Yeniçağın en büyük veba salgını: geleceksizlik. Söz konusu olan bizim Türkiye gibi bir ülkeyse ilk bakışta gözle görülen bir şey yok ne açlık ne de kıtlık. Kimisi işinde kimisiyse işinde olamasa bile iş bulmanın peşinde.
Büyükşehirler göz alabildiğince gökdelen dolu, kasabalara giden yollar ise artık duble. İşin varsa aza tamah etmeli, yoksa kusuru kendinde aramalı. Ülke biraz iyi biraz kötü yönetilebilir veya sistem bazen çok bazen az damlatabilir; mühim değil. İflas eden banka yok, holdingler kredilerini yapılandırmışsa kime ne, ne de olsa borç en nihayetinde vatandaşın kamçısıdır, devletin bekası, soydaşlarımız ve din kardeşlerimizi unutmamalı; bir mermi kaç para biliyor musun!
İşte üstte yazılmış karışık ve tutarsız cümleler 2020 yılına, yeni bir on yıla, girerkenki halimiz. Ülkenin hali dediysek gününü zor eden vatandaşın hali; genci yaşlısı hep beraber henüz hiç bilmedikleri yolda ilerlemekteler. Elbette bu memleket bir asır öncesinde işgali de gördü, sonrasında kapitalizmin bu topraklara özgü yarı vahşi halini de. Ama korkacak bir şeyler yok dememeli; çünkü şimdilerde başka bir alemdeyiz.Bizi ne karşımızdaki top ve tüfek korkutuyor ne de hükumetin güvenlik güçleri.
Derin Uyku
Çünkü çağımızın vebası geleceksizlik, kendini her daim her nefes alışta hissettiren ama nedenini hep gizleyen bir felaket. İnsanların tüketim toplumuna mahkûm edildiği ve bunu karşılayacak üretim yeteneğine sahip edindirilmeyip sürekli borçlandırıldığı bir 40 yıllık neoliberal dönemin sonu.
Birilerinin hali vakti yerinde, onlar her koşulda bolluk içinde ancak onlar dahi ‘insan ne ile ne için yaşar’ sorusunu unutmuş paranın esiri olmuş bir vaziyette. Sahip olunan 100 milyon dolara bir 10 milyon dolar daha katarak anne ve babalarının kim bilir belki akranlarının gözünde kendi egolarını kanıtlama peşindeler. Daha açık olalım; 1980 sonrası neoliberal dönem kapitalizmindeyiz ve bu dönemde yoksula düşen görev sefillikten sadaka dilenmek, orta direğe düşen geleceksizlik içinde depresyona düşmek ve varsıla kalansa bolluktan tatminsizleşmek. Mutluluk kimseye tanınmış bir hak değil!
İster özel isterse kamu sektörü olsun hiç fark etmez her çalışanın iş dünyasında ilk gördüğü adaletsizlik amirine karşı hissettikleri neticesinde gelişiyor. Bir çalışandan birkaç yüz TL kadar büyük olmayan bir miktarda fazla gelir elde eden herkes haklı veya haksız hedef oluyor. Eğer bu itiraz bir şekilde olmamışsa bu sefer sıra işe giderken veya dönerken yolda karşılaştığı sığınmacıyageliyor. O da sırasını savmışsa kendi arkadaşlık grubundan veya müdavimi olduğu mekândanyukarıya en çok sıyrılmayı başarmış kişiye patlıyor; ilk hedef paçalarından tutup aşağıya indirmek olmalı!
Kimse bir üst katmanda diyelim ki bulutların üzerinde olanlarabakmıyor. Kim ne kadar vergi ödemiş, buna karşılık devletten ne miktarda teşvik edinmiş; rekabet hukuku çalışmış mı yoksa ilk yaptığı rakiplerini ezmek veya onlarla kartel kurmak mı olmuş; patent haklarının süre ve kapsamı ilahi adaletle mi yoksa doğa kanunları ile mi belirlenmiş diye düşünen yok. Herkesin başı öne eğik sabah erkenden işe gidiyor ve akşam geç saatte aynı şekilde söverek evine geri dönüyor.
Buna da hayat deniyor; doğumdan öncesi ve ölümden sonrasına ilişkin hiçbir kesinliğin olmadığı bu kısa aralık; hayal kırıklıklarıyla keyfi hızlı ama ıstırabı yavaş bir şekilde akıp gidiyor.
Ne Yapmalı?
Heyecan uyandırmak amaçlı yeni bir keşfe gerek yok; birkaç asırdan beri yazılmış ve altı doldurulmuş olan durumu anlama, bilinçlenme, dayanışma ve örgütlenme bugün hala geçerli; tıpkı yarın da bu esaretin tek reçetesi olacağı gibi.
Zor olansa durumu anlamak, mesela ne demek geleceksizlik? İşiniz yok geleceksizsiniz, işiniz var ama güvencesi yok gene geleceksizsiniz. İşiniz var ve fena da kazanmıyorsunuz ama iş biraz tehlikeli yani ya fiziki ya da ruhsal risk ve yük fazla; yine geleceksizsiniz. Bunların hepsi var ama bunu elde etmek için yıllarca özel okullara para ödemiş ancak başa baş noktasına gelmişsiniz; yine geleceksizsiniz. Uzatmayalım, servet yoksa her daim geleceksizsiniz; çünkü bu çağda sizi koruyacakne aile ne dost ne de sosyal devlet kaldı.
İşte yayın hayatına yeni başlayan bu dergi ve onun bir yazarı olarak bana düşen ilk vazife bu yukarıda belirtilmiş çok sayıda öznel önermeyi verilere dökmek. Ardından hakikatin inkâr edilemeyecek düzeyde aşikâr olduğunda dayanışmayı telkin etmek. En nihayetindeyse içinde bulunulan kültürel radyasyona karşı toplumcu hegemonyayı kuracak çözüm önerileriyle gelmek.
Çünkü ‘Başka bir alternatif yok’ değil, var; ötesi olanın en kötüsü modern çağın koşulları içerisinde belki de bugünlerde yaşadığımız. Gezegenin, Türkiye isimli, geriye kalanından bağımsız olmayan bu diyarında; ‘Reis’in ortaya çıkmasının bir sebebi var. O ‘Reis’in geride kaldığı bir zamanda her şeyin çok güzel olmayacağı gerçeği var. Bu ‘Reis’i tarihin sayfalarına bırakırken yeni bir ‘Reis’e mahkûm olmamak ya da ‘Reis’in yarattığı yıkımı temizleyecek devrimci program ve kararlılığa ihtiyaç var.
Yeni Bir Başlangıç!
Her şey sana anlatılanları dinleyip hemen inanmamakla başlıyor. Hep çalışmayı arzuladığın çok uluslu dev bir şirket tek kuruş vergi vermemiş olabilir, bu mümkün. Teknoloji şirketleri çağı değiştirmeye değil, devletten aldıkları teşvikle veya rakiplerini satın almakla elde ettikleri patentleri piyasaya mümkün suret en yavaş bir şekilde sürerek çağı yavaşlatıyor, yine olabilir. Her yer beton oldu dediğin bu ülkede; bu yatırımları fonlayan yine en prestijli küresel bankalar olmasın!
Hakikatin gücü bazen omuzlara ağır gelir ve ‘herkes yanlış, bir ben mi doğruyum’ sorusunu kendinize sordurtabilir. Fakat en nihayetinde ‘kral çıplaksa, çıplaktır’ diyebilmektir her şeyin başlangıcı, senin inanmanı istedikleri hikâyeye inanmaman, bir Matrix içerisinde yaşamış olabileceğine ihtimal vermendir. Bunu yaptığımız ölçüde kültürel hegemonyanın dışına çıkabiliriz ki yaşadığımız geleceksizlik dayatılanın reddine karşı muhtaç olduğumuz kudretin temelidir.
Son Söz
Bundan sonra her ay sizlerle bu köşede birlikte olacağız. Konumuz içimizde bulunduğumuz sistem; gündemimiz ise yaşadığımız memleket. Alışılmayan ve yükü ağır olan politik ekonomiye dair gerçekler için sizi bu köşeye bekleriz. Unutmayalım; bu düzen kendi kendini çok yakında çökertecek, esas olan yerine yenisini ve insancıl olanını kurabilmektir. Bunun için de herkes elini taşın altına koymalı, ‘ideolojisizlik’ ideolojisine kapılmayarakkendi kaderinin dizginlerini bizzat eline almalıdır.
Gericiliğin bertaraf edildiği, sosyal adaletin sağlandığı, hayatın amacının para ve güç kazanma güdüsünün ötesine taşındığı; ağaçları ve diğer hayvanlarıyla barışık bir sonraki kuşağın unutulmadığı bir dünya düzeni mümkün. Böyle bir düzen bireylerin zihinlerindeki ‘Toplumcu Düşünce’ devrimiyle başlar, dayanışmayla tüm gezegene hâkim olur.
Dr. Mustafa Murat Kubilay, Finans Uzmanı-Yazar
1 Comment