*Ara-yüz: İki sistemin birbiriyle ya da bir kullanıcının bir sistemle etkileşime geçmesini sağlayan sınır yazılım ve/veya donanım birimidir.
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO), tüm üye ülkelerin hava sahasını bir bütün ve tek alan olarak görüp, kendi hava sahası olarak tanımladığı, izlediği ve koruduğu bir ortamda, S-400’lerin 15 Temmuz Darbe Girişiminden sonra AKP – MHP iktidarı iradesi ile satın alınması ile, ABD–Türkiye ilişkilerinde ciddi bir bozulmaya yol açmıştır. Anladığımız kadarı ile ABD teknik olarak kendilerine ait olduğunu düşündükleri hava sahasında, yani Türkiye hava sahasında S-400 radarları ile NATO savaş sistemlerinin ara -yüzlerindeki oluşabilecek etkileşim sonucu bir delik açıldığını veya açılabileceğini düşünmektedirler. Bu düşünce de, NATO ve Pentagon aracılığı ile Amerikan Kongresinde “askerlerimiz için tehlike yaratılıyor” şeklinde aktarılmaktadır.[1]
Bir de konunun, askeri ve teknik olmayan kademesindeki politik ara-yüzü var ki , o da ister ABD nin riyakarlığı olsun veya olmasın, kendi içlerinde yaptıkları değerlemelerin, kendi kamu oylarına ve kısmen Avrupa’ya pazarladıkları demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi “değerleri”dir. Bunun içinde özgür basın, özgür düşünce, eşitlik, insan hakları, bağımsız yargı ve adil seçimler gibi kavramlar da vardır. Bu pazarlamaların arkasındaki gerçek nedenler ise, enerji (Petrol, Gaz) ve silah ticaretlerindeki hakimiyetleridir. ABD’den bakıldığında, bu ara-yüzlerin de ABD nezdinde CB Erdoğan tarafından ihlal edildiği düşünülmektdir.
Gecen 4 yıl içerisinde, Türk diplomasisi CB Erdoğan’ın iradesine indirgenmiş olduğundan ve Erdoğan karşıtlığının (gerilimli konuşma üslubu ve Rusya ile yakınlaşması) ABD, Avrupa ve hatta İran, Katar hariç tüm Ortadoğu da ulaştığı seviyenin Türkiye’ye maliyeti çok yüksek olmuştur. Burada doğan ekonomik maliyetlere yurt içindeki göreceli ekonomik başarısızlık ve güvensizliğin yarattığı maliyetler de eklenince, ülkenin bugün içine düştüğü zor durum çok net anlaşılırlık kazanmıştır..
Tabii ki, Türk–Amerikan ilişkilerine Türkiye tarafından bakıldığında, FETÖ–Amerika bağlantısı, Amerika-PYD/PKK bağlantıları, Türkiye tarafından hafife alınmayacak kadar ağır ve net olarak Türkiye’nin haklı olduğu konulardır.
Dış politikada haklı olmanın, dış politikanın dışındaki diğer bir yolu da, iç politikada evrensel değerler ile halkının büyük çoğunluğu ile hemfikir, gerilimsiz politikalar yürütmektir.
Ülke içinde gerilimli politikalar ilelebet sürdürebilir politikalar değildir ve bunda ısrar edilir ise, küresel perspektifte istenmeyen, kabul görmeyen zor durumlarda kalmak kaçınılmaz olabilir. Diğer bir değişle, dış politikalarda derdini anlatabilmek için arkanda sürdürülebilir, belli bir hukuk çerçevesinde kuralların olduğu ve bu kuralların işlediği, yani bir yanda Anayasal Düzenin geçerli olduğu ve bu düzenin sahiplenildiği, yani Demokratik bir ülke olması gereklidir.
Tarih, bize her oyunun kuralları olduğu gibi, savaşın da barışın da kuralları olduğunu göstermiştir. Eşit yurttaş, özgür insan yaratmadan ilerleme veya mutluluk olmaz. Sınıfsal veya zihinsel yapılardan doğan veya yaşam şeklinden doğurulan düşmanlıklar, insana ait bir ilerleme veya mutluluk sağlamaz. 130 yıl önce Fransa da Yüzbaşı Alfred Dreyfus aleyhinde delil olmamasına rağmen Muhafazakâr dinci ve Monarşi isteyen Katolikler tarafından tutuklanması dünyanın dört bir yanından gelen muhabirler sayesinde kendi lokal sınırlarını aşarak, tüm dünyanın gündemine ve perspektifine yerleşmişti. Yani 130 yıl önce bile Fransa’nın içinde vuku bulan haksızlık, adaletsizlik dünya perspektifinin dışına çıkmayı başara-ma-mıştı. [2]
İnsan ve Vatandaş̧ Hakları Özgürlükleri olmadan tarihin doğru yazılamayacağına inanan ve Dreyfusun Savunmasını yapan Emil Zola, mahkemedeki savunmasını “Bir gün Fransa’nın şerefinin kurtulmasına yardım ettiğim için Fransa bana teşekkür edecektir.” sözleriyle bitiriyordu. Zola’nın bu denli keskin çıkışının arkasında evrensel değerlerin önemine olan sarsılmaz ve kararlı inancı olduğu görüyoruz. Söylemek istenilen, evrensel değerlerin dışına çıkarak kalıcı bir başarı sağlamak mümkün değildir.
Tam aksine, tüm zihinsel ve maddi imkânsızlıklara rağmen Mustafa Kemal Atatürk’ün savaşın başında, ortasında ve sonunda zamanın geçerli evrensel değerlerine sadık kalması ve hatta bu değerleri zamanının ötesine taşıyan vizyonu onu hâlâ geçerli ilerici ebedi bir lider yapmaktadır.
Ülkeyi yönetenler, 130 sene önceki evrensel zaman dilimindeki hatalara tekrar düşerek, aleyhlerinde yeterli delil olmamasına rağmen insanları tutuklayarak bir yere ulaşamayacaklarını anlamaları ve kendilerini sadece ülke içinde değil, tüm dünyanın perspektifine yerleştirerek değerlendirme yapmalıdırlar.
Dış ticarette, turizmde, bankacılıkta, üretimde yer almak için dünya perspektifini değerlendirip uygun bir yer almak istiyorsak, ülke içerisinde olan kanunsuzlukların, insan hakkı ihlallerinin ve gerilimlerinin bu kendimizi konuşlandırdığımız dünya perspektifindeki yerimizi ilgilendireceği gerçeğini unut-ma-mız gerekir.
Ülkeyi yönetenlerin; halkın gelişmiş toplumların yeri geldiğinde içine düştükleri riyakar davranışları da dahil ortaya koydukları standartlarda, demokrasi ve özgürlüklere dayanan yaşam biçimi içinde mi, yoksa despotik doğu rejimleri ve onların güne uyarlanmış yeni sürümlerinde kendini bulan diktatörlük düzenleri altında mı yaşamayı hak ettiğini iyi değerlendirmeleri gerekir. Zira burada yapılacak olan tercihlerin ülke için farklı maliyetleri, bu maliyetlerin de toplumun farklı kesimlerinde farklı sonuçlarının olduğu unutulmamalıdır.
Ben tercihimi, özgürlükten, eşitlikten, demokrasiden ve bu değerlerden doğacak olan iyiliklerden yana kullanıyorum.
Mehmet Kazancıoğlu
1] Tug. Ali Er (E), CAATSA Yorumları, 23 Aralık 2020
2] Çiğdem Bayraktar Ör, DREYFUS DAVASI; Marmara Üniversitesi,
Türkiye Araştırmaları Enstitüsü̈, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, İstanbul