Milliyetçilik yükselen değerdir… Muhalefet partileri kabaran milliyetçiliği öngöremedi… Sığınmacı krizi aşırı milliyetçiliğe yol açtı…
Öngörülebilir gelecekte milliyetçilik üzerinden yürümeyen siyasi partiler ve oluşumlar başarılı olamazlar… Avrupa’da ve dünyada faşizm hortluyor… Vesaire…
Son zamanlarda sıkça işitmeye, okumaya, maruz kalmaya başladığımız siyasal çözümlemeler hep bu doğrultuda. Ana muhalefet liderinin 13 senelik parti içi iktidarı, seçmenlerinin istek ve beklentilerini tamamıyla göz ardı edip, yalnızca etrafında kümelenmiş olan kısıtlı bir zümrenin telkinleriyle muhalif kesime dayattığı tutarsız, ilkesiz, ne idiği belirsiz politikaları bir kenara koyup; sonuca yol açan sebepleri tümüyle bir siyasi ideolojiye bağlamak kolaya kaçmak değil de nedir oysa ki.
Milliyetçiliğin dünya siyasetini sarmalamakta olan yeni paradigma olduğu vurgusu, dünyayı yalnızca belli başlı ülkelerden ibaret sayan dar görüşün bir dışa vurumudur. Bu dar görüş; Brezilya, Meksika, Şili başta olmak üzere Güney Amerika ülkelerinde iktidara gelen sol, hatta sosyalist iktidarları, Almanya’da 16 sene süren merkez sağ iktidarın Sosyal Demokrat Parti ve sol yelpazeden ortakları tarafından sona erdirildiğini, İngiltere’de Muhafazakar Partinin yol açtığı skandalların bir sonraki seçimlerde muhtemel bir sol hükümete yol açacağını görememekte veyahut göremezden gelmektedir.
Günümüz Türkiye’sinde siyasi başarının aşırı milliyetçi, ve hatta ırkçı söylemden geçtiğini iddia etmekte olan bu siyasi görüş çok kısa süre içerisinde büyük bir yanılgı içerisinde olduğunu anlayacaktır. Milliyetçilik şeridinde bu sıralar çok fazla araç vardır ve bu araçların hepsi de birbirini sollamaya çalışmaktadır. Günlük gelişmelere göre politika belirlemeye çalışan, devamlı surette zikzaklar çizerek toplumda kafa karışıklığına yol açan siyasi oluşumlar kaybetmeye mahkumdur. Bunun en trajik örneğini 14 Mayıs ve 28 Mayıs arasında, belli bir siyasi derinlikten yoksun, net bir ideolojik duruştan yoksun, alelacele oluşturulmuş bir söylem değişikliğinin seçim sonuçları itibarı ile zerre kadar işe yaramaması ile yaşamış olduk. Toplumun çeşitli kesimlerinin faşizm soslu siyasal İslam’a ve bu zihniyetin Türkiye’yi sürüklemekte olduğu uçuruma karşı günlük siyasi tartışmaların bir kenara bırakılması ve çeşitli siyasi akımlar arasında mutabakat zemini aranması talebi sonucu oluşmuş olan birlikteliğin bir kişi başarmışçasına lanse edilmesi ise ayrı bir yazı konusudur. Maalesef irili ufaklı diğer muhalefet partileri de benzer politika yanlışlarına sürüklenmişler ve toplumdaki kafa karışıklığını körüklemişlerdir.
Siyasi şeritlerin diğerlerinde de milliyetçilik şeridi gibi bir trafik sıkışıklığı yaşanmaktadır. Merkez sağın boş olduğunu, merkez sağda yer alacak bir parti ile siyasi İslam’ın yükselişinin önlenebileceğini öne süren çözümlemeler ise aslında ayan beyan ortada olan ama kimsenin pek de dillendirmeye cesaret edemediği yalın bir gerçekliği gözden kaçırmaktadır. O da şudur ki; ana muhalefet partisi artık tam anlamıyla merkezin sağında yer alan bir parti görüntüsü vermektedir. Bu durum, partinin kendi içinde de kısır ama zaman zaman sertleşen tartışmalara yol açmıştır. Bu durumda önümüzdeki dönemde partiyi 100 senelik çizgisine geri döndürecek gelişmeler yaşanması da ihtimal dahilindedir. Ancak mevcut durumda parti içi muhalefet bayrağını açmış olan kesimlere öncülük eden kadrolar, gerçekte inanmadıkları sosyal demokrasiyi cümle içerisinde kullanarak parti içinde taban devşirmeye çalışmakta; lakin bu çaba pek de olumlu bir yankı bulmamaktadır. 2019 Seçimlerinden hemen birkaç gün önce camide Yasin okuyan, göreve resmi makam odasında imamlar, ilahiler eşliğinde başlayan bir lider adayının sosyal demokrasi vurgusu yapması aklı başında seçmenlerde heyecana değil ancak bir tebessüme yol açmaktadır.
Toplumun gelmiş olduğu noktada mütedeyyin seçmenin gönlünün ancak ve ancak din istismarının azlı çoklu kullanılması suretiyle kazanılabileceği görüşü hakimdir ve kendinden söz ettiren ana akım siyasi partilerin liderleri ve yöneticileri istisnasız olarak bu yöntemi kullanmakta beis görmemektedir. Bu düşünce öğrenilmiş çaresizliğin mükemmel bir örneğidir; Türk siyasi tarihinde de, küresel örneklerin medeni olanlarında da de tam tersi uygulamaların büyük başarılar yakalamış olduğu görülecektir. Hiçbir dini temayı siyasete alet etmeyen Bülent Ecevit’in CHP’si ve Erdal İnönü’nün SHP’si pekala genel ve yerel seçimlerde önemli farklarla birinci parti olmayı başarabilmiştir. En az Türkiye kadar dini hassasiyetleri olan ve mezhepsel anlamda da çok daha homojen bir topluma sahip Yünanistan’da İncil’e el basarak yemin etmeyi reddeden sosyalist Çipras yepyeni partisiyle diğer tüm partilerin tozunu atabilmiştir; öte yandan aynı Çipras partisinin oy kaybına uğradığı seçimin aynı gününde istifasını verebilmiştir.
Türkiye’mizde şu anda siyasi şeritlerin yalnızca bir tanesinde hiçbir yoğunluk bulunmamaktadır; o şerit de sosyal demokrasi şerididir. Sosyal demokrasi deyim yerindeyse yetim kalmıştır. Emekçinin hakkını kıyasıya savunan, yaratılan katma değeri adil bölüşmeyi esas alan, neoliberal safsatalardan uzak, devletin vatandaşını özellikle sağlık ve eğitim gibi alanlarda özel sektörün insafına bırakmayacağını garanti eden, üretime yoğunlaşan, tüketimi özendirmeyen, toplumsal yapıda orta direğin en yüksek orana ulaşmasını hedef edinen, insan haklarını her daim önceleyen, laiklikten kesinkes ödün vermeyen bir sosyal demokrat program ana muhalefet veyahut başka bir siyasi partinin programında, söyleminde, eyleminde gerçek anlamıyla karşılığını bulmuştur da; ona rağmen seçmen buna tenezzül etmemiş midir? Yoksa bu partiler sosyal demokrat maskelerinin altında neoliberal politikaların savunucuları konumundan kurtulamamışlar mıdır?
Sosyal demokratız” kisvesiyle parti içi polit büro yaratan, iktidarın eleştirilen tüm olumsuz özelliklerini kendi bünyesinde de barındıran; ele geçirdiği belediyelerde öteden beri yaşanan olumsuzlukları engelleyemeyen, iş yapmaktan ziyade delege yönetimiyle uğraşacak olanları belediye başkanı ‘atayan’, siyasal İslam’ın muadili olan mezhepçi kadrolaşmayı çığırından çıkaran, ekonomi ve kalkınma konusunda mevcut iktidardan farklı olarak ne yapacağını hiçbir surette anlatamayan parti ve partilerden dolayı seçim yenilgisinin faturasının sosyal demokrasiye kesilemeyeceği açıktır.
Bu ülkenin gençleri Gezi Parkı’nda ‘vur ensesine, al lokmasını’ olmadıklarını kanıtlamışlardır. Özgürlüklerinden hiçbir şartta vazgeçmeyeceklerini ele güne ispatlamışlardır. Bu gençler tüm bu seçeneksizliklere rağmen siyasal İslam’a ve faşizme karşı artan oranda organize olmaktadır ve oy kullanmaktadır. Ve yine bu gençlerin arasından sosyal demokrasiyi tam anlamıyla benimsemiş bir grup çıkacak; bu ülkenin gidişatına el koyacak ve direksiyonu medeniyet yönüne kıracaktır. Bunu öngöremeyen siyasi partiler başarısızlığa mahkumdur. Lider değiştirmekle; ‘Bugün milliyetçilik revaçta, milliyetçi olalım; yarın Allah kerim, rüzgar nereden eserse oraya savruluruz’ demekle; ideoloji ortaya koymadan, günlük polemiklerden medet umarak başarıya ulaşmak mümkün değildir. Evet; sosyal demokrasi bugün için yetim kalmıştır. Fakat tarihin sayfaları yetim çocukların devasa başarılarıyla doludur; bunu hatırlamakta ve etrafımıza o gözle bakmakta sonsuz fayda vardır.
O. Serkan İleri