Gerçek ötesi siyaset (post-truth politics) 1992 yılından beri sağ popülist liderler tarafından kullanılan; hegemon politikaların (muhalefet ya da iktidar) sorgulanmadan kabulünü sağlama üzerine kurulu hakikati gizlemeye dönük politikalardır.
Bugüne kadar iktidarı eleştirirken ‘gerçeklikten kopmuş bir iktidar’ diye başlayan cümleler, bir türlü yerine ulaşamadı. Çünkü, gerçek ötesi siyaset ile yoluna devam etmekte olan bir muhalefet de kendisinin eleştirilmesine şu ya da bu nedenle izin vermedi. Otokrat rejimlerden çıkmak için rekabet alanının adil hale getirilmesi ve ülkenin demokratikleştirilmesi şüphesiz ki en büyük sorundur. Ancak, bu yolun başarısı siyasi partilerin kendi iç yapılarının değiştirilmesi/dönüştürülmesi ile mümkündür.
‘Yarının Türkiye’sini inşa ediyoruz’ diyerek, başlayan Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Programı geleceği öngörememekte; dünün tekrarı, bugünkü durumun saptanması ancak geleceğin ıskalanması gibi temel argümanlara sahip görünmektedir. Siyasal mücadele, siyasal programlarla olur; yönetmelik tarzında hazırlanmış metinlerle değil. Siyaset felsefesinin temel kavram ve problemleri ile konuya yaklaşmaz iseniz, gelecek ile ilgili söylediklerinizin hiçbir önemi kalmaz. Bu nedenle sorular ve etrafında biriken cevapların karşılığının olması gereklidir.
Ne yapacaksın?
Nasıl ve kimlerle yapacaksın?
Kazanan kimler olacak?
NE YAPACAKSIN?
Program incelendiğinde, yukarıdaki sorulardan sadece birinin karşılığı olduğu görülmektedir. Ne yapacaksın?
Yapılacaklar, yönetmelik üslubunda anlatılmış bulunmaktadır. Hepiniz bilirsiniz, yönetmelikler, kanun ve kararnamelere aykırı olmayan ilgili tüzel kişilikler tarafından hazırlanan yazılı hukuk kuralları olup, bürokrasinin kurallarını, tarafların yetki ve sınırlarını belirler. Temel amaç: Belirlenmiş yapılacakları, görevleri ve aşamalarda çıkmış/çıkabilecek sorunların en aza indirilmesini ve çözümlerin de yasal yöntemler etrafında şekillendirilmesini sağlamaktır. Yani yönetmelikler siyasete değil, siyasalara yöneliktir. Oysaki siyasi bir program stratejik olarak iktidarı hedefler, detayları öne alarak ilerlemez.
Programın en büyük handikapı da çözdüğünü sandığı alanda başlamaktadır. Ayrıntılardan arındırıp baktığımızda programın bizi götürdüğü yer 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu’dur. Diğer 1961, 1982 Anayasaları, hazırlayanlar açısından eleştirilmekle birlikte uygulamalarının çoğunun benimsendiği metnin akışından anlaşılmaktadır. Çünkü güçlendirilmek istenen parlamenter sistemdir.Yeni bir şey olmayıp, yarının Türkiye’si adıyla eski Türkiye vaat edilmektedir.
HANGİ UZLAŞMA?
Yarın Türkiye’si diyerek başlayan; istişare ve uzlaşmayı temel aldık vurgusu ile öne çıkan Metin’de; ilk cümleden itibaren çözülme başlamaktadır. Çünkü, altı siyasi partinin hangisinin üyeleriyle, kurumlarıyla ya da farklı toplum kesimleri ile bir tartışma zemini yaratılmıştır. Tam tersine, söz konusu metin atanmış altı siyasi temsilcinin fikirleri ile oluşmuş bir yazılı bir metindir. Parti üyelerinin, yöneticilerinin, milletvekillerinin, belediye başkanlarının daha da ötesi partilerin sosyo ekonomik tabanlarının metin ortaya çıkana kadar haberleri bile yoktur. Katılım olmadan uzlaşma olduğunu söylemek mümkün müdür?
Yasama, yürütme ve yargı bölümleri incelendiğinde de yeni bir şeylerin olmadığı görülmektedir. Eskiden beri söylenenler tekrar edilmektedir. Önerilerin tamamı bağlamdan uzak olup, sistem değişikliğini hedeflememektedir. TBMM’nin önemini artıracağız derken, vahim bir hata yapılmakta, Günümüz dünyasının bütün sıkıntılarının kaynağı olan temsili demokrasi öne çıkartılmaktadır. Birilerinin Türkiye’sinden başka birilerinin Türkiye’sine geçiş önerilmektedir. Muhtevası, işleyişi, duyulan ihtiyaç mertebesi fazla olmasına rağmen radikal, taban ya da doğrudan demokrasi kavramları gündem dışına itilmekte, yüzeysel bir katılımcılıktan ve çoğulculuktan bahsedilmektedir. Oylamalardaki aritmetik zorlaştırmalarda sadece sermaye grupları arasındaki uzlaşmaları sağlamayı hedeflemektedir. Katılım, çoğulculuk ilkelerine uygun olmayıp, farklı toplum kesimlerinin, kişi ya da kuruluşların yazılanlara uyması anlamına gelmektedir. Temsili demokrasi dediğiniz andan itibaren, örgütsüz, dağıtılmış yönetime katılmaları engellenmiş, oyları çok daha az maliyetli elde edilebilen geliri düşük sınıfların çıkarlarını sistem dışında bırakırsınız. Böyle olunca da eşitsizliklerin giderilmesinden, hak, hukuk ve adaletten bahsedemezsiniz. Parlamento ve bürokrasi bir mit değildir ve hiçbir kutsiyeti de yoktur. Bunlar İnsanlığın siyasi tarihinde bulunmuş yönetim araçlarıdır. Önemlidir ama her sorunun en iyi çözüm kaynakları değildir. Böyle sunulması insanların zaten bıkmış ve aşina olduğu devlet kavramını akla getirmekte, umutsuzluğu artırmaktadır. Dünya bunların çok ötesinde yönetim şekillerini tartışıyor. Dolayısıyla bu program, belirtildiği üzere, yeni bir başlangıç ve yeni bir sistem inşası olmayıp, bugüne kadar birikmiş sorunlarımızın kaynağı olan parlamenter sistemin güçlendirilmesine yönelik bir çalışmadır. “Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz” sözünün sahibi Heraklitos’u anarak, devam edelim.
Programın ilerleyen sayfalarında yapılacak, edilecek, olacak vb. gibi cümlelerle arzu edilen değişiklikler sıralanmakta ama nasıl yapılacağı anlatılamamaktadır. Geleceğin kuralları konulmakta ama “o kural koyma gücünün nasıl elde edileceği” anlatılamamaktadır. Vaat edilen tek şey ülkenin daha iyi yönetileceğidir.
Sol gelenek daha iyi yönetirim kavramını reddeder. Siyasetin yeteneğini kullanarak yeni bir dünya inşa edeceğini ve bunun mümkün olduğu iddiasını seslendirerek iktidar alternatifi olur. Yani seçenek sunarak seçenek olur. Siyasetin gerçeğini değil, gerçeğin siyasetini yapar. İttifak ilişkilerinde bile asgari müşterekler diyerek, temel evrensel değerlerden vazgeçmez. İttifak bünyesinde sol/sosyal demokrat değerlerin hiçbir temsil kabiliyeti yoktur. Oysa ittifak bileşenlerindeki en büyük ağırlık ve sorumluluk beş partinin toplamının neredeyse iki katı olan CHP’ne aittir. Kaldı ki yüz yıllık kurucu bir partinin geleneği, kapasitesi ve sorumluluğu dönüştürücü bir siyaset uygulamasını zorunlu kılmaktadır. Altı siyasi parti eşit hakka sahiptir denilerek, konjonktür partileri ile CHP her aşamada aynı seviyede tutulamaz. Konumuzla ilgili iyi bir örnek yakınlarda Şili’de gerçekleşti. “İtibarı Destekliyorum” ittifakının sol görüşlü adayı Gabriel Boric seçimi kazanırken, partisinin ve sosyo ekonomik tabanının çıkarlarını her aşamada korudu. Kadınlardan, gençlerden, emeklilerden, eğitimden, sağlıktan, sosyal politikalardan kısacası kamunun çıkarlarından vazgeçmedi. Dolayısı ile Millet İttifakı ilk düğmeyi yanlış iliklemiştir.
Millet İttifakı Programında yazan bütün yönetim önerileri neoliberalizm tarafından dünyaya sunulmuş “Yeni Dünya Düzeninin” ta kendisidir. Yani “devlet önemli bir aktördür ama sivil toplumla ilişkiler de önemlidir” denilerek devam eden, içeriği ve uygulamaları halkın örgütlü gücünün kapasitesi ile ilgili olarak kalitesi ülkelere göre farklılıklar gösteren bir politikanın sunulmasıdır. Bu durumu göçmen politikalarından insan hakları uygulamalarına kadar hayatın her alanında görebiliyoruz. Kişilere, uluslara, halklara hatta ırklara kadar uygulanan farklılaşmış davranışların hepsi Yeni Dünya Düzeninin eskilerden devir alarak ve geliştirerek devam ettirdiği parçalarıdır. Farklı bir ifadeyle, Millet İttifakı sistemi değiştirmeyi değil, dünyada var olan düzeni güçlendirmeyi vaat etmektedir. Oysaki az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerdeki otokratik düzenlerin kaynağı neoliberalizmin kendi politikaları sonucu oluşmaktadır. Yaratmış olduğu siyasi, askeri ve bürokratik elitlerle sistemin devamını sağlamaktadır. Yukarıdaki tez sadece iktidar değil, muhalefet için de geçerlidir. Sistemi değiştirecek, siyaseti demokratikleştirecek bir ruhun yaratılamıyor olmasının temel nedeni/engeli de burada yatmaktadır. Yarını sunamıyorsanız, bugün yanınızda olanlarla idare edersiniz. Bu durum iktidar alternatifi olmanızı engeller. Kaldı ki iktidar olsanız bile aslında görünmeyenler yani kuralları arkadan koyanlar iktidar olmuştur.
NASIL YAPACAKSINIZ?
Birileri gitsin diye politika yapılmaz. Yönetilemez bir iktidara talip olurken en azından nasıl iktidar olunacağı anket şirketlerinden ari bir şekilde anlatılamamaktadır. “Geliyor Gelmekte Olan” cümlesinde bir kelime değiştirildiğinde “Gidiyor Gelmekte Olan” hali oluşuvermektedir. Genel başkanların ittifakı dışında bir ittifaktan söz edilemez. Hatta CHP’nin Millet İttifakı ısrarı sürerken diğer partilerin seçim iş birliği demeleri önemli bir sorun yaratmaktır. % 3 barajına dayalı beklentilerin oluşturduğu şartlı bir ittifak olamaz.
Bir an olsun anketlerin yönlendirmesine açık olalım. Cumhurbaşkanlığı kazanılmış olsa bile meclis aritmetiğinin anayasa değişikliğine yetmeyeceği sürekli dillendirilmektedir. Kaldı ki seçilecek Cumhurbaşkanının nasıl davranacağı da bilinmiyor ve kuşkulu tanımlar yapılıyor. Aday özelliklerine göre takvim belirleniyor. Koskocaman bir ittifak, bunca parti, kişiye dayalı bir politikanın esiri olabilir mi? Önemli bir başka sorun da seçimi kazanacak aday tartışmasıdır. Sistemin kurban edildiği, kişilerin öne çıkarıldıkları bir ortamda, kazanacak aday muhtemelen büyük çıkar gruplarının desteğini almış olan ve onların çıkarlarına dokunmayacak birisi olacaktır. Bu durum da başka bir handikapı işaret etmektedir.
Millet İttifakı tarafından önerilen vaatlerin anayasal değişiklikler gerektirdiğini biliyoruz. TBMM’de gerekli anayasal çoğunluğun sağlanamadığı bir senaryoda bütün vaatler çöp olmaktadır. Böylesi bir siyasal risk nasıl alınır? Millet İttifakı her ne pahasına olursa olsun hükümet olalım mantığıyla doğruyu söylememekte ya da yapmamaktadır. Mevcut krizin normal şartlar altında AKP’yi ve ondan sonra gelecekleri (her kim olursa) olsun götüreceği açıktır. Bu nedenle de ise vaatlerden uzaklaşmak gereklidir. Yedi günde falanı altı ayda filanı düzelteceğiz gibi vaatler ‘Gerçek Ötesi Siyasetin’ ilgi alanıdır. Onun yerine, evet, acı olacak ama böyle yapacağız, denmelidir. Yoksa yönetilemez bir iktidar ki, öyle görünüyor, ülkenin sorunlarını daha da büyütecektir. Örneğin, evet başkanlık sistemi ile yaşayacağız ama “kuvvetler ayrılığını da mutlaka tesis edeceğiz” hedefi daha gerçekçi olabilir. Ancak, kendi kurumsal kapasitelerini kullanamayan Millet İttifakı partilerinin, devletin kapasitesini toplum yararına kullanabileceklerine halkı ikna etmeleri de ayrı bir sorun olarak beklemektedir. En önemli engel de seçim sonuçlarına yönelik yapılmakta olan anketlerdir. Soyuttur, afakidir ve bugünün gerçekleri ile yapılmaktadır. Yandaş düzeneklerle yapılan her türlü anket sadece yanıltır. Bu iktidarıyla muhalefetiyle her iki taraf için de geçerlidir. Kaldı ki bu seçimlere oyları düşen AKP ve MHP ile girmeyeceğiz, devlet ile yarışacağız. Bu nedenle, aday belli değilken, ülkedeki şartlar her türlü değişkene açıkken şimdiden galebe çalmak, siyasi kadroların yapacağı bir hata olamaz. Çünkü AKP bir kez daha kazandığında bu ülkede artık yaşanmaz.
KAZANAN KİMLER OLACAK?
Soyut cümlelerle kurumsal düzenlemeler yapacağını söyleyerek değil, kimlerin kazanacağını ilan ederek halkın desteğini alabilirsiniz. “Birileri gitsin, biz gelelim sonrası kolay” diyerek, gelecek inşa edilemez. Benzeşerek yapılan politikaların en büyük sorunu, işin sahiplerinin gölgelenmesi sonucunu doğurur. Günümüz siyasi konjonktüründe devleti güçlendireceğim diyerek, siyaset yapamazsınız. Böyle bir yaklaşım ne halka ne de neoliberalizmin yönetim ilkelerine (metin içi çelişki) uygunluk taşımaz. Devlet kimin tarafında olacak? En önemli soru budur. Buradan hareket ederek, devletin göreli özerkliğinin hegemon güçlerin lehine değil, halkın çıkarlarına uygun olarak kullanılacağının açıklanması gerekmektedir. Ortalık yerlerde bulunan ve sulandırılmış teknik taleplerle halkın tercihi kazanılamaz. Ne yazık ki Millet İttifakı programında halka, kendi devletinin verileceği değil, birilerine ait olan düzenin iyileştirileceği dolayısıyla da kazananın yine başkaları olacağı örtülü bir şekilde anlatılmaktadır.
Siyaset, payı az olanların pay kapma mücadelesidir. Millet İttifakının önerdiği sistem ne kadar yeniymişçesine sunulsa da, 23 Aralık 1876 tarihinde başlayan 1924 Anayasası ile sınıf atlamış bir parlamenter sistemden/gelenekten bahsediyoruz. Bu sistemin kazananları bellidir: Ulusal ve uluslararası sermaye, onların işbirlikçileri ve yönetenlerdir. Kaybedenlerse halkın ezici çoğunluğudur. Bu nedenle bu düzenin güçlendirilmesi değil, değiştirilmesi gerekmektedir. Oysa ki Millet İttifakı’nın Programında kurumsal mevzileniş dışında, insanları seferber edebilecek, toplumun siyasi motivasyonunu yükseltecek hiçbir madde yoktur. Örneğin, Kemal Kılıçdaroğlu: “Sağ ve sol gibi 17. yüzyılın kavramları ile bugünün sorunları çözülemez” derken, tam da o günün kavramlarıyla, haklı olarak, bugünün sorunlarını çözmeye çalışmaktadı; ancak önemli bir farkla, kavramların bağlamından uzaklaştırılmış haliyle. Sosyal demokrat partiler sınıfsal kökenleri olan partilerdir. Sosyo ekonomik temelleri ve ona göre siyaset felsefeleri vardır. Felsefi düzeneği olmayan siyaset her zaman kaybeder. Oysa ki CHP 100 yıllık tarihi olan bir partidir ve kurumsal değerleri vardır. Bu değerler ihmal edilirse, konjonktür partileri gibi etki alanını azaltır ki yıllardır yaşanılan da bu durumdur.
Yukarıda Millet İttifakı Programına siyaset sosyolojisi açısından bakılmaya çalışılmıştır. Programıhazırlayan mental siyasi düzey bilinçli değilse, siyasal birikimden yoksundur. Bilinçli ise de Davutoğlu ve Babacan’ın oraya neden oturtulduğu daha iyi anlaşılmaktadır. 1921 Anayasası’na göndermeler yapılırken de aslında ABD’ye şirin görünmeye çalışılmaktadır.Temsilden ve katılımdan bahsedilirken de aslında herkese göre Medeni Kanun ve farklı yaşam tarzlarına dönük bir yol açılacağı unutulmaktadır. Buraya kadar Millet İttifakı programındaki tercihlerin sonuçları üzerinde duruldu. Oysa o kadar çok eksik var ki, değinmeden geçmek mümkün değildir.
PROGRAMIN EKSİKLİKLERİ
1-) Ekonomi yok. Üretemeyen ve yıllarca da bu sorunu yaşayacak olan ekonominin adil paylaşımı ya da refahı hangi politikalarla sağlanabilecektir?
2-) İç ve dış politika ayırımın neredeyse tümüyle kalktığı Türkiye’de, uluslararası ilişkiler yeniden ve nasıl düzenlenecektir?
3-) Programda siyaset sınırlı ama siyasalar oldukça fazla görünüyor. Oysa ki siyasalar, siyasetin sonucu oluşturulan teknik uygulamalardır. Halkın beklediği ise Millet İttifakı’nın siyasal tercihleridir. Siyasal tercihler yönetişim cümleleriyle açıklanamaz. Kurumların performansı değil, kamunun çıkarlarına uygun düzenlemelerdir asıl olan. Hakimlerin coğrafi güvencesi ya da tazminata mahkum edilecek olmaları, atanma süreçleri yargıda reform anlamına gelmez. Hakim, savcı ve savunmanın konumları ile ilgili alabildiğine güzel mevcut düzenlemeler zaten var. Tersini söylemek adalet reformu yapan SHP’ye haksızlık olur. Sorun, SHP’nin gerçekleştirmiş olduğu reformların, bugün uygulanamıyor olmasıdır. Ayrıca mevcut durum yalnızca yürütme tarafından değil, hakim ve savcılar tarafından da son derece suistimal edilmektedir. Bu nedenle beylik ifadeler değil, yeni bir usul ve söylem geliştirilmelidir.
4-) Ülke hazinesinde para kalmamış, kasa ise vadesi yakın borçlarla doludur. Devri sabık yaratmayıp, ülkeyi soyanların (Gürcistan da olduğu gibi) mallarına el koymayacaksanız, ekonomik hatta siyasi istikrarı (parası olan güçlü siyasiler varken) nasıl sağlayacaksınız?
5-) Laiklik ile ilgili en ufak bir vurgu yok. Vaat edilen yeni düzende laiklik gereken önemi bulamayacak ise (bırakın siyasi partilerin aralarındaki ilişkiyi) toplumdaki asgari müşterekler nasıl sağlanacak?
6-) Halkın % 98’ini ilgilendiren esnaf, işçi, memur, çiftçi, işsiz, emekli ve diğer meslek gruplarının çıkarları ile ilgili tercihler yok. Sadece yasalar yapılırken ilgili odaların görüşleri alınacaktır ibaresi var. Yani düzen aynı düzen. Çünkü bu yöntem eskiden de şimdilerde de bir şekliyle uygulanmaktadır.
7-) Programın ideolojik motivasyonu yok. İdeolojik motivasyonu olmayan siyaset, sorunları çözebilme kapasitesinden ve kendisini iktidara taşıyacak ilişkilerden yoksundur.
😎 1 Mart Tezkeresi’ni hazırlayan ve geçmesi için TBMM’de çaba harcayan, KÖİ sözleşmelerinin hayat bulmasını sağlayan daha da önemlisi “canlı bombalar patladıkça oylarımız artıyor” diyenlerle ne kadar yürünebileceği açık değil. Bu insanların geçmişlerindeki yargılamaya esas konular ne olacak? Yoksa ittifakın teveccühüne mi mazhar olacak?
9-) ABD nn son gelişen Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşla birlikte bütün müttefiklerini hizaya getirdi. Aynen 1. ve 2. Dünya Savaşlarında olduğu gibi diğer ülkelerin özgürlük ve güvenlik sınırlarını çizme kapasitesini artırdı. Ülkemizin gelişmesini, huzurunu, güvenliğini her zaman engelleyen (soğuk savaş dönemi de dahil olmak üzere) ABD ve NATO ile ilişkilerimiz nasıl olacaktır?
10-) Ülkemizde yaşayan başka ülke vatandaşlarının durumları ne olacaktır? Başka ifadeyle göçmen politikasının esasları nelerdir?
11-) Kamulaştırma ve özelleştirmelerde izlenecek süreçler geçmiş ve geleceğe dönük olmak üzere nasıl olacaktır?
12-) Eğitim sistemi “ilkokullara kadın erkek eşitliği dersi konulacak,” ya da, “üniversiteler arası kurul oluşturulacaktır” denilerek geçilemeyecek kadar önemlidir. Eğitimde fırsat eşitliği ve her aşamada ücretsiz olabilmesi ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
13-) Sağlık sistemi var olduğu gibi mi devam edecek yoksa kamulaştırılacak mı?
14-) Ordu’nun durumu ne olacak? Güvenlikte özelleştirilmeye devam mı edilecek yoksa kamucu bir bakışla yeniden mi düzenlenecektir?
15-) Tarımını ve hayvancılığını her geçen gün daha da fazla kaybeden Türkiye’nin konu ile ilgili politikaları neler olacaktır?
16-) Yeşil enerji demek sorunu çözmemektedir. Bağımlılık düzeyi ve alternatif enerjiler konusundaki politikalar nasıl düzenlenecektir?
17-) Cumhurbaşkanlığını kazanmak için yola çıkıyoruz ama nasıl seçileceğini belirtmiyoruz.
18-) Gençlere sunabileceğimiz vaatler kısa cümlelerle ve yapılacakmış, edilecekmiş gibi geçiştirilemez. Kendisini programda yeterince görmeyen gençlik yanınıza gelmez.
19-) İşsizliği önlemek için neler yapılacağı can yakıcı bir sorun iken maalesef mevzuat(!) dışı bırakılmıştır.
20-) Siyasi Partiler Kanunu’nun değiştirileceği söylenmektedir. Oysa ki şu an (mevcut kanunu değiştirmeden bile) Millet İttifakı’nın dile getirdiği sorunların hepsi çözülebilir haldedir. Bugün bu konuda yetkileri olduğu halde, partilerini demokratikleştirmeyenlerin gelecekle ilgili vaatlerde bulunmaları inandırıcı olmamakta, sadece beklentileri yönetmekten (oluşan ve oluşabilecek tepkileri pasifize etmekten) öteye gitmeyen çaba olarak kalmaktadır.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden hemen sonra hazırlanmış Siyasi Partiler Kanunu’nda ön seçimin bütün partiler için zorunlu olduğu hükmü vardı. Ancak, 1986 yılında Anavatan Partisi’nin yaptığı bir değişiklikle milletvekili adaylarının ön seçimlerle belirlenmesi zorunlu olmaktan çıkarılarak, partilerin kararına bırakıldı.
Bu durum, bugün siyasetin en büyük açmazını oluşturmakta, siyasi oligarklar yaratmaktadır. “Siyasi Partiler Kanunu’nu değiştireceğiz” diyen, genel başkanların uygulamaları ortadadır. Yasayı değiştirmeden bile ön seçim yapma imkanları varken uygulamadıkları görülmektedir.
Tekraren belirtmek gerekir ki, inandırıcılığı olmayan vaatlerde bulunmak programın gücünü ve motivasyonunu ortadan kaldırmaktadır.
21-) Kadın kelimesi salonda her duyulduğunda bir tezahüratla karşılandı. Oysa ki aynı genel başkanların kadın temsiline yönelik davranışları aşağıdadır.
CHP’nin 10 kadın belediye başkanı var (212 Başkan arasında)
İyi Parti’nin 0 kadın belediye başkanı var (18 Başkan arasında)
CHP’nin 18 kadın milletvekili var (146 Milletvekili arasında)
İyi Parti’nin 3 kadın milletvekili var (43 Milletvekili arasında)
Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi, şu anda var olan imkanlar kadınlar lehine kullanılmamıştır. Bu nedenle, yasalar engel değilken bile (CHP Tüzüğünde kadınlar lehine en az 1/3 cinsiyet kotası olduğu halde) uygulamaları aleyhte kullananların kadınlara dönük söylemleri önemsiz kalmaktadır. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinde Saadet Partisi’nin rolü ortada iken, asgari müştereklerde nasıl birleşilebilir.
22-) Yerel yönetimler İçişleri Bakanlığı’nın kanuni vesayeti altındadır. Kayyum atanması yanlıştır. Ancak, belediye başkanlarını önleyicibir güç de yoktur. Her türlü düzenlemeyi rahatça yapabilmekte, akçeli işleri de kolayca bireysel tercihlerine göre tüketebilmektedirler. Buralardan elde ettikleri güçlerle partileri bile dizayn edebilmektedirler. Bu nedenle, belediye başkanlarını (görevden almak hariç) daha fazla güçlendirmek yerine, hesap verebilir hale getirilmeli, parti örgütleri ve yönetimleri ile nüfuz ilişkilerini önleyebilecek maddeler geliştirilmelidir.
23-) Milletvekilleri ve belediye başkanlarının görev sürelerine (dönem) ilişkin hiçbir düzenleme getirilmemektedir. Parti yöneticileri kendilerini seçecek olanları seçmekte, siyasetin yeteneğini yok etmektedirler. Bilinçli bir şekilde buralar atlanmıştır. Konuyla ilgileniliyor görünebilmek için de ‘Siyasi Etik Kanunu’ bağlamından koparılarak, programa konmuştur. Ayrıca bir diğer önemli konu da atama milletvekilleri ile demokrasinin nasıl kurulacağı sorunudur. Parti içi demokratik katılım yolları yasak, ülkede demokrasiyi kuracak milletvekillerini atamak serbest. Yani insanların akli melekeleri ile dalga geçilmektedir.
24-) Tümüyle kazanılmış seçim sonuçlarına odaklanılmış; nasıl kazanılacağı ve korunacağı üzerine (sandık güvenliği) hiçbir önlem geliştirilmemiştir. Seçimlerin yapılması ya da ertelenmesi üzerine bir anlayış konmayıp, seçimlerin gerçekleşmesine dönük ihtimaller, yasaklı bir söylemle örtülmektedir. Halbuki Cumhurbaşkanı’nın seçimleri erteleme ve OHAL ilan etme gibi yetkileri vardır ancak görmezden gelinmektedir. Oysa ki, bir problem ötelendiği zaman çözülmüş olmuyor.
25-)Solu, sosyalistleri, gözden çıkarılanları ve Kürtleri dışarıda bırakarak, siyasal alan demokratikleştirilmiyor tam tersine daraltılıyor. Üstelik onlar olmadan bu sistemi yenmek de bir başka bahara kalıyor.
SONUÇ YERİNE
Siyasi alanı daraltarak çalışırken, farklar ortaya çıkmıyor. Bir adım ilerleyince sıkıntılar başlıyor. Bu nedenle ittifakın yürümesi çok da gerçekçi görünmüyor.
Söz konusu siyasal strateji hatalı. Millet ittifakı içerisinde yer alan bütün partilerin geleceğe dönük stratejileri; istenilenin yapılmasına engel bir durum teşkil ediyor. Amaç, yol ve yöntemler yeterince açık değil, her aşaması öyle ya da böyle içsel bir çatışma içeriyor. Sonuçta, hepsi bir süpermen istiyor ve hepsi de siyasal bir süpermen olduğuna inanıyor. Kılıçdaroğlu Millet İttifakı içerisinde partilerin eşit olduğunu söyleyerek, diğer partilerin motivasyonunu arttırıyor.
Bu eşitlik, adayların beşe bir üstünlük sağlamasına da neden oluyor. Böyle bir ortamda CHP tarafından bir adayın cumhurbaşkanı seçeneği olarak belirlenebilmesi mümkün görünmüyor. Böyle bir ortamda Millet İttifakı’nın motor gücü ve temelini oluşturan CHP seçmeni sunulanı nasıl karşılayacaktır. Zor olanı da eğitim, sağlık, güvenlik, kaynak yaratma, maliye, vergi politikaları, özelleştirme daha da ötesi kamulaştırma gibi sorunlar taşınması zor olan önemli yekünler teşkil edecektir. Burada oluşabilecek büyük çatlaklar söz konusu ittifakın ilerlemesini önleyecektir.
Dolayısıyla bütün politikalarda ayrıştığınız (Bakınız CHP programı) bir ittifakla sadece biri gitsin diyerek, yanyana gelmiş olmak sorunu çözmüyor.Ekonomi, sağlık, dış politika, eğitim gibi temel konuların hiçbirinde ortak düşünmek mümkün değil. Düşünmek mümkün olsaydı “değerli yalnızlığı” seçmiş, bugün başımıza gelen Suriye olaylarının hepsini onaylamış olurduk.
Gerçek olan hem kendisini hem de sahtesini aynı anda ifade edebilme kapasitesine sahiptir. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Programı bu özellikten yoksun olup, gerçek üstü siyaset sahnesinde yerini almıştır. Cumhuriyet Halk Partisi zaman kaybediyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin 1994 yılında yapmış oldukları hataların (5 Nisan Kararları ve yerel seçimlerde farklı adaylar göstermek) bedelini bütün toplum çeyrek asırdır ödüyor.
Kimse CHP’yi hatalı alanlara taşımasın ve ülkeyi yıllarca sürecek karanlığa sokmasın.İttifakın sürmesi Nash dengesi gibi bir ortam ortaya çıkaramamaktadır. Yani rakip oyuncununun en iyi stratejiyi seçeceği biliniyor iken, bulunduğumuz taraf kazanacak olan hakim stratejiyi sağlayamamaktadır. Bu nedenle ittifakı sürdürmek için yetenek ve özveriden bahsetmek yerine bir zorunluluktan bahsetmek daha doğru olacaktır. Sorun, ittifakı bir arada tutacağım diye verilen tavizkar politikalar değil tam tersine ülkenin önünü açacak nitelikli verilere dayanan bilimsel ufku açık alabildiğince toplumu kapsayan, sosyo ekonomik tabanı ve siyasal motivasyonu olan en geniş politikaları sunabilme yeteneğidir. İhtiyacımız olan da budur ve evde başlar.
İLAVE OLARAK; SİYASAL İKLİM DEĞİŞMEK ÜZEREDİR.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi 1936’da İmzalandı. NATO ise ABD’nin SSCB’yi Çevreleme Politikası gereği 1949 yılında kuruldu. Yani 72 yılda NATO’nunda katkısıyla dünya çok büyük oranda değişti. Maddeler incelendiğinde: Boğazlar Rusya ve Ukrayna’ya kapalı, NATO’ya açık bir hale geliyor. Vakti zamanının sigortası, şimdinin çeken akıntısı (RİP) gibi görünüyor. Dolayısıyla oluşacak siyasi iklim milliyetçi muhafazakar çevrelerin çok daha fazla güçlenmesini sağlayacaktır. Türkiye’nin makas değiştirmesi istendiği zamanlarda solun değerlerinden uzaklaştırılması ya da baskılanması müesses nizamın ana akım stratejisidir. Yine böyle zamanlardan geçiyoruz. Bu nedenle, CHP’nin bahsi geçen çevrelerin çıkarlarına dönük atacağı her adımın kendi gücünü eksilteceği de bilinmelidir.

Uğur TUNÇAY, İnşaat, Ulaşım, Kıyı ve Liman Mühendisi
Görüşlerinize aynen katılıyorum. Görüşleriniz duyarlı insanlarımızı bir araya getirerek parti yetkililerine baskı ve doğru yolu göstermelerini temenni ederim.