Dünya’yı biraz takip eden herkes bilir ki, insanlık 1980’li yıllara kadar doğa ile daha uyumluydu ve olağanüstü olaylar sıkça yaşanmıyordu.
Bilim insanları ve meslek odaları da uyarıcı rollerini hiç esirgemiyordu. Ancak ülkemiz ve Dünya’da, bilim insanları ve meslek erbapları ne derse desin; kar hırsından başka hiçbir düşüncesi olmayan, gücü elinde bulunduran odakların iktidarlardaki temsilcileri, bildiklerini okudukları, uyarıları dinlemedikleri ve gerekli tedbirleri almadıkları için depremler, küresel ısınma, seller, yangınlar, susuzluk gibi doğa olayları sıkça ve ağır bedeller ödenerek yaşanmaya başladı. 17 Ağustos’a az kaldı. 23’üncü yılını yaşayacağımız bu elim olay sonrası hala yapı stoklarımızın önemli bir bölümü güvensiz ve depremlerde can güvenliğimiz tehlikede. Bu gidişlede güvende olmamız pek mümkün gözükmüyor.
Deprem öldürmez, çürük yapılar öldürür!
Kandilli Rasathanesine göre Dünya’da her yıl 8 ve üzerindeki büyüklükte bir, 7 – 7.9 arasındaki büyüklükte on sekiz, 6 – 6.9 arasındaki büyüklükte yüz yirmi, 5 – 5.9 arasındaki büyüklükte sekiz yüz deprem olmakta. Türkiye genelinde ise her elli günde bir adet 5 ile 5.9 arasında büyüklükte, her 18 ayda bir 6 ile 6.9 arasında bir adet; her 6.5 yılda ise bir adet 7 ve üzerindeki büyüklükte bir deprem yaşıyoruz. Bu bilgiler yöneticiler tarafından bilinmesine rağmen Dünya genelinde hala yüzlerce milyon ev depremlere karşı dayanıksız durumda.
1939 Erzincan depreminden bu yana 33 adet büyük deprem yaşandı ve bu depremlerde 90 binin üzerinde insanımız hayatını kaybetti. Yine Türkiye’de yaklaşık 7 milyon (Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı verileri) yapı, İstanbul’da ise 500 bin (İBB verileri) ile 750 bin (ÇŞB verileri) arasında yapı, depremlerde orta ve ağır hasar görecek durumda. 1999 depreminden sonra depremlerin durmayacağını ve nerelerde öncelikle depremin olabilme olasılığını öngören ve olumsuz senaryoları anlatan herkes iktidarları uyardı. O günden bu yana yani yaklaşık 23 yıldır alınan yol bir arpa boyunu geçemedi.1999’dan bu yana dayanıksız binaları yenilemek mümkündü. Ancak hayat akıyor ve İstanbul’un 1950’de 1 milyon 179 bin olan nüfusu, göç (iç ve dış göç), nüfus artışıyla 2000 yılında 11 milyon 76 bin, 2022’de 15 milyon 840 bine ulaştı. Diğer yandan denetimsizlik yüzünden, yapıların 30 yılda neredeyse ömürlerini tamamladığına tanığız.Bu hızlı artış ve denetimsizlik nedenleriyle sorunu kalıcı çözemediğimizi ifade etmek için “bir arpa boyu yol alınmadı” ifadesini kullandım.
Daha yakından bakarsak 1950’den 2000’e yani 50 yılda İstanbul’un nüfusu yaklaşık 11 milyon 76 bin olmuşyani 10 kat artmış. 2000’den 2021’e yani 11 yılda ise yaklaşık 4 milyon 761 bin, yaklaşık yüzde 43 artmış. Ortalama hane halkı sayısı şu an 3.2’dir. 2000 yılından itibaren bu nüfus artışı için, ihtiyaç duyulan yeni hane sayısı ise yaklaşık 1 milyon 487 bin (TÜİK verileri). Dolayısıyla bu artış sürdükçe yapıları yenileme işimiz her geçen gün daha da zorlaşmakta ve giderek imkansızlaşmakta. İstanbul, bu hızla büyürse hiçbir iktidar sorunların üstesinden gelemez. Ne konut ne ulaşım ne su ne yiyecek ne de çevre sorunları çözülür.
Yapılması gerekenler:
1 – Deprem ulusal bir sorundur. Yapılacaklar siyasete alet edilemez. Yerel ve merkezi kurumlarımız bir koordinasyonla ve birlikte çalışmalıdır. Afet olduktan sonra çalışan devlet bilimden, çağdaşlıktan uzak devlettir. Önemli olan, afetin yaratacağı hasarların depremden önce önüne geçebilmeyi sağlayan adımları atmaktır.
2 -Deprem kuşağında olan bir ülkeyiz. Fay hatlarının geçmediği toprağımız yok denecek kadar azdır. Süratle ve de yeni bir ulusal stratejiyle -yasasıyla, imarıyla, finans kaynağıyla, halkla birlikte, kamucu bir anlayışla, yerinden dönüşümle- yapılarımız depremlere dayanıklı hale getirilmelidir. Bu konuda kendini ispatlayan Avcılar Belediyemiz var. Bu model ve yaratılacak başka modellerle her kentin öznel koşulları dikkate alınarak süratle işe başlanılmalıdır.
3 – Denetimsiz binalar yani temelinden itibaren izolasyon, demir kalitesi ve yeterliliği, beton kalitesi yeterince denetlenmediği için yapılar neredeyse 30 yılda ömürlerini tamamlıyor. Ayrıca her 10 yılda bir imar barışları, tapu tahsis belgesi adları altında imar afları çıkarılmasına rağmen bir imar bütünlüğü sağlanamamış, şu an bile projelerine aykırı binlerce bina söz konusudur. Bu durum hem ulusal kaynaklarımızın heba olmasına hem de mevcut yapı stoklarının kent siluetini bozarak başı boş bir kent görümüne sebep olmaktadır. Öncelikle kentlerimiz yerel koşullarına göre bir plan bütünlüğüne kavuşturulmalı, yapı denetimi ciddiye alınmalı, denetimsizlik, yönetmeliklere aykırı, imara aykırı yapılara izin verilmemelidir. Ayrıca devlet kurumlarının yapı denetimine tabi tutulmaması sistemin aksak yanlarından biridir. Usulsüzlüklerin en büyüğünün kamunun yaptırdığı yapılardan meydana geldiğini hepimiz bilmekteyiz. Bir yasal değişikle kamu yapılarıda denetime tabi tutulmalıdır.
4 –Hala deprem vergisi alınıyor. Bugüne kadar alınan deprem vergileri kaç milyar Türk lirasına ulaştı bilinmiyor. Çünkü; açıklanmıyor. Bu paraların depremin yaratacağı hasarları önlemek için değil, başka işlere kullanıldığını herkes biliyor. Yapılanlar hem gayri yasal hem de usulsüzdür. Türkiye bu kirliliği taşıyamaz. Deprem için para toplanıyorsa deprem için harcanmalıdır ve hesabı şeffafça verilmelidir. Hatırlatma babında buna benzer bir örnek de otoparklar için toplanan paraların otopark yerine, her şey için kullanılmasıdır. Bu anlayış kentlerimizi içinden çıkılmaz hale getirdi. Halktan adı konularak vergi alınıyorsa o ad dışında başka hiçbir yere kullanılmamalıdır. Deprem vergisi deprem için kullanılmalıdır.
5 – Olmazsa olmazımız, İstanbul’un geometrik nüfus artışının önüne geçmektir. İstanbul’un bugünkü nüfusu bile fazla. Dolayısıyla bölgesel düzenlemelerle “Cazibe Merkezleri” yaratarak İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa gibi kabına sığmayan kentlere göç hücumları durdurulmalı hatta tersine çevrilmelidir.
6 – Göçün önlenmesini hedefleyen çalışmalar hiç şüphe yoktur ki, bugünden yarına bitirilecek bir iş değildir. Elbetteki, İstanbul yeni yapılara ihtiyaç duyacaktır. Ancak bu yapılar asla Kuzeye yapılmamalıdır. Çünkü; Kuzey Ormanları İstanbul’un akciğerleridir. Sadece İstanbul Kuzey Ormanlarında 47 yılda 44 bin 703 hektar orman kaybetmişiz (Türkiye Ormancıları Derneği ve Kuzey Ormanları Savunması verileri). Buna Kuzey Marmara otoyolu tahribatı, Özel ve Devlet korulukları dahil değildir. Yapılan tahribatlara devam edilirse, geriye dönüşümüz imkansız hale gelir.Bu nedenlerle İstanbul için oluşturulacak stratejinin hayata geçirilmesi sürecinde yapılaşma, sadece Doğu-Batı aksında olmalıdır. Kuzey Ormanları bölgesine yapı yasağı getirilmelidir.
7 – Türkiye genelinde kamu, özel tüm yapılarda elektrik denetim belgesi, sıhhi tesisat denetim belgesi ve de asansör denetim belgesi istenmelidir. Enerji giderlerini azaltmak için tasarruf tedbirleri ilan edilmelidir. Klimalardan tutun, yapının her bölümünden enerji tasarrufu sağlanmalı ve güneş enerjisi kullanımı teşvik edilerek artırılmalıdır.
Dursun Bulut
İnşaat Mühendisi