Dünyanın Bütün Fabrikaları “Akıllanıp” Birleşirken Demokratlar Ne Yapmalıdır?

Bir süredir giderek daha çok konuşulan bir olgu var: “4. Sanayi Devrimi.” ya da “Endüstri 4.0” Yazımıza bu konuda bir alıntı ile başlamak istiyoruz.

“Endüstri 4.0 temel olarak Bilişim Teknolojileri ile Endüstriyi bir araya getirmeyi hedefliyor. Ana bileşenlerinden ilki Yeni Nesil Yazılım ve Donanım… İkinci ve belki de en önemli bileşen ise Cihaz Tabanlı İnternet (İng. İnternet of Things), yeryüzündeki tüm cihazların birbiriyle bilgi ve veri alışverişi için kullanıldığı (vurgu bize aittir M.U.), her türlü araç gerece entegre edilmiş, sensör ve işleticilerle donanmış, İnternet bağlantılı akıllı elektronik sistem. Bu sisteme kısaca Siber-Fiziksel Sistemler de diyebiliriz. Üretim sürecinde fabrikalardaki makinelerde siber-fiziksel sistemlerin kullanılması demek insanlardan neredeyse bağımsız olarak (vurgu bize aittir M.U.) kendi kendilerini koordine ve optimize ederek üretim yapabilecek ‘akıllı fabrikalar’…” (Kaynak: Vikipedi)

Düşünün ki insanlığın bütün mal ve hizmet üretim sürecindeki fabrikalar, işletmeler bilgisayarlar tarafından yönetiliyor ve bunlar birbirine bağlanmış. İşçiliğin üretimdeki yeri azalarak, sıfırlanmaya doğru gidiyor. Sistem öyle akıllı ki, neredeyse “kişiye özel” ürünler üretiyor. Bu bir ütopya değil; 2011’den itibaren “Endüstri 4.0” adıyla uygulanmaya başlanan ve 4. Sanayi Devrimi olarak nitelenen bir projenin projeksiyonu. Geliştikçe nerelere gideceğini kestirmek güç değil.

Peki, bu süreç geliştikçe neler olacak?

İşçilik minimuma doğru indikçe, artı-değer üretimi azalacak. İşçilik sıfırlandığında ise, artı-değer üretimi ve sömürüsü sona erecek.

Marx’ın kitaplarında uzun uzun anlattığı gibi; artı-değerin kaynağı, işçinin, kendi yeniden üretimi için gerekli emek zamanı ötesinde ürettiği ve kapitalistin, üretim araçları üzerindeki mülkiyetine dayanarak el koyduğu değerdir. Artı-değer, kapitalistler arasında, sanayi, ticaret ve finans karı olarak bölüşülür. Ancak, işçilerin yaptığı işler tamamen makineler tarafından yapılmaya başlanınca,  artı-değer üretimi de olmayacak ve böylece kapitalistin zenginliğinin artı-değer kaynağı kuruyacak.

Bu durumda kapitalistler fakirleşecekler mi?

Teknoloji ilerledikçe artı-değerin azalması, ta kapitalizmin başlarından beri var. Marx bu durumu “kar oranlarının düşme eğilimi” olarak tespit edip, açıklamış. Kapitalist, kar oranlarının düşme eğilimini durdurmak için, 19. yüzyıl ortalarından tekelleşme yoluna giderek, azalan karlarını, “tekel karları” ile telafi etmiş. Buna paralel olarak, 19. yüzyılın sonlarına doğru, emperyalistleşme yoluna giderek, biriken ve kar oranlarına baskı yapan sermayeyi, sömürgelere ihraç edip, oralarda işleterek karlarına kar katmıştır. Tabii ki bunların yanında, kapitalistlerin ücretleri aşağı çekip maliyetleri düşürüp karı arttırma eğilimleri, bu amaçla işçi örgütlenmelerini baltalama girişimleri, hep gündemde olmuştur.

Kapitalistler, tekelleşme, sermaye ihracı ve düşük ücret yanında, bilgi mülkiyetine sahip olarak ve bunu daha ileri teknoloji halinde üretime uygulayarak rakiplerine üstünlük sağlamışlar ve bu üstünlük onlara “diferansiyel değer” olarak geri dönmüştür. Diferansiyel değer, daha ileri teknoloji kullanımı sonucu elde edilen düşük maliyet ile “piyasa maliyeti” arasındaki farktır. Kapitalist düşük maliyet ile elde ettiği ürünü, piyasa maliyetiyle belirlenen fiyattan satarak, “diferansiyel kar” elde eder.[1] Diferansiyel kar, kapitalistin mülkiyetindeki teknolojik bilgiden kaynaklanır Küreselleşme ile birlikte tekelciliğin kırılarak, rekabetin dünya boyutunda yeniden canlanıp yükselmesiyle birlikte, bir taraftan tekel karları inişe geçerken, bir taraftan da diferansiyel karın önemi arttı. Rekabetin kamçıladığı teknolojik atılım, işçiliğin önemini azaltıp artı-değeri inişe geçirirken, diferansiyel değerin önemi bir kat daha artmıştır. Bunun sonucu olarak, bilgi mülkiyetinin korunması çok daha önemli hale gelmiştir.[2] İşte 4. Sanayi Devrimi, böyle bir gelişmenin yeni bir dönemece girmesidir.

Kapitalizm içinde böyle bir gelişmenin, kapitalistlerin çıkarına ilerleyebilmesi için, “bilgi ve teknoloji işçileri”nin kapitaliste bağımlılığının sıkı kurallarla sağlanması, bu amaçla bilgi hukukunun, kapitalistin teknolojik bilgi üzerindeki mülkiyetini sağlama alacak kurallarla donatılması gerekecektir. Aksi halde, bilgi ve teknoloji işçileri kapitalistten bağımsızlaşırsa, teknolojik ilerleme kapitalistin zenginliğinin artı-değer kaynağını kuruturken, diferansiyel değer kaynağını da kurutabilecektir. Bu “olumsuz” gelişmenin önüne geçmek isteyen kapitalist siyaset, hâlihazırda, teknoloji işçilerinin kapitaliste bağımlılığı üzerine kurulu, bu nedenle “anti-demokratik” olan bilgi hukukunun daha anti-demokratikleştirecek “hukuki” tedbirleri alacaktır.

Böyle bir tablo karşısında demokratlar ne yapmalıdır?

Önce birkaç kuramsal belirleme yapalım.

 Demokrasi insanlar arasında bağımlılık ilişkilerinin olmaması, toplumsal yaşamın “bağımsız ve eşit birey” üzerine kurulu olmasıdır. Demokratik toplum da, insanlar arasında siyasi, ekonomik ve hukuki vs. hiçbir bağımlılık ilişkisinin olmadığı toplumdur.

Öte yandan, “demokrat insan”, insanlar arasında bağımlılık ilişkilerine karşı olan, bu nedenle insanlar arasındaki bağımlılık ilişkilerinin tamamen tasfiyesi ve insan ilişkilerinin “bağımsız ve eşit birey” üzerine kurulu olduğu “demokratik toplum” için mücadele eden kişidir.

“Demokrasi” ve “demokratik toplum” belirlememize göre kapitalizme bakalım. Kapitalizm artı-değer sömürüsü için beden işçilerinin; diferansiyel değer sömürüsü için de teknoloji işçilerinin kapitaliste bağımlı olması üzerine kuruludur. Bu, kapitalizmin “yapısal” özelliği, doğasıdır. Kapitalizm, insanlar arasında bağımlılık ilişkileri üzerine kurulu bir toplum biçimiyse, demokratik değildir. İnsanlar arasında bağımlılık ilişkileri üzerine kurulu olmak, kapitalizmin yapısal özelliği, doğası ise, kapitalizm asla tam demokratik bir toplum olamaz. Ne kadar demokratikleşirse demokratikleşsin, kapitalist demokrasi hep bir “eksik demokrasi” olarak kalır. “Demokratik” kapitalist toplumlarda faşizmin ortaya çıkması, kapitalist ülkelerin emperyalistleşmesi, ortaçağdan kalma monarşileri, askeri diktatörlükleri desteklemeleri, ülkelerin bağımsızlıklarını ihlal ederek işgal etmeleri, kapitalist “demokrasilerin” eksik demokrasi olmasındandır.  Kapitalist ülkeleri, sadece metropollerdeki liberal demokrasi görüntüsüyle değil, siyasi etki alanlarındaki duruş ve davranışlarına göre değerlendirmek gerekir.  Öte yandan, günümüz dünya siyasetinde ilk bakışta yüzeyde göze çarpan hareketlenmelerden, alt katmanlara, deyim yerindeyse kapitalizmin magma tabakasına doğru inildikçe, liberalizm örtüsü altında, beden ve teknoloji işçilerinin kapitaliste bağımlılığını sağlayıp sürdürme üzerine kurulu anti-demokratik bir düzen görülür.

Bu durumda “demokrat insan”-kuramsal- belirlememizegöre,demokratlar ne yapmalıdır?

Demokratların yapması gereken ilk şey; yüzeye bakıp şikâyet edip durmak, yüzeyin peşinde koşup tıknefes olmak yerine, çok çok kafa yorup, çok çok çalışıp kapitalizmin yüzeyinden alt katmanlara doğru inip, kapitalist demokrasiyi eksiklikle malul yapan magma tabakasını ortaya çıkarıp, bütün açıklığı ile gözler önüne sermektir.

 Demokratların yapması gereken ikinci şey; insanlar arasında bağımlılık ilişkilerinin olmayacağı “demokratik toplum”un ekonomisini ve hukukunu, kuramsal ve kurumsal olarak tasarlamaktır. Demokratlar bu iki şeyi, demokrat aydınlardan oluşacak “ortak akıl organizasyonu” ile yapabilirler.

Demokratların yapması gereken üçüncü şey; demokratik toplumun ekonomisini ve hukukunu hayata geçirmek amacı temelinde, başta beden ve teknoloji işçileri olmak üzere, kapitaliste bağımlılık ilişkileri içinde olanları kucaklayacak bir demokratik siyaset organize etmek ve bu organizasyonla demokratik siyaset yapmaktır.

4. Sanayi Devrimi ile yeni bir dönemece girmiş olan kapitalizm, demokratların bir siyasi inisiyatifi olmasa da, doğal gelişimi ile demokratik topluma evrilecektir. Çünkü teknolojinin baş döndürücü bir ivme ile ilerlemesi, er geç beden işçiliğini tamamen ortadan kaldırıp, artı-değer sömürüsünü sonlandıracaktır. Öte yandan; beden işçiliğinden farklı olarak; bilim ve teknoloji işçileri kapitaliste bağımlı olmaya mahkûm değillerdir. Çünkü akıllarının içinde taşıyor olmakla, onlar bilginin doğal malikidirler. Başka bir deyişle, bilim ve teknoloji işçilerinin, aklın özgürlüğünden kaynaklanan bir doğal bağımsızlıkları vardır. Akıl özgür olduğu için, kimse insanların aklının içinde hangi bilgiyi taşıdığını bilemez. Bu nedenle, bilgi sahibi rıza göstermedikçe, kimse onun aklının içindeki bilgiyi çekip, çıkarıp, alarak, mülkiyetine geçiremez. İşte bilgi ve teknoloji işçilerinin doğal bağımsızlıklarıdır ki er geç bir gün onları kapitalistten bağımsızlaşmalarını, kendi doğal mülkleri olan bilgiye hukuken de malik olmalarını sağlayacaktır. Böylece kapitalistin zenginliğinin diferansiyel değer kaynağı da kuruyacaktır. Böylece sınıf mınıf ortadan kalkacak ve toplumsal yaşam, insan ilişkilerinin bağımsız ve eşit bireye dayandığı “demokratik toplum”a dönüşecek, kapitalizm sönecektir.

“Ne zaman?” diye mi sordunuz?

Üç yıl sonra mı, otuz yıl sonra mı, üçyüz yıl sonra mı desek…

Ancak deriz ki; anti-demokrasinin ya da eksik demokrasinin müsibetlikleri can yakmaya devam ederken ve de edecekken, kapitalizmin ne zaman söneceği belirsiz tarihi, tevekkül ve teslimiyetle beklemek mi, yoksa hemen şimdi demokratik toplum için mücadeleye geçmek mi?

 Bu konularda yeterince yazıldı çizildi. Yazmalara, çizmelere yeterlik önergesi; şimdi artık “iş” zamanıdır…

Mehmet Uysal


[1] Diferansiyel değer ile ilgili daha geniş bilgi için: http://www.anafikir.gen.tr/marksist-deger-kuraminda/

[2] Bilgi hukuku ile daha geniş bilgi için: http://www.anafikir.gen.tr/blg-hukukunda-br-hakkanyet-sorunu-var-mehmet-uysal/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.