MACARİSTAN SEÇİMLERİ, TÜRKİYE VE GELECEĞİMİZ

FİDESZ’nin (Macar Yurttaş Birliği) İlk başkanı olarak seçilen Viktor Orban soğuk savaş döneminin sona ermesi ile birlikte, hızla küreselleşen dünyanın; liberal demokrasilerden otoriter demokrasilere giden yolun klasik örneklerinden biri olarak tarihteki yerini almış bulunuyor.

Türkiye’de merakla beklenen Macaristan seçim sonuçları resmi olarak açıklandığında (FDESZ-KDNP koalisyonu oyların %54,42’sini alarak, 199 milletvekilliğinin 134’ünü kazandılar) önemli tartışmalar yapılması beklenirken tam tersine neredeyse önemsiz bir olay gerçekleşmişçesine, altı rakamı dışında ortak bir yön yok denilerek, konu kapatılmak istenmektedir. Konunun kapatılma gerekçelerine bakıldığında: Macaristan ile Türkiye şartları farklıymış; Macaristan’da kriz yokmuş vs. gibi savların muhalefetin resmi söylemi haline getirildiğini görmekteyiz. Oysa ki Türkiye’ye her yönüyle benzeyen Macaristan örneğinin önemli bir siyasi deneyim olduğunu kavramak, dersler çıkarmak Türkiye’deki muhalefetin önüne çıkabilecek en büyük fırsatlardan biridir.

İngiliz tarihçisi Thomas Carlyle’a göre insanların başardığı işlerin tarihi, yeryüzünde çalışıp çabalamış adamların tarihidir. Marc Bloch’e göre de tarihi yaratanlar bireyler değil, organize olmuş toplumlardır.   Yani nereden bakarsanız bakın ister bireysel ister toplumsal: Tarih, bedeli ödenmiş ve eğitim değeri yüksek olan entelektüel deneydir. Sonuçları itibari ile yarına sunulabilecek projeksiyonların başlangıç noktasıdır. Aldığınız derslere duyduğunuz saygı elde edeceklerinizin yönünü belirler.

AKP’nin kuruluşunda olduğu gibi FİDESZLİLER de ak saçlıları uzunca bir süre aralarında istemediler. Yenilik diyerek, koalisyonla iktidar oldular. Başlangıçta muhafazakar demokrat olmalarına rağmen liberal demokrat göründüler. Avrupa şüpheciliğini ve güveni bir arada sundular. Sağ popülizmi ve hristiyan demokratlığını ilmek ilmek ördüler. Ulusal muhafazakarlıktan sosyal muhafazakarlığa aşama aşama toplumu alıştırdılar. Avrupa’da muhafazakarlar ve hıristiyan demokratlar arasında reformcu yanlarıyla, kurumsal değerler inşa ediyor güvenini vererek, ilişkilerini güçlendirdiler. Buraların size bir yerlerden tanıdık geliyor olması lazım. DYP-Refah Partisi koalisyonu, RP’nin kapatılması ve ardından terk edilen milli görüş hamlesi. Ak saçlılara, Saadet Partisi içerisinde muhalefet, AKP’nin kuruluşu, uluslararası topluma verilen güven ve Batı’ya taahhüt edilen (Bülent Ecevit Hükümeti’nin kabul etmediği şartları onaylayarak, taahhüt ettiler.)  Kopenhag kriterleri ile gelen iktidar. Yani kuruluş öykülerinden neredeyse renklerine kadar tesadüf olmayan bir benzerlik. Oluşum süreçleri, gelişim yöntemleri ve ideolojilerindeki yakınlıklar göz kamaştırmaktadır.

İktidar olma süreçleri tarihsel olarak incelediğinde de durum farklı görünmemektedir. Soğuk savaş yıllarının ardından gelişen süreç iktidar olmaları için her iki partiye de gerekli zemin ve şartları fazlasıyla sağlamış/sağlamaktadır. Aynı yıllarda (konjonktürde) iktidara geliyor oluşları, görünmeyen elin(!) her ikisine olan katkısını da fazlasıyla hissettirmektedir.

Sosyalist sistemin varlığını sürdürememesi sonucu oluşan tek kutuplu dünyada küreselleşme hızla dünyayı çevrelerken; kültürel, siyasal, teknolojik, ekonomik değişimler adeta düşünme hızıyla yaşamı dönüştürüyordu. Bu süreçler ortaklaşa yaşanırken, sonuçları farklı toplum kesimlerini eşitsiz bir şekilde etkilemiş/etkilemeye de devam etmektedir.

Küreselleşmenin sonucunda eşitsizlikler arttı; elit ve halk karşı karşıya geldi. Bu sadece Macaristan ve Türkiye’de değil, bütün dünyada böyle oldu. Elitler (siyasi, askeri, bürokrat, sermaye sahipleri) kazandı; kaybeden halklar oldu. İlginç olan sadece iktidar elitleri değil, muhalif elitlerde olanlara gösterdikleri rıza nedeniyle kişisel konumlarında ilerlemeler kaydettiler. Başarısız ve işlevsiz muhalefetlerin temel nedeni yıllar sonra öğrenebileceğimiz üzere belki de buralarda gizlenebilmektedir. Halklar her aşamada kaybederken, az olanlar kazanmayı sürdürdüler/sürdürüyorlar. Siyasi partiler, STK’lar, meslek odaları, sendikalar etnik, dini ilişkiler yani müesses nizama muhalif olması gereken her ne var ise içleri boşaltılarak; uyumlu statüler yaratıldı. Kırsal, emekten yana, sermaye dışı ne kadar konum varsa hepsi değişti, geriledi ve kaybetti. Kaybedilen gelir ve statülerin nedeni olan neoliberalizm, kendisini gizleyerek; hedefe, yarattığı düşmanları koydu. Bu bazen dış düşman, bazen de iç düşman oldu. Yeri geldi geleceği (beka) yeri geldi geçmişi yeniden inşa etmek oldu. Hatta iktidarda iken bile ‘muhalif davalarının sancaktarlığından’ bahsedebilmektedirler. Kısacası, oligarşik elit söylemi üzerinden halkın duygularına ulaşıldı; var olanların nedeni olarak gösterilen görünmez el kurumsallaştırıldı. Elit sensin, milletsin, gerçek ve yıkılmazsın, denilerek okşanan gururlarla; otoriter popülizm inşa edildi. Belki de bir 10-20 yıl kadar daha bu etkiyi yaşayacağız.

Bu yazının amacı: Yalnızca Macaristan ile Türkiye’yi kıyaslamak değildir. Anlatılmak istenen bütün bu olanların ‘Yeni Dünya Düzeninin’ bir sonucu olduğunu vurgulamak ve herhangi bir ülkenin bu oluşan şartların dışında tutulamayacağını vurgulamaktır.  Bu kullanma talimatı olan bir modeldir ve kusursuz bir şekilde düzeneği çalışmaktadır. Küreselleşme çağında “bizim ülkemizin şartları farklıdır” argümanı ise bir an önce terk edilmesi gereken çöptür. Bu durumun ısrarla vurgulanması ve politik hattın buna göre kurgulanması zorunludur. Bunun dışındaki yaklaşımların tamamı yenilgi hasretiyle kıvranan sosyolojik ıskartadır.

Macaristan’daki iktidarda neler var?

-Otoriter popülizm

-Muhafazakar demokratlar (KDNP- Hristiyan Demokrat Halk Partisi) ile ittifak

-Bütün kaynaklar (AB, Dünya Bankası, IMF, DTÖ) yandaşlar için

-Gelir dağılımı maksimum ölçüde eşitsiz

-Yaratılmış bir yandaş burjuvazi

-Olmayan kuvvetler ayrılığı

-Bağımlı yargı

-Yerli ve kadere inanan mukaddesatçı burjuvazi

-FİDESZ’nin üyeleri ve oy verenlerin eğitim düzeyi düşük, eğitimli muhalefet

-Ekonomi birileri için iyi birçokları için kötü

-Dağınık bir muhalefet

-Tavan fiyat uygulaması var ve birçok ürünün fiyatı dondurulmuş

-İktidar lehine değiştirilmiş seçim kanunu

-Ülkemizin tedavülündeki sağ popülizm Macaristan’da aynen uygulanmakta

-Seçimlerde 6 muhalefet partisinin bütçesinin 8 kat fazlasına Orban sahip

-Gençlik Kolu Fidelitas’ın bütün üyeleri devlete yerleştirilmiş

-Güçlü bir güvenlik ve beka söylemi her seçimde kullanılmakta

-Savaşın yarattığı ulusal ve uluslararası şartların ülkenin beklentilerine etkisi

-Yalan mekanizmalarının toplumun her alanında faaliyet gösteriyor olması

-En sağdan en sola kadar altı partinin, Memleket Partisi (JOBBIC) hariç olmak üzere, bir ittifak oluşturmuş olmaları. Memleket Partisi, sol partilerle iş birliğine karşı çıktığı için seçime ayrı katılmış ve %5 oy alarak parlamentoya girmiştir.

-İlke ve programları yok sayan, iktidar için her şeyi yapan ve yapabilecek, hile ve yolsuzluklardan her zaman lehine sonuçlar çıkarabilen kuralsız bir lider

-“Ulusal güvenlik için seçmenden alınan yetki, gerektiğinde demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasında kullanılabilecek güçtür” diyebilen, bir lider

-Anayasa değiştirilmiş, parlamento işlevsiz bir hale getirilmiş

-Yargı ve devlet kurumlarının başına FİDESZ yandaşları getirilmiş

-Radyo, TV, yazılı basın tamamen kontrolleri altında.

-Bütün ihaleler yandaş ve aynı kişilere veriliyor. Gerekçe olarak da ulusal sermayenin güçlendirilmesi gerektiği söyleniyor.

-Yurtdışında yaşayan 1,5 milyon etnik Macar’a referandum yoluyla vatandaşlık hakkı verilerek oy kullanmaları sağlanmış durumda

-Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesinde ABD ve AB ile birlikte hareket edilmedi; ulusal güvenlik öne çıkarılarak, mazotsuz ve doğal gazsız bir Macaristan’ın iyi bir fikir olmadığına bütün yurttaşlar inandırıldı. Bu gerekçe ile ABD’nin ve AB’nin uygulamaya çalıştığı yaptırımlar da taraf olunmadı.

-Altı parti geleceği vaat eden bir program etrafında değil, sadece tek adam ve otoriterlik söylemi ile Orban üzerinden bir seçim propagandası yürütmüşlerdir.

Yukarıdaki şartların hangisi Türkiye’de yok, maalesef hepsi var. Sadece kişi başına düşen milli gelir ve İşsizlik oranlarında farklılıklar var.

Kişi başına düşen milli gelir:

Macaristan: 15.866 $

Türkiye     :   9.539 $

Macaristan’daki işsizlik oranı:   %4,1

Türkiye’deki işsizlik oranı     : %11,5

Bu oranlara güvenerek yorum yapan muhalefet liderlerine birkaç uyarıda bulunmak gerekiyor.

-Bu oranlar yaklaşık olarak yıllardır birbirine benzer şekilde gelişmektedir.

-AKP’nin birinci çıktığı son seçimlerde de rakamlar bu seviyelere yakındı.

-AKP 2008’de başlayan ve yıllardır şiddeti değişerek süren bir ekonomik kriz ile seçimlere girmekte ve kazanmaktadır.

-Sadece ekonomik gerekçeler iktidarı belirliyor olsaydı işçi partileri sürekli iktidarda olurlardı.

-Diktatörlükleri yaratan ekonomik krizlerdir. Ekonomik iyileşmeler demokrasiyi besler ve toplumsal barış daha sorunsuz olur.

-Dini kurallarla yönetilen ya da gelişmekte olan ülkeler dışında demokratik kurallara uymayan refah toplumları dünyada kaldı mı?

-AB üyesi bir ülkenin gelir seviyesinde ve işsizlik oranlarında da bu kadar farklılıklar olsun. Tam tersine sorgulanması gereken gelir seviyesi değil, bu şartlara sahip bir ülkede neden diktatörlük olduğudur.

Macaristan’daki iktidarı yazdık; muhalefette neler yaşandı?

-Seçim kampanyalarını tek adam Orban üzerine kurdular.

-Gelecek planları ve programları yoktu.

-Orban gitsin, gerekeni yaparız söylemi hakimdi.

-Ukrayna-Rusya savaşını okuyamadılar.

-Güvenlik vaatleri karşısında teminat gösteremediler.

-Dağınık ve örgütsüzdüler. Tabanları bu birlikteliği hazmedemedi.

-İktidar vaatleri güçlü, anlaşılabilir ve gerçekleştirilebilir nitelikte değildi.

-İttifakın sosyo-ekonomik bir tabanı yoktu.

-İdeolojinin önemini görmezden geldiler.

-İnsanları sandığa gitme konusunda yeterince motive edemediler.

-Partilerini ve toplumu inşa etmeye gereken önemi vermediler.

-Sol partiler ağırlıkta olmasına rağmen, sağ özellikli aday gösterdiler.

-İktidar provokasyonları gerekçesiyle güçlü ve ortak eylemler yapmadılar.

-Belediye başkanları ile siyaset yapmaya çalıştılar.

-Siyasette duyguların rolünü yok saydılar.

Yukarıda yazılanların tamamı Türkiye için de geçerlidir. Aşırı sağ bloğa karşı, güçlendirilmiş sağ blokla karşı çıkmak siyasi bir çözümmüş gibi sunuluyor. Bunun böyle olamayacağını gördüğümüzde geç kalmış olabiliriz. Unutulmaması gereken anketlerin söylediği gibi oyları düşmüş AKP ile değil, refleksleri ve kapasitesi artmış, gerekli bütün yasal düzenlemeleri hazırlanmış bir devlet ile seçimlere (şu ya da bu nedenle ertelenmez ise) gireceğimizdir. 25.000 hakim ve savcının 24.000’inin AKP zamanında atandığını belirtmeliyiz. AKP gençlik kollarındaki üyelerin polis ve bekçi kadrolarına doldurulduğu bilinmektedir. Ayrıca, ordunun komutası siyasi iktidara bağlı bir hale getirilmiştir. Seçime kadar yapılabilecek EYT, 3600 ek gösterge, esnaf/öğretmen/polis/emekli/çiftçi/memur/işçilere dönük sürpriz torba kanunlar, dış politikanın iç politikaya yardım eder hale gelmesi, Rusya-Ukrayna savaşının yaratacağı jeopolitik risk ve avantajlar, geçici iyileştirmeler ve korunaklı seçim vaatleri düşünüldüğünde; ekonomik krizin tüten dumanları kolayca dağılabilecektir. Mevcut siyasalar, hedef kitlelerini etkileyecek oranda geliştirilecektir. Bir de seçimin Ramazan ayı sonrası yapılacağı var sayıldığında uhrevi sonuçlar elde edilebileceği yadsınmamalıdır. Seçim sonuçlarında anketçilerin yaptığı gibi standart değil toplumsal bir sapmanın önümüze çıkarılma ihtimali de oldukça güçlüdür.

Liyakat sahibi olmayan kadrolarla değil tam da işini iyi bilenler(!) tarafından ülkenin yönetildiğini görmek, bu sistemin birisinin ötesinde, birilerinin olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Ucube sistem, saray rejimi, tek adam yönetimi gibi basit, sığ ve apolitik propagandalar muhalefetin resmi söylemi olmamalıdır. Cehalet timsali olarak görülen ekonomik programın arkasında Türkiye’nin en eski ve en köklü üniversitesinin iktisat fakültesi öğretim üyelerinin olduğu bilinmelidir.

Artık anlamak gerekiyor:

1-) Arz yanlı iktisat politikaları uygulanıyor ve düşük faizli kredi olmadan çarklar dönmüyor. Bu nedenle de kredi faizleri düşük tutuluyor.

2-) KKM ile de olası üretim (ithalata dayalı sanayi) maliyetleri azaltılmaya çalışılıyor. Zaman içerisinde de ihracatın enflasyonu aşağı çekeceği varsayılıyor.

3-) Patronlar, para sahipleri ve kendi tabanları her alanda ve her adımda kazanmaya devam ediyor. Siyaset zaten tercih değil midir ve kendi açılarından doğruyu yapmadıklarını söyleyebilir misiniz? Bir imam ya da polisin aylık geliri ve imkanları öğretmenden daha fazladır.

4-) Olağanüstü kriz dönemlerinde devletlerin giderleri, tercihlerinin maliyetleri ve vergiler sıçramalı bir artış gösterir. Bunlara bağlı olarak da kamu harcamaları artar. Bu nedenle mevcut uygulamaları “iş bilmezlik/liyakatsizlik” olarak nitelemek; iktisat bilimine aykırıdır.

5-) Dolar 1 TL arttığında dış borç nedeniyle hazineye gelen yükten bahseden muhalefetin; KKM nedeniyle hazine gelen iç borçtan yakınması ayrı bir tenakuz oluşturmaktadır. Her iki şartta da olan halka olmakta ve bu durum izaha muhtaç kalmaktadır.

Özet halinde sunulmaya çalışan mevcut döngü kişilerden değil, neoliberal tezgahtan kaynaklanmakta ve birilerini kollayarak da yoluna devam etmektedir. Cevap verilmesi gereken soru: Buraları onarmak mı düzeni değiştirmek mi gerekiyor? Millet İttifakı’nın söylemlerine bakıldığında liyakat sahibi bürokratlar tarafından bu sorunların en fazla altı ayda çözüleceği belirtiliyor.

KÖİ sözleşmeleri, özelleştirme ve kamulaştırma gibi sorunlar zamanla ayrışma konuları olarak görünmektedirler. Çünkü bu durumu inşa edenler Millet İttifakı içerisinde yer almakta ve ekonomi politikalarını yönetmeye de talip olmaktadırlar. Boşalmış kasa ve tükenmiş/sınanmış bir halk ile onarılacağı söylenen bir programla nasıl iktidar olunabilir?

Türkiye kişiye dayalı bir model ile yönetiliyor, doğrudur. Ancak muhalefet partilerinin yönetimi de aynen böyle gerçekleşiyor. Kurallar, kurumlar ve kadrolar gereken değeri bulamıyor. Bu nedenle muhalefet inandırıcı olamıyor. Kendi içerisinde demokrasiyi kuramamış siyasi partilerin, bunu iktidarda gerçekleştireceğiz demeleri de gerçekçi görünmüyor.Meydan okuyarak seçimler kazanılsaydı; şu ana kadar hodri meydanlarla yapılan bütün seçimler kazanılmış olurdu ve ne yazık ki hepsi kaybedildi. Seçim kazanmak gerçek ötesi söylemlerle olmaz; parti tüzüğüne/programına uygun vaatlerle, planlı ve örgütlere değer vererek, çalışmakla olur. Seçmenin cezalandırma oylarını bekleyerek, seçim kazanıldığı görülmemiştir.

Felsefi düzeneği olmayan hiçbir siyasal yaklaşım başarılı olamaz. Sosyo-ekonomik tabanı olmayan hiçbir ittifak da sağlıklı ilerlemez. Benzeşerek değil, farklılıklarını koruyarak bir araya gelmiş ittifakla Türkiye’nin sorunları çözülebilir. Yetmez: İnsanları harekete geçirebilecek bir hikayeye ve kadrolara ihtiyaç vardır. Geçmişi rehabilite edeceğiz ve daha iyi yöneteceğiz diyerek ve siyaset sosyolojisi açısından hiçbir değeri olmayan kavramlarla iktidara talip olunmaz. Seçimlere 13 ay var. Bu süre içerisinde güçlü, anlaşılabilir, güven verebilir ve iktidarı yönetebilir inancı bütün toplum kesimlerine verilebilir. İnsanlar elde edecekleri, çekeceklere eziyetlere değecekse mücadele ederler. Yıpranmış parti yöneticilerinin kişisel ikballeri için kimse risk almaz. Bu nedenle, sağ popülizmin karşısına sol bir retorikle çıkılmalı ve evrensel değerler üzerinden pozitif bir kutuplaşma yaratılmalıdır.  Görünmez el işaret edilerek, daha iyi yönetiriz değil, yeniden kuracağız denilerek ilerlenmelidir. Halk iktidarı, halkın katılımı ile kurulur; seçmeni müşteri yerine koyan yaklaşımlarla değil.

SONUÇ YERİNE

Macaristan’da gördüklerimiz: Türkiye’yi değiştirmemize yardımcı olabilir. Mevcut halin geleceğe katkı yapamayacağı görülmüştür. Eskinin kurulmasına katkı yapanların, yeninin inşa edilmesine engel olabilme ihtimalleri oldukça fazladır. Kendimize güvenmeli, düzeni değiştirmek isteyenlerle yan yana gelmeli; hayatın her alanı siyasallaştırılmalı ve korkarak geleceğin kurulamayacağı bilinmeli. Ardından, halkı harekete geçirecek olan cevapları barındıran doğru soruların peşine düşülmelidir.

-Ne yapacağız?

-Nasıl yapacağız?

-Kazanan kimler olacak?

Chantal MOUFFE’a atfen: “Sol popülist bir stratejinin amacı, iktidara gelmek ve ilerici bir hegemonya tesis etmek için halka dayalı bir çoğunluğun yaratılması” olmalıdır, diyerek; şekilsel ittifaklarla değil aşağıdakiler ve yukarıdakiler ya da halk ve müesses nizam üzerinden neoliberalizme, oligarşiye, her türden elitizme karşı mücadele başlatılmadan mevcut durumdan kurtuluşun mümkün olamayacağını belirtelim. Demokrasi, kendisini yok eden neoliberal modelle kurtulamaz. Bu nedenle daha ilk rauntta (seçim yasasının değiştirilmesi) sendeleyen Millet İttifakı’nın demokrasiyi inşa edebilmesi mümkün görünmüyor. Herkes için özgürlük, eşitlik ve demokrasi talebi yükseltilmeli; geleceğimiz birkaç insanın inisiyatifine bırakılmamalıdır.

Uğur TUNÇAY

İnşaat, Ulaşım, Kıyı ve Liman Mühendisi

1 Comment

  1. Ülkemizin çok değerli beyni olarak gördüğüm, Cumhuriyet Halk Partisinin Parti Meclisi üyeliği görevinde bulunmuş, ama/fakat/maalisef Cumhuriyet Halk Partisinin böyle değerli beyinlerden yararlanmadığı, CHP’ye ve dolayısıyla Ülkemize katkıkadaki engellerin, koydukları rezervleri bir CHP üyesi olarak doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum. Sayın TUNCAY’ı kutluyorum. Mükemmel objektif analizler yapmış, öngörüleri kabul edilebilir, net, rasyonel. Vermiş olduğu değerli bilgilerden çok yararlandım. Bilgi dağırcığımdaki eksikleri görmeye ve tamamlamaya katkı sunmuştur. Özet olarak şunu söylemek istiyorum. Ben 70 yaşındayım. Cumhuriyet Halk Partisinin ve Ülkemizin küresel bazda hakettiği konuma gelebilmesi için, en üst düzeyde böyle değerli yetişmiş, ufku açık, İdealist, geçmişten ders alma bilincine sahip ve geleceğin hayalini kurabilen beyinlerden yararlanmak zorundadır.
    Sayın Uğur TUNCAY’ı kutluyorum ve bizleri aydınlattığı için teşekkürlerimi iletiyorum, saygılarımı arz ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir