediliyor.
2017 yılının ekonomik tablosunu görebilmek için öncelikle siyasal tablo irdelenmelidir.. Peşinen belirtelim ki, siyasal tablo ne yazık ki, çok ciddi riskler ve belirsizliklerle dolu gözüküyor.
İç ve dış sosyal/siyasal riskler çok arttı
Öncelikle, PKK teröründe herhangi bir azalma gözlenmiyor ve beklenmiyor. Aksine PKK zaman zaman güney-doğuda kırsal kesimdeki faaliyetlerini siviller ve kentler üzerine yönlendiriyor. Kuzey Suriye’de PKK’nın uzantısı bir örgütün batının müttefiki haline gelmesi ise daha büyük bir sıkıntı ve bu konuda da hükümet bir çözüm bulabilmiş değil.
Üstelik ülke içinde karşılaşılan tek terör odağı artık PKK değil. Şimdi bir de darbe teşebbüsünde bulunan ve devletin içinde yapılanmış FETÖ çıktı. Bu anlamda PKK ile devlet topyekûn mücadele etmeye çalışırken, FETÖ ile mücadeleyi devlet kendi içinde çok ciddi ampütasyonlarla yapıyor ve bu da devletin gücünde çok ciddi zafiyetler oluşturuyor.
Bunlar sınırlar içindeki durum. Sınırların ötesinden ülkeye sirayet eden IŞİD terörü de bir başka baş belası. Hem Suriye’de, hem de Irak’ta egemen olan bu örgüt Türkiye’nin silahlı kuvvetlerini kuzey Suriye’den içeri çektiği gibi, şimdi bir de kaçınılmaz olarak Musul’da (Başika’da) önemli bir muharebenin parçası haline getiriverdi.
Haliyle böylesi bir ortamda yabancı kredi kuruluşları Türkiye’nin yatırım notunu düşürdü. Gerek yabancı, gerekse yerli yatırımcılar böylesi bir iklimde yatırımdan kaçınacaklar, ya da bu kararlarını erteleyeceklerdir. Kaldı ki, turizm Türkiye ekonomisinde önemli bir yer tutmaktadır ve bu yıl turizm gelirleri 26 milyar dolardan (şimdilik) 18 milyar doların altına düşmüş, ülke belki de 10 milyar dolara yakın bir gelir kaybetmiştir.
İki önemli risk, bir kritik sorun
Moody’s gibi, diğer bir derecelendirme kuruluşu Standard and Poors da Türkiye hakkında karamsar. Bu kuruluşlarının değerlendirmelerinin yanı sıra Türkiye ekonomisinde bizim de gördüğümüz iki önemli kırılganlık var:
Bunların ilki dış borçta gelinen noktadır.
Türkiye’nin brüt dış borçları (Haziran sonu itibariyle) 421 milyar dolara gelmiştir. Milli gelirin en iyi olasılıkla 726 milyar dolar kadar olacağını düşünürsek, brüt dış borçların milli gelire oranı yüzde 58’e varmıştır. 2016 yılında beklenen büyüme yüzde 3,2’dir. Bu kabaca dolar olarak 21 milyar dolara tekabül eder. Brüt dış borçların servis (faiz) maliyeti eğer yüzde 5 kadarsa, bu da 21 milyar dolar kadar eder. Demek ki, Türkiye aslında zenginleşemeyecek bir dış borç dinamiğine gelmiş, dayanmıştır. Hatta nüfus artışı da hesaba alındığında toplumsal refah gerilemektedir. Bir biçimde derhal büyüme hızı yükselmeli, ya da, örneğin risk etmenlerinin düşürülmesi ve ekonomide belirsizliklerin azaltılması gibi tedbirler alınmak suretiyle dış borç servislerinin maliyetinin düşürülmesi gerekmektedir.
İkinci kırılganlığın ise inşaat, özellikle de konut, kesimine ait olduğu görülüyor.
2009 yılında konut kredisi stoku 35,8 milyar TL kadardı. Bu kredi stokunun takipte olan oranı ise yüzde 1’i biraz aşıyordu. Yani pek sorun görünmüyordu. Bugün kredi stoku 151,8 milyara ulaşmış durumda. Yani 6 yılda krediler neredeyse tam 5 kat artmış ancak takipteki kredi miktarı ise sadece 784 milyon TL’den ibaret.
Anlaşılan bankalar konut kesimindeki batıklarını gizliyorlar ya da ellerinde ipotek nedeniyle ciddi bir stok birikiyor. Fakat bu olağanüstü artışta dikkatimizi çeken bir nokta var. O da bu kredilerin milli gelirdeki payının çok hızlı artmış olması. Üstelik milli gelirdeki büyüme hızı da giderek düşüyor.
Konut kredilerinde batık oranının düşük olduğu ve gerçek resmi gösterdiği takipteki ihtiyaç kredilerinden belli oluyor. 2008 yılında takipteki ihtiyaç kredileri 688 milyon TL iken bugün 10,5 milyar TL ediyor.
Güven ortamının dağılması, Türkiye’nin iç ve dış tehditler karşısında iyiden iyiye sıkıntılı bir ortama girmesi karşısında konut satışlarının darbe yemesinden daha doğal bir gelişme olamaz. Tüm ekonomistler bilir ki; güven sarsılması yaşanırsa, ilk önce inşaat kesimi darbe yer ve bunun da öncüsü konut kesimidir. Bu nedenle Tüketici Beklenti Endeksini iyi izlemek gerekir. Eğer bu endekste uzun süreli bir düşüş yaşanırsa, faizlerin düşürülmesi yoluyla sektör daha da riskli hale gelecektir. Merkez Bankası bir süredir faiz dışı yollarla kredi genişlemesini frenlemeye çalışırken, diğer yandan faizleri indirmeye çalışıyor.
Çelişkili görünen bu politikanın aslında pek etkili olmadığı görülse de, asıl riskin yetersiz talep sonucu konut kesiminde oluşan stok fazlası olarak değerlendirilebilir. Unutmayalım, 2008-2009 küresel mali krizinin temelinde ABD’deki şişkin konut fiyatlarıyla olağanüstü düzeye varmış konut kredileri vardı. Türkiye’de bugün takriben 26 milyon vatandaşın 470 milyar TL civarında kredi kartı ve bireysel kredi borcu olduğu göz ardı edilmemelidir. 2002 yılında hane halkının borçları harcanabilir gelirinin yüzde 4’ünden azdı. Bugün ise yüzde 55 civarında.
Ekonominin karşı karşıya bulunduğu kritik soruna gelince, bu sorun, mevcut iktidarın baştan bu yana önemsemediği ya da mücadeleyi pek ciddiye almadığı İşsizlik sorunudur. Gerek Orta Vadeli Programda, gerekse 2017 bütçesinde işsizliğin yüzde 10,6’dan yüzde 10,2’ye düşürüleceği belirtiliyor. 2017 yılına yönelik olarak her ikisi de emek yoğun sektörler olan inşaat ve turizm sektörlerindeki karamsar beklentileri göz önüne alırsak bunun mümkün olmadığı görülmektedir. Üstelik Suriyeli sığınmacıların iş piyasasına girmeleri de işsizliği haliyle olumsuz etkilemekte olup, etkilemeye de devam edecektir.
Bu bağlamda 2017 yılında resmi işsizliğin yüzde 12’lere tırmanacağını belirtmek karamsar bir kehanet olmayacaktır. Gelecek yılın sonunda 15-24 yaş gurubunda işte ya da eğitimde olmayan gençliğin toplam içinde yüzde 26,3’ten belki de yüzde 30’a yaklaşacaktır. Yine toplam 3,3 milyon olan resmi açık işsizliğin (bugün 2,5 milyon olan) iş aramaktan yılmış olan ve iş aramayı bıraktıkları için resmi istatistiklere girmeyen umutsuzlarla birlikte rahatlıkla 6 milyonu aşacağını belirtebiliriz. Bunun toplumsal barış açısından ne büyük bir tehdit oluşturduğunu belirtmeye gerek yok.
Bütçenin hayalperest tarafları
Geçtiğimiz günlerde açıklanan 2017 bütçesinde bazı gerçekçi olmayan beklentiler de bulunuyor:
1) Vergi gelirlerinin yüzde 14 artması öngörülmüş. Tüm gelirlerin artışının düştüğü, özellikle ithalatın yavaşladığı bir ortamda bu ancak daha yüksek bir kur sonucu TL olarak ithalatın üzerinde hasılat artışının sonucu olabilir. Bu öngörünün bir diğer anlamı da enflasyonda temelden bir düşüş beklenmemekte olduğudur.
2) Özelleştirme gelirleri bu yıl geçen yıla göre 1 milyar TL düştü. 2016 yılında 11 milyar TL olan bu gelirlerin 2017 yılında 17,8 milyar TL olması düşünülmüş. Bu elbette, siyasal ve toplumsal iklim düşünüldüğünde gerçekçiliğği ciddi olarak tartışmaya açık bir tahmin olarak ortaya çıkmaktadır.
3) Turizm gelirleri 26 milyar dolardan 18 milyar dolara düştü. 2017 yılında bunun yine 24 milyar dolara gelmesi bekleniyor. Oysa yine bölgedeki istikrarsızlık ve terör ortamı dikkate alındığında toparlanmanın daha sınırlı kalacağı düşünülebilir.
4) Başta Suudi Arabistan olmak üzere OPEC ülkelerinin arz sınırlaması kararı karşısında, son aylarda petrol fiyatları yeniden tırmanışa geçti. Bu nedenle 2017 yılına ait cari açığın düşmesi pek de gerçekçi gözükmüyor.
2017’nin görünümü
Tüketici güvenindeki ani inişle birlikte, yabancı sermayenin çıkışları ve yerli yatırımcının üzerindeki riskleri de değerlendirirsek, 2017 yılının büyüme düzeyi gayet sınırlı kalacak, belki de 2016 bile yakalanamayacaktır. Bütçede öngörülen reel olarak yüksek düzeydeki kamu yatırımları artışlarıyla (yüzde 9) ya da Merkez Bankasının gevşek para politikasıyla bunu aşmak olası değildir. Çünkü hem kamu yatırımları artık milli gelir içinde düşük bir orana sahiptir, hem de düşük faizler içinde bulunulan toplumsal/siyasal riskleri bertaraf edemez. Üstelik faizlerin üzerindeki risk primleri artmaktadır. Özetle, 2017 yılı bulunduğumuz yıla göre çok daha sıkıntılı bir yıl olarak gözükmektedir.
Prof.Dr. Hurşit Güneş
*26.10.2016 tarihli bu yazı Toplumcu Düşünce Enstitüsü platformundan alınmıştır