Sol ve İslam üzerine

Sol ve sosyalizm dünya gündemine siyasal kavramlar olarak girdikten sonra ona bigane kalamayan bir kısım İslam düşünürleri / Müslüman düşünürler, sol ve sosyalizmle İslam arasında bağ kurma ya da alternatif bir sol düşünce ortaya koyma amacıyla farklı İslam yorumları inşa etmeye çalışmışlardır.

Bunlardan bazıları açıkça sol ve sosyalizm kavramlarını kullanırken bazıları da bu kavramlara müracaat etmeden ama siyaseten sol içerikte, sosyal yorumlarla ve sosyalist terminolojiden yararlanarak Kur’an’ı ve İslam tarihini yeniden açıklamaya girişmişlerdir. İlkine örnek olarak Mısırlı Profesör Hasan Hanefi’yi ve Suriyeli Profesör Mustafa Sıbaî’yi verebiliriz. İkinci gruba dair de pek çok örnek isim sunabiliriz. Bunlardan başta gelenleri; Hindistanlı (Pakistan 1947’de kuruldu.) Muhammed İkbal, İranlı Dr. Ali Şeriatî, Sudanlı yazar, düşünür, siyasetçi Muhammed Taha, İran İslam Devrimi’nin önemli isimlerinden Ayetullah Seyyid Mahmut Ellayi Taleganî sayılabilir.

Malum olduğu üzere sosyalizm denildiğinde elbetteki ilk akla gelen isimlerden biri Marks’tır. Nitekim Marksizm, sosyalist ekollere kaynaklık eden en önemli düşünsel akımdır.  Pek çok Müslüman düşünür Marks’a değişik yollarla defalarca atıf yapmıştır. Hatta bir kısmı Marks’ı övüp yüceltmiştir. Bunların başında da XX. Yüzyılın büyük İslam düşünürlerinden olan Muhammed İkbal (Ölüm 1938) gelmektedir. XX. Yüzyıl İslam düşünce dünyasının önemli temsilcilerinden olan Muhammed İkbal’e göre Marks, “Cebrailsiz kitap getiren bir düşünür”dür. Başka bir deyimle adeta bir peygamberdir. (Prof. Dr. Mustafa Sıbaî, İslam Sosyalizmi, Çeviren; Yaşar Nuri Öztürk, 2. Baskı, Sayfa, 27-28, İstanbul 2010)

İslam ve Marksizm münasebeti açısından anmaya değer addettiğimiz bir diğer isim de Dr. Hikmet Kıvılcımlı’dır. Kıvılcımlı, sosyalist terimlerle Kur’an’a yaklaşmış ve bu çerçevede Kur’an’ın tümünü baştan sona olmasa bile önemli ölçüde tefsir etmiştir. Pekçok ayete ve Kur’anî kavrama sosyalizm ve tarihsel determinizm penceresinden yorum getirmiş ve özgün açıklamalar yapmıştır. Bu noktada Kıvılcımlı’nın; “Allah – Peygamber – Kitap” adlı çalışmasını anımsatmak isterim.

Kur’an’a sosyalist ve ilintili olarak bir nevi Marksist pencereden yaklaşıp yorumlama hususunda dikkat çekici fikirlerden biri de bazı Kur’anî kavramlara sosyalist bir mana yükleme uğraşısıdır. Sözgelimi Kıvılcımlı bu konuda, Kur’an’daki sosyal muhtevalı ayetlerde geçen Allah sözü yerine Tarihsel Determinizm kavramının kullanılması halinde mananın değişmeyeceğini ifade eder. Ali Şeriatî ise aynı şekilde sosyal içerikli ayetlerde geçen Allah sözü yerine “Halk” sözünün kullanılmasının durumu pek değiştirmeyeceğini düşünür.

Öte yandan bazı Müslüman düşünürler tarafından sol ve sağ kavramlarının, coğrafi keşifler, sanayi devrimi ve Fransız İhtilali ile olan ilgisi bir yana, bütün bir tarih boyunca mevcut olduğu ileri sürülmüştür.  Sözgelimi Mısırlı Profesör Hasan Hanefi’ye göre; sol ve sağ kavramları yalnızca politik söylemde bulunan kavramlar değildir. Tersine onlar toplumsal bilimlerde ve insani bilgide iki genel tutumu ifade eder. Hatta sol ve sağ, günlük yaşamda genel olarak iki davranış biçimi ve olaylara bakış açısıdır. (Prof. Dr. İlhami Güler; Hasan Hanefi ve ‘İslamî Sol’, İslamiyat V, 2002, sayı 2, sayfa 155 – 158 )

Hasan Hanefi, adına İslamî sol dediği bir proje üretir. Bu projenin aslında Cemalüddün Afganî’nin, Muhammed Abduh ile Reşit Rıza’nın savundukları yenilikçi fikirlerin 60’lı, 70’li yıllardaki devamı ve kendisi tarafından kavuşturulan yeni bir formu olduğunu ileri sürer. Hasan Hanefi, Seyyid Kutub’un düşünsel mirasına da sahip çıkar ve kendisini onun ilerici sol mirasçısı olduğunu müdafaa eder.  (Prof. Dr. İlhami Güler; a.g.m.)

Hasan Hanefi’nin görüşleri 60’lı, 70’li yıllarda dünyayı saran sol siyasi hareketlerin etkisiyle oluşmuş görüşler değildir. Zira kendisi bunu reddeder. Ona göre İslamî sol proje, Doğudan ve Batıdan, Marksizmden ve Liberalizmden, Şia ve Haricilikten uzak; ümmetin içinde bulunduğu gerçekleri ifade eden düşünsel, toplumsal, çağdaş ve siyasal bir söylemdir.

Hasan Hanefi, İslamî solun amacını; toplumsal özgürlük, sosyal adalet, toplumsal birlik, kalkınma, geriliğin ortadan kaldırılması ve sivil toplum örgütlerinin güçlendirilmesi olarak açıklar. Ona göre; İslamî sol, İslam’ın Marksist bir giysi içerisinde takdim edilmesi değildir. İslamî sol adına ortaya konan değelerin tümü, doğrudan doğruya İslam’ın kendisinden ve İslamî kültürden alınmıştır. Bu proje ümmetin gereksinimlerini dile getiren bir projedir. (Prof. Dr. İlhami Güler; a.g.m.)

Sol ve sağ kavramları, İslam tarihinde olayları, doğayı ve yaşamı anlamada iki yorum biçimi olduğu gibi aynı zamanda iki sınıfsal / sosyal mevzidir.  Hasan Hanefi, sol ve sağ kavramlarını İslam tarihindeki düşünsel, eylemsel ve inançsal bir kısım olaylara tatbik ederek kendine özgü fikirler ortaya koyar. Bunlardan bir kısmını şu şekilde sunabiliriz;

  • “Nasıl bilebilirim?” sorusunun karşısında imanı bilginin vesilesi yapan yaklaşım sağ, düşünceyi imanın önüne alan yaklaşım ise soldur.            
  • “Ne bilebilirim?” sorusunun karşısında varlığı; yaratılmış, mümkün, değişken görüp alemin fani olduğuna inanan görüş sağ, alemi baki ve müstekar olarak gören görüş soldur.
  • Kadim sıfatlarıyla birlikte varlıktan ayrı bir Tanrı’nın olduğunu kabul eden görüş sağ, sıfatları asli kaynağı olan insana geri veren görüş soldur.
  • Ezeli takdiri benimseyen ve insanın fillerini kendine isnat etmeyen görüş (Eş’arilik ve kesb nazariyesi) sağ, insanı özgür kabul eden ve fiillerini kendine isnat eden görüş (Mutezile) soldur.
  • Nakli esas alan görüş (ehlu’l-hadis) sağ, aklı esas alan görüş (ehlu’r-re’y) soldur.
  • Hayrı ve şerri Allah’a nispet eden görüş sağ, insana ve topluma nispet eden görüş soldur.
  • Nübüvveti insanın kurtuluşu için zorunlu olarak kabul eden görüş sağ, harici yardımı zorunlu görmeyen görüş soldur.
  • Ahireti gerçek olarak kabul eden görüş sağ, onu insanlığın yeryüzündeki geleceği olarak tevil eden görüş soldur.
  • Ameli imandan ayıran görüş sağ, ayırmayan görüş soldur.
  • İmameti (siyaseti) dinin aslından görmeyen görüş (Ehlisünnet) sağ, imameti dinin aslından gören görüş (Şia, Haricilik, Mutezile) soldur.
  • Farazi fıkıh sağ, realiteyi dikkate alan fıkıh soldur.
  • İşrakî felsefe sağ, İbn Rüşd’ün aklı temel alan metodu ise soldur. (Prof. Dr. İlhami Güler; a.g.m.)

Hasan Hanefi, bütün dinlerin teolojilerinde sol ve sağ olmak üzere iki genel tutumun var olduğunu savunur.  Buna göre;

  • muhafazakar, gelenekçi ve dogmatik teolojiler sağ, dogmaları yeni tevillerle yorumlayan özgürlükçü ve ilerici teolojiler soldur. 
  • Tanrı’nın aşkınlığını savunan teolojiler sağ, içkinliğini savunan teolojiler ise soldur.
  • Allah ile insan arasındaki ilişkiyi dikey olarak kuran teolojiler sağ, bu ilişkiyi yatay yani yeryüzünde kuran teolojiler ise soldur.
  • Sağ teolojiler varlığı da hiyerarşik olarak kurarlar. En yukarıda olan en kutsal, en yüce, en aşağıda olan ise en adi ve değersizdir. Sol teolojiler ise varlığı yan yana koyar.
  • Sağ teolojilere göre ruh yüce, benden ise adidir. Sol teolojiler ise insanı ruh ve beden diye ayırmaz.
  • Sağ teolojiler (Katoliklerde olduğu gibi) geleneği seçer. Sol teolojiler ise (Protestanlıkta olduğu gibi) seçimini Kitaptan yana yapar.
  • Tutucu sağ teolojiler bir teselli yani avuntu teolojisidir. Burada ahiret inancı anımsanmalıdır. Sol teolojiler ise kurtuluşun insan çabasıyla yeryüzünde gerçekleşeceğine inanır. (Prof. Dr. İlhami Güler; a.g.m.)

Hasan Hanefi’nin dine getirdiği sol yorum aslında son derece berrak ve keskin bir dile sahiptir. Geleneksel dinsel anlayışın asla kabul etmeyeceği ve din dışı addedeceği bu sol yoruma göre; “Allah topraktır. Din sömürüye karşı çıkmak, toprağı kurtarmak, ülkeyi kalkındırmaktır. Cihad; adalet ve özgürlük için devrimci çabadır. Tevhid; herkesin eşit olması ve sınıfların ortadan kaldırılmasıdır. Emek kutsaldır…”

Bu arada ifade edelim ki Seyyid Kutub’un “İslam’da Sosyal Adalet” gibi ilk kitaplarında da sol söylemleri görmek mümkündür. Ancak sol dili en net ve en açık şekilde Hasan Hanefi’de görüyoruz. (İhsan Eliaçık, Öteki İslam Tarihi, c. 3, s. 440)

Hasan Hanefi’nin; “İnançtan Devrime / Min’el akide ile’s-Sevra” adlı eseri de İslam’ın sol yorumu noktasında en önemli başvuru kaynaklarından biridir.

Sol, sosyalist kavramlara, özgün izahlar getirmeye çalışan düşünürlerden biri de İranlı düşünür Dr. Ali Şeriatî’dir. Marksist düşünceyi yorumlayan ve kendine özgü yeni izahlar ortaya koyan Ali Şeriatî, Marks’ın insanlık tarihinin, sınıfsal bir mücadele tarihi olduğunu savunan görüşünü kabul eder; fakat bu mücadelenin, Marks’ın sandığı gibi gibi tarihsel bir evrimle köle ile efendi, serf ile senyör veya işçi ile patron arasında değil, Habil ile Kabil arasındaki mücadele olduğunu söyler. Şeriati’ye göre toplum, Marks’ın aksine sadece bu iki kutuptan oluşur. Yani ya toplum kendi kendisinin efendisidir, herkes toplum için çalışır; yahut da bireyler mülk sahibidir, herkes kendi başının çaresine bakar. Şeriati bunu Habil ile Kabil’in mesleklerinden veya sınıflarından çıkarır. Habil çobandır, üretim araçlarının toplum mülkiyetinde olduğu çağı temsil etmektedir. Kabil ise bir toprak sahibi olarak özel mülkiyet sisteminin ve tarımın var olduğu çağın temsilcisidir. Ona göre ikisi arasındaki mücadele, ailevî ya da çevresel arka planlara bağlanamaz; çünkü aynı anne-babanın çocukları ve aynı ırkın mensubudurlar. Eğitsel etkenler de sorumlu tutulamaz; çünkü hem aynı terbiyeyi almışlar, hem de bu ilkel aşamada sosyal yaşam, eğitsel alanda bu kadar farklılığa neden olacak şekilde gelişmemiştir. Geriye ekonomik yaşam ve sınıfsal statü kalmaktadır.

Şeriati, Kabil kutbunu da yine Kur’anî kavramlardan hareketle üç boyutlu bir egemenler sistemi olarak ortaya koyar. Bunlar, militarizm (Fir’avnî), Kapitalizm (Kârûnî) ve Klerisizm (Bel’amî)  olarak üç başlı bir yılan gibi, toplum üzerine çöreklenir. Yine Şeriati’nin ifadesiyle, biri güçle insanların başını ezer ve belini büker; biri cebini boşaltır; diğeri de kulağının dibinde fısıldar: “Sabret, değmez; bunlar dünyanın süsüdür, değeri yok!” Yani biri siyasî iktidarı, diğeri iktisadî iktidarı ve sonuncusu da resmî din adamlarını ve din sömürüsünü sembolize eder.

Ali Şeriati’de İslam ve sosyalizm birbirine mezcedilmesi gereken iki ayrı olgu olarak durmaz. Bunun için, onun oturup planlanmış bir İslam sosyalizmi tasarısı yoktur. Onun tasarladığı zaten özünde devrimci bir ruh taşıyan tevhid inancını, bir dünya görüşü haline getirmektir. Bu çabasında da ilk elde Marksist sosyolojinin verilerini kullanmıştır. Zaten o, yazılarında da sosyalizmi değil daha çok onun teorik ve bilimsel kaynağı olan Marksizmi ele alır. Şeriati, Batı ideolojileri içerisinde özellikle Marksizmin dikkate alınması gerektiğini vurgular. Nitekim Brad Hansen’ın da belirttiği gibi Şeriati, Marksizmi diğer Batılı “izm”ler arasında, dünya görüşü, insani faaliyetlerin tüm boyutlarını içeren en olgun ve en kapsamlı bir ideoloji olarak kabul eder. Hatta Marksizmden haberdar olmaksızın, tarih ve toplumun idrak edilemeyeceğini söyleyecek kadar onun bilimselliğine inanır.

Ali Şeriatî demişken “Allahperest Sosyalist” tabirine de değinmek gerek. Ali Şeriatî için kullanılan bu tabir gerçekten dikkat çekicidir. Ancak bu tabir Şeriatî’nin gençlik yıllarına aittir. Zira gençlik yıllarında katıldığı bir örgütle ilintilidir. Bu ifade aslında Şeriati’nin henüz öğretmen okulunda öğrenci olduğu yıllarda katıldığı Muhammed  Nahşeb öncülüğünde örgütlenmiş Farsça adıyla “Hodâperestân-ı Sosyalist” (Allahperest Sosyalistler) adlı fikir kulübünden hareketle kullanılmıştır. (“Ali Şeriati 1933-77: Allahperest-Sosyalist”, İslâmiyât V, 2002, sayı 2, s. 69-91.) Allah’a tapan sosyalistler… Demek ki sosyalizm denildiğinde akla gelen iman meselesine atfen böyle bir tabir geliştirilmiş. Zira sosyalist denildiğinde, sosyalist olmanın düşünsel koşullarından biri olarak ileri sürülen üst yapı kurumu bağlamında din olgusundan hareketle Allah inancına muhalefetin yol açtığı engel aşılmaya gayret gösterilmiş.

Oysa sosyalist olmak için Allah inancına muhalefet diye bir koşul olmaz. Zira bu noktada Allah’tan kastın ne olduğu meselesi önemlidir. Müslüman sosyalistlerin Allah kavramına ilişkin geliştirdikleri Kur’an kaynaklı yorumlar bu meseleyi gayet net bir biçimde halletmektedir. 

İslam’ın sol yorumu yahut İslam’daki sol içeriği işleme ve onu gündeme taşıma öznelerinden biri de Sudanlı düşünür, siyasetçi Mahmut Muhammed Taha’dır. 1909’da Sudan’ın Rufaa kentinde dünyaya gelen Mahmut Muhammed Taha, küçük yaşta öksüz ve yetim kalır. Halasının bakımıyla okur ve 1936’da Hartum’da Gordon Memorial College’i bitirir.

Mahmut Muhammed Taha, İngiliz sömürgesi olan Sudan’ın bağımsızlık mücadelesinin ateşli savunucusu idi. Sudan’ın aydın kesimi ve geleneksel ulema sınıfının sömürgecilere karşı sergilediği teslimiyetçi tutumu keskin bir biçimde eleştirdi. 1945’te kendisi gibi düşünen aydınlarla birlikte Cumhuriyetçi Parti adıyla bir parti kurdu.  Bir yıl sonra sömürge makamlarınca tutuklandı. Ancak yoğun kitle protestolarıyla kısa sürede hapisten çıktı. Ne var ki bir süre sonra tekrar hapse atıldı. 2 yıl hapiste kaldı. Hapisten sonra bir yıl kadar çamurdan yapılma bir kulübede uzlete çekildi. Hapis süresi ile birlikte üç yıllık bir uzletin ardından yeni bir aydınlanma ve yeni bir anlayışa ulaştı. Düşüncelerini “Benim Yolum” adlı bir kitapta topladı. 1955’te Sudan’ın bağımsızlığını kazanmasının öncesinde nasıl bir devlet istediğini “Sudan Anayasasının Esasları” isimli kitabında ortaya koydu. Federal, demokratik ve sosyalist bir cumhuriyet çağrısı yaptı. Bağımsızlığın ardından bir süre kurucu mecliste görev yaptı. Daha sonra meclisten ayrıldı. 1960’larla birlikte çalışmalarını konferanslar, kitaplar yoluyla sürdürdü. Destekçileri, Cumhuriyetçi Kardeşler adıyla faaliyetlere devam etti.

1970- 1980 arası bazı çekincelerine rağmen Numeyri rejimini destekledi. Ancak şeriat bahanesiyle Numeyri, kadınları ve Güney Sudanlıları (Güney Sudanlılar Hıristiyandırlar) ezmeye kalkışdığında desteğini geri çekti. 1983’te Numeyri rejimi şeriat ilan ettiğinde Mahmut Muhammed Taha  ve destekçileri buna muhalif olduklarını açıkladılar. 25 Aralık 1984’te Mahmut Muhammed Taha, “Ya Bu Ya Tufan” adlı bir bildirge yayınladı. Bildirgede yeni kanunların geri çekilmesi, demokratik sivil hakların ihyası talep ediliyordu. Bir süre sonra Cumhuriyetçi Kardeşler Hareketinin önder kadrosu ve Mahmut Muhammed Taha da tutuklandı. Devlete isyan, anayasal düzeni bozmak gibi suçlamalarla suçlandılar. Mahkemeye, suçlamalara ilişkin “Hadd” yani şerî ceza verme yetkisi verildi. Mahkeme 2 saat sürdü. Bir gün sonra karar açıklandı. Buna göre sanıklar İslam’a aykırı görüşler savunmaktan, anayasal düzeni bozmaktan ve yasadışı muhalefet suçlamasıyla idama mahkum edildiler. Böylece Mahmut Muhammed Taha ve beş kişinin idam kararı alındı.

Görüşlerinden vazgeçip tövbe etmeleri için süre tanındı. Tövbe ederlerse affedileceklerdi. Zira bu dava bir dinden dönme yani irtidat davası haline dönüştürülmüştü. Nitekim üst mahkeme davanın adını irtidat koyarak hükmü onayladı. Mahmut Muhammed Taha, görüşlerinde ısrar etti. Ona tövbe yolu kapatıldı. Böylece hüküm kesinleşti. Diğer dört kişiye bir ay süre tanındı. 17 Ocak’ta Devlet Başkanı Cafer Numeyri kararı onayladı.

Mahmut Muhammed Taha, yoğun sokak gösterilerine rağmen olağanüstü güvenlik önlemleri altında başkent Hartum’un kuzeyindeki bir hapishaneye, son durağına nakledildi. Burada idam edildi. Mahmut Muhammed Taha idam edildiğinde 76 yaşındaydı.İdamdan sonra cesedi bir helikoptere konarak çölde bilinmeyen bir yere götürüldü ve cenaze namazı kılınmadan gömüldü. (R. İhsan Eliçaık, Öteki İslam Tarihi 3. Cilt,s. 367- 370.)

Mahmut Muhammed Taha’nın görüşlerini aktardığı diğer başlıca kitapları;

1)            Tarik – i Muhammed (Muhammed Yolu)

2)            Risalet’üs- Salat ( Salat / Namaz Risalesi)

3)            Er – Risaletü’s – Saniye mine’l- İslam ( İslam’ın İkinci Risalesi)

Bunlardan en dikkat çekici olanı İslam’ın İkinci Risalesi adlı yapıtıdır. Bu yapıtta İslamî ülkünün yenilendiği, demokrasi ve sosyalizmin el ele verdiği, sosyal eşitliğin temel alındığı vurgulanmaktadır. İslam, demokrasi, sosyal eşitlik kavramları bir arada alınıp İslam’ın sosyal yorumu temelinde bir anlayış ortaya konulmaktadır. Eserde tarih boyu egemenler lehine yorumlanan İslam, ezilenler yararına yorumlanıp gerçek amacına hizmet eder bir hüviyete kavuşturulmak istenmiştir.

Sol düşünceye ilişkin İslamî manada geliştirilen özgün yorumlardan biri de İran İslam Devrimi’nin önemli isimlerinden Ayetullah Seyyid Mahmut Ellayi Taleganî’ye aittir. Taleganî 4 Mart 1911 doğumludur. İslamî ilimlere vakıf bir ailede dünyaya gelen Taleganî, eğitsel yaşamını dinsel ağırlıklı olarak sürdürüp tamamladı.

1938 tarihinde 27 yaşında iken dinsel dersler vermek, cami ve medreselerde vaaz vermek amacıyla gittiği Tahran’da bir yıl sonra 1939’da, rejime muhalefetinden ötürü tutuklanır. 1957 tarihindeki direniş hareketine de önderlik eden Taleganî, 1961 yılında Mehdi Bazergân, Dr. Ali Şeriatî, Yadullah Sahabî, Dr. Mustafa Çemran Sawecî gibi isimlerle birlikte İran Özgürlük Hareketi adlı devinimi kurar.

5 Haziran 1963 tarihindeki 15 Hordad Kıyamı olarak bilinen hadise nedeniyle tutuklanan ve 15 yıl cezaevinde kalan Ayetullah Seyyid Mahmut Ellayi Taleganî, Humeynî’nin 14 yıllık sürgün yaşamından sonra, 1 Şubat 1979’da İran’a muzaffer olarak dönmesine değin devrim hareketinin ve halk ayaklanmasının İran içindeki önderliğini yapan kişi idi. Halk ona İslam Devrimi’nin Babası adını vermişti.  Taleganî, Cuma namazı imamlığı yaptı. Ancak bu görevi devrimden 6 hafta sonra sona erdi. Zira Taleganî bu tarihte yani 9 Eylül 1979’da öldü.

İslam dünyasının XX. yüzyıldaki en önemli düşünürlerinden biri olan Taleganî’nin düşünceleri ve siyasal çizgisi, Batı dünyası tarafından İslamî Sosyalizm olarak nitelendirilmiştir. Ancak Taleganî’nin fikirleri, aslında sosyal adeletçi olarak nitelenmeyi daha çok hak ediyor.

Taleganî, düşünceleriyle yoksul halk kesimleri arasında çok sevilen biri olduğu kadar İran Sol’unu da derinden etkilemiştir. Taleganî’nin etkisi İran dışına da taşmıştır. Özellikle “İslam ve Mülkiyet” adlı yapıtı İslam Dünyasında da büyük yankılar meydana getirmiştir.  Taleganî’nin fikirleri İslam ülkelerindeki egemen güçlerce yani iktidara sahip olan yahut onlarla yoğun bir çıkar ilişkisi içerisinde olan kesimler tarafından değil yoksul çevreler tarafından benimsenmiştir.  Taleganî’nin “İslam ve Mülkiyet” adlı kitabı İslam’ın sol yorumu açısından çok önemli bir başvuru kaynağı olma hüviyetini sürdürmektedir. Gelecekte de bu bağlamdaki işlevini devam ettirecektir.

Türkiye’de ve İslam Dünyasındaki reel sözde İslamî hareketlerin, toplamda İslamcılığın İslam yorumu, gerçekte İslamî referansların tahrifi zemininde yükselen bir sağ ideolojik hareket hüviyetine sahiptir. İslamcılık, İslam’ı egemenlerin oyuncağı haline getirmiş, yoksul ve ezilen Müslümanlar için de dini, yalnızca namaz, oruç gibi ritüellerle çevrelemiş, böylece onu sadaka ve zekat müessesesinin kitlesel zeminini oluşturan bu kitle için mekanik ve soğuk bir dizgeye dönüştürmüştür.

Oysa bilinmelidir ki İslam yardım edilmiş ve yardım edilmesi gereken yoksulların ve onlara yardım ederek vicdan rahatlatan varsıl egemenlerin dini değildir. İslam yoksulluğu yok etmeyi, sosyal adeleti hakim kılmayı, özgürlüğü ve dayanışmayı yaygınlaştırmayı, sömürüyü silip atmayı amaçlayan bir dindir. Bu nedenle İslam, çıkış noktasındaki devrimci sol hüviyeti yeniden kazanmalı, Muhammedî yorumla tecdid edilerek güncellenmelidir. Bu mutlaka başarılmalıdır. Başarılacaktır da… Zira; Berae Suresi 32. Ayet ve Saff Suresi 8. Ayette ifade edildiği üzere; “Kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.”

Cemil Kılıç – İlahiyatçı yazar

1 Comment

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.